Vasili İvanoviç Kolotoşa (doğumu 26 Haziran 1941-ölümü 11 Haziran 2020) Sovyet ve Rusya diplomasisinin meşhur simgelerindendir.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, bu olağanüstü büyükelçisinin (tam yetkili diplomatının) ölüm haberini 14 Haziran 2020 tarihinde kamuoyuna duyurmuştu.
Kolotoşa, Rus diplomasisinin Ortadoğu'daki en tanınmış simalarından biriydi.
Onun, bölgeye ilişkin Rus (Sovyet) politikasının arka planına açıklık getiren hatıralarını ele almadan önce, yaşam serüvenine biraz değineceğim.
1965 yılında Moskova Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nü bitirdi. Siyasi hayattaki yolculuğunun uzun mecrasında hassas diplomatik görevlerde bulundu.
Olağanüstü büyükelçi sıfatıyla görev yaptığı Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak'ta bilhassa kritik gelişmeleri ve kulisleri yakından izledi.
1986-1990 yılları arasında Lübnan'da olağanüstü temsilci olarak çalıştı. O, bu ülkede üç farklı zamanda görev yapmıştır.
Mesleki yaşamının en önemli duraklarından ve dönüm noktalarından biri de 1980'lerde Lübnan'da yürüttüğü diplomatik faaliyeti oldu.
O sırada henüz 45 yaşında olan Vasili Kolotoşa, Sovyetler Birliği'nin en genç diplomatı unvanına sahipti.
O tarihte yaşanan iç savaş (1975-1989), Lübnan'ı çevreleyen ülkeler, Arap dünyası ve uluslararası camiayı etkileyecek ölçüde yaygınlaşıp bölge için gayet tehlikeli bir hal almıştı.
Kolotoşa, zamanın iki süper gücü olan ABD ile Sovyetler Birliği arasında kıyasıya rekabetin yaşandığı bu süreçte "Zor görevlerin adamı" misyonunu üstlenmişti.
Herkesin gözdesi haline gelmiş olmanın avantajı ve özgüveniyle, büyükelçilik duvarları arkasında saklanıp korunmak yerine sokağa çıkıp çatışmanın tarafları ile temas kurmayı ve gerektiğinde mekik diplomasisi yürütmeyi başarmıştı.
Kolotoşa, sonraki yıllarda Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığı'nın "Ortadoğu ve Kuzey Afrika İşleri Dairesi" başkanlığı yaptı. 1992-1999 arasında ise Rusya Federasyonu'nun Fas'taki Büyükelçisi oldu. 1
Ülkesinin temsilcisi sıfatıyla değişik Arap ülkelerinde çalışmış bulunan meşhur Rus diplomat, Rusya dışişleri bakan yardımcısı ve Rusya devlet başkanının Ortadoğu'dan sorumlu özel temsilcisi Dr. Mihail Leonidoviç Bogdanov, meslektaşı Kolotoşa'nın ölümü üzerine şunları söyledi:
Vasili İvanoviç Kolotoşa'nın sürpriz vefatı, dostları ve meslektaşları açısından yeri doldurulmaz bir kayıptır. O, Ortadoğu uzmanları arasında en önde geleni ve dikkat çekeni olmuştur. Çok iyi tercüme yapardı. Mısır lideri Cemal Abdülnasır ile yardımcısı Enver Sedat ve Irak eski başkanı Saddam Hüseyin dâhil çok sayıda devlet adamının görüşmelerinde mütercim olarak çalışmıştır. Dışişleri Bakanlığı'nda görev aldığı masanın hakkını fazlasıyla vermiş; bakanlığın siyasetine aktif katkılarda bulunmuştur. 2
Lübnan'daki Dürzî toplumunun temsil eden İlerici Sosyalist Parti lideri Velid Canbulat ise, Rusya Dışişleri Bakanlığı'na ilettiği başsağlığı mesajında şu ifadeleri kullanmıştı:
Rus diplomasisinin simgelerinden birinin vefatından üzüntü duydum. Sovyetler Birliği ile Federal Rusya'nın en zorlu günlerinde ülkesini hakkıyla temsil etmesini bildi. Yıllarca diplomat olarak yaşadığı Lübnan'da, çatışmaların sona erdirilip milli mutabakat sağlanmasına katkıda bulundu. Bu arada başında bulunduğum İlerici Sosyalist Parti ile Moskova arasındaki ilişkileri geliştirmişti. 3
Lübnan "El Bina" gazetesi, kendisi için "diplomattan öte bir insan" başlığını atmıştı 15 Haziran 2020 tarihli değerlendirmesinde.
Sovyet diplomatıyla yakın dost sayılan Lübnanlı düşünür ve yazar Maan Başur'a göre; Vasili İ. Kolotoşa, tercümanlık ile başladığı mesleğinde tam yetkili diplomat makamına yükselmeyi başarmıştı.
Ancak o, diplomattan daha büyük bir tanıma layıktı. Onun başarısının sırrı, bölgeyi ve aktörlerini iyi anlamış olmasıydı.
Filistin meselesinin de Arap dünyasında hala ciddi bir önemi olduğu kanısındaydı.
Kendisini yakından tanıyan gazeteci Sami Kuleyb de benzer noktalara değindi: Başlangıçta Arapça-Rusça tercümanı olarak Sovyet yetkilileriyle Arap yöneticileri arasında anında sözlü çeviri yapıyordu.
Ardından diplomat ve dış temsilci olarak Mısır, Irak, Lübnan ve Şam'da bulundu.
İzleyen yıllarda Sovyetler Birliği ile Rusya Federasyonu'nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika Dairesi başkanlığına yükseldi.
Belki de ikili ilişkilerin zedelenmesini önlemek veya dışişleri politikasının iç disiplini gereği olarak görevli bulunup faaliyet gösterdikleri ülkeler hakkındaki izlenimlerini açıkça yazan Sovyet diplomatlarının sayısı sınırlıdır.
Konumuzla ilgili üç örnek bulunuyor: 1990'larda ülkesinin Irak nezdindeki büyükelçisi Victor Posuvalyuk, "Kuveyt işgali, Körfez krizi ve savaşı" diye andığımız süreçte bölgenin, bilhassa Sovyet-Irak ilişkisinin perde arkasını "Bağdat'ın Kızıl Seması" başlığıyla kaleme almıştı.
Yaklaşık aynı dönemde büyükelçi Aleksander Belonogov'a ait "Kuveyt İşgaline Dair Rusya Dışişleri Bakanlığındaki Sırlar ve Kulisler" isimli çalışması ve eski Rusya Federasyonu Başbakanı Yevgeni Primakov ise, "Rusların Gözüyle Ortadoğu" isimli bir anı-belgeseli gün yüzüne çıkmıştı.
Ağustos 1999'da vefat eden Posuvalyuk'un hatıraları, ölümünden 15 yıl sonra yayımlanabildi. Dolayısıyla kitabı inceleyip derleme işi, meslektaşı ve kadim dostu V. Kolotoşa'ya kaldı.
Kolotoşa, Lübnan'da iç savaşın bütün acımasızlığıyla devam ettiği bir ortamda kaleme aldığı günlüğünde şunları yazmıştı:
TNT patlayıcıları arasından iz sürüp gezinen ve patlayıcıyla özdeşleştiren bir büyükelçinin hayatının değeri ne kadardır? Arap ülkelerinde bulunan benim kuşağımdaki diplomatlar açısından, hiç de özenilecek ve tamah edilecek bir hayat değildir Ortadoğu'da yaşadıklarımız.
Ömrümüzü tükettiğimiz San'a, Hartum, Kahire, Trablusgarp, Cezayir, Şam, Beyrut, Bağdat ve Cezayir gibi başkentlerde ya savaşla yahut darbelerle bağlantılıymış gibi yaşadık. Ortam son derece sağlıksız; yerel ortaklarımız temas kurulması çok zor olan insanlardı. Çoğu zaman ekmeğimize barut kokusu sinmiş olabiliyordu ve hatta hamurun içinde TNT gibi patlayıcı maddeleri bulabilirdiniz.
1986 yılında Sovyetler Birliği'nin en genç diplomatı olmasına rağmen olağanüstü yetkiyle donatılmış olarak Lübnan'da faaliyet göstermek üzere başkanlığını yaptığı bir heyetle başkent Beyrut'a yollandı.
Bu tür bir yetkilendirme, günümüzde nadir görülen teamüllerden sayılır.
Vasili Kolotoşa da buna uygun biçimde davrandı. Bütün formaliteleri kırmak suretiyle alabildiğine biçimsel teamüllere ve kurallara aykırı hareket etti.
İç savaşın zirve yaptığı süreçte dört duvar arasına kapanmadı; büyükelçilik binasından çıkarak Lübnan'ın yerel ileri gelenleri, şahsiyetleri ve önemli aktörleriyle temas kurup görüştü.
Buluştuklarının zıt kamplara ayrılmış Lübnan politik arenasında hangi tarafa ait oldukları onun açısından hiç önemli değildi.
O tarihte bazı Lübnan gazetelerinde "Kendisini davet edip ağırlayan Şii Hizbullah örgütü ve Suriye'nin bu ülkedeki istihbarat kolu başkanı General Gazi Kenan ile buluşması" kara mizah türünden karikatür konusu edilmişti.
Kolotoşa, çelişkilerle dolu ve karmaşık Lübnan siyasi yelpazesinde çıkarlarını gözeterek maharetli diplomatik taktikleri izliyordu.
Tam yetkili bu Sovyet temsilcisi, diplomasi tarihinde pek az rastlanan bir olaya imzasını atarak geleneksel kalıpları yerle bir etmişti.
Hizbullah'ın kaçırıp rehin aldığı bazı Sovyet diplomatlarını, hem bu örgütün hem de Suriyeli meşhur istihbaratçı General Gazi Kenan'ın pençesinden kurtarmakla kalmamış; kamuoyuna açık biçimde deyim yerindeyse göstere göstere rehineler eşliğinde büyükelçiliğe gitmişti.
Henüz Lübnan'a tam yetkili temsilci olarak gönderilmeden bir yıl önce bu başarıya imza atmış oldu.
Rusya merkezli Kommersant gazetesine konuşan yakın meslektaşlarının kendisi hakkındaki sözleri sadece güzelleme kabilinden nezaket ifadeleri değildir, içinde pek çok gerçeği de barındırmaktadır.
Bir örneğine beraber bakalım:
Mihail Leonidoviç Bogdanov:
Kendisi dört Sovyet Dışişleri Bakanı ile çalışma başarısına ulaştı: Edvard Şevardnadze, Aleksandr Bessmerthnih, Boris Pamkin ve Andrey Kozirev. Ülkenin zor günlerden geçtiği bir dönemdi bu. Zira ülkenin sosyopolitik yapısı değişim sürecindeyken, öncelikli meselelerin sıralaması da değişiyordu. Vasili'nin olağanüstü becerisi, öngörü ve sezgileri sayesinde ülkemiz, Ortadoğu ilişkilerinde bu vartayı atlatabilmişti.
Arap-İsrail çatışmasının barışçıl biçimde çözülebilmesi için düzenlenen 1991 Madrid Konferansı'nın hazırlığını kendisi yapıp yönetmişti. O sırada onunla birlikte çalışan ekipteydim. Onun hazırladığı bu tarihi zemin üzerinde Sovyetler Birliği ile ABD arasında Ortadoğu'da barışı esas alan bir mutabakat sağlanabildi.
Doğrusu Kolotoşa, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yöneticileri ve bilhassa örgüt lideri Yaser Arafat'a gönül bağıyla bağlıydı. Lübnan'da onlar için elinden geleni yapıyordu. Ancak aynı sürecin seyrinde Sovyetler Birliği ile uzun yıllar boyunca diplomatik ilişkileri kesilmiş olan İsrail arasındaki temaslar da gelişip ilerledi. Böylece bir Sovyet Dışişleri Bakanı, ilk kez İsrail'i ziyaret edebildi.
Sıra dışı yeteneklerini sadece tanışma ve temas temeline oturtmadı bu Sovyet diplomatı.
1970'lerin ilk yarısında FKÖ çatısı altında bulunan çok sayıda Filistin direniş hareketiyle buluşup, sıcak ilişkiler kurmasını da bildi.
Marksist yanları ağır basan Filistinli özgürlük savaşçıları ile milliyetçi-muhafazakâr görüşlü milliyetçiler arasında ayrım yapmadan temaslarını sürdürdü; aşırı eylemci bulduklarını daha meşru ve makul direniş faaliyeti sürdürmeye ikna etti.
Neticede FKÖ'nün 1974 yılında Birleşmiş Milletler kuruluşu tarafından "gözlemci" sıfatıyla temsil edilmesinin yolunu açtı.
Fas'ta görev yaptığı süre içinde Kral II. Hasan ile yakın ilişki kurmakla yetinmedi; Arap dünyasının nasıl bilinip algılanması gerektiğini de öğrendi.
Vasili Kolotoşa'nın ilgisi emekli olduktan sonra tarihe yöneldi. 2018 yılında, İkinci Dünya Savaşı sırasında esir düşen Sovyet askerlerinin Ukrayna'nın Vladimir Volinsky şehrinde tutulduğu "Meçhul Toplama Kampı" isimli bir kitap yazdı.
Diplomatik faaliyetin dışında Kolotoşa, çok iyi bir nümismat idi (Nümismatik/meskûkât; sikke veya kâğıt para koleksiyonculuğu). Sikkecilik alanında da uzman sayılırdı.
Vefatının ardından konuşan Kolotoşa'nın yakın meslektaşlarının ortak görüşü üç cümlede özetlenebilir:
Sovyetler Birliği ve Rusya'nın Ortadoğu'daki diplomasisinin temel taşıydı. Rus diplomatlar arasında onun kadar iyi Arapça bilen kimse yoktu.
Ortadoğu araştırmalarına damgasını vuran yöntemi ve ekolü, onun ölümüyle birlikte sona ermiştir.
Tam da burada şunu sormalıyız: Kolotoşa, ne yaptı da ölümü Rusya ve Ortadoğu kamuoyunda böylesine yankı buldu?
Ayrıntılarını birlikte değerlendireceğiz ama yanıtı baştan verelim: Kolotoşa, "Gizliliği Kaldırılmıştır: Veya İhtiyar Bir Tercümanın Sıra dışı Anlatımları" isimli anı kitabında, hem dönemin Sovyet diplomasisinin hem de Ortadoğu'daki diplomatik kulislerin perde arkasını anlatmıştı.
Kitap, ilk olarak Rusya başkenti Moskova'da bulunan Uluslararası İlişkiler Akademisi tarafından 2013 yılında Rusça yayımlandı.
Nisan 2022 tarihinde ise Beyrut merkezli Eb'ad (أبعاد) yayınevinde çıktı. Rusçadan Arapçaya tercüme eden Dr. Mahir Selame'dir.
Arap medyası, bu yıl yayınlanan kitaptan çok sayıda alıntı yaptı veya haber şeklinde kamuoyuna duyurdu.
"180 derece" isimli site ise bir yazı dizisi halinde yayınladı. Bazı televizyon kanalları da farklı bir başlık altında bölüm bölüm verdiler.
Independent Arabia gazetesinden Hasan El Zeyn ile Mısır merkezli El Dustur yazarı Dr. Ahmed El Humeysi'nin makaleleri, Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu genelinde bilhassa Suriye ve Lübnan topraklarındaki arka kapı diplomasisine ışık tutmaktadır. 4
Hatıralar gerçekten samimi, içten ve biraz da "harbi" türden. Zira Sovyet diplomatı, Ortadoğu hakkındaki hemen bütün dosyalara hâkim vaziyette.
Gerektiğinde amirlerinin görüş ve önerilerine şerh koyup gerekçeli itirazlarda bulunabiliyor. Alternatif öneriler getiriyor.
Böylece dosyalar, onun elinde adeta bütün kapıları açabilecek sihirli bir anahtara dönüşüveriyor.
Rastladığım kadarıyla belirteyim: İçeriğe ilişkin biricik itiraz, Lübnanlı yargıç Hasan El Şami'den geldi.
Şii lider Musa Sadr'ın Libya'da esrarengiz biçimde ortadan kayboluşuna ilişkin davayı takip etmekle görevli bu hukukçu, Kolotoşa'nın bahsi geçen gizemli olay hakkındaki yorumunu yalanlayan bir açıklama yaptı.
Diplomasi dünyasına dipten gelip kademeli yükselen Kolotoşa, Rus Çarı Deli Petro'nun deyimiyle en alttaki tabakadandır.
Çar sarayında genelde bu kesim "doktor, aşçılar ve tercümanlar" olarak anlaşılmaktadır. Görevleri ise sarayda olup bitenlerin izlerini, lekelerini silmektir.
Dişiyle tırnağıyla mesleğin basamaklarını tırmanan bu mahir diplomat, Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Edvard Şevardnadze (1985-1990) ile Rusya'nın diplomat başbakanı Yevgeni Primakov'un emrinde çalıştı.
Kolotoşa'nın taşıdığı birçok sırdan bahsedilebilir. Bunlardan biri de eski dönemin SBKP Birinci Sekreteri Nikita Kruşçev'in 1964'te Kahire'ye gidip Mısır lideri Cemal Abdunnasır ile görüşmesiyle ilgilidir:
Ziyaret, diplomatik teamüllerin dışına taştı ve gereğinden fazla uzadı. Kruşçev, Mısır başkentinde iki hafta kaldı. Resmi görüşmeleri, şaşaalı kutlama ve eğlenceler izliyordu. Dolayısıyla sert tartışmalar, şahsi ihtilaflar ve içinden çıkılmaz zor tavırlar ortalığı kaplamıştı. Sovyet Dışişleri Bakanlığı'nın arşivinde kapalı kapılar ardında dönen bu tür skandallar hâlâ kayıtlı mıdır, bilemem ama sanırım kayıt filan yoktur bu hususlarda.
Kolotoşa, kitabında bu tür skandallardan ve sansasyonel olaylardan da örnekler sunuyor:
Kahire'deki bir sendikayı ziyaretinde Mısırlı işçi ve aktivistlerle görüşen Kruşçev, kendisi için hazırlanan resmi söylemin dışına çıkarak irticalen şöyle dedi:
'Siz, bu ülkede emekçi ve çalışanlar lehine gerçekleşen sosyo-ekonomik değişimlerin ilerici gücüsünüz. Buna karşılık gerici ve monarşik devletler, hususi olarak da krallıklar ile şeyhlikler petrol servetinize el koymaktalar. Söz gelimi Kuveyt böyle bir devlettir.'
Bu cümleleri çevirme işi Sergey Arakiliyan'a verildi. O da harfiyen çevirmiş oldu. Ortalık karıştı! Kruşçev'in etrafındakiler endişelenip huzursuz oldular. Hâlbuki o sırada Sovyet yönetimi, Körfez ülkeleriyle yeni ilişkiler kurma aşamasındaydı. İlk ilişki de Kruşçev'in aleyhinde konuştuğu Kuveyt devleti ile kurulmuştu.
Kruşçev'in bu eleştirisi hiç münasip değildi; zira Körfez'deki diplomatik çabalarımız açısından tehlikeli bir çıkıştı. Konağımıza döner dönmez dönemin Dışişleri Bakanı Andrey Gromiko başkanlığında acil bir toplantı yaptık. Mısır'ın Moskova'daki Büyükelçisi Murad Galib de toplantıda bulunmuştu.
Nihayetinde yapılan gafı görünüşte düzeltmek için, suçu-kabahati tercümeyi yapan S. Arakiliyan'ın üstüne atmayı kararlaştırdık. Kuveyt'te aleyhimizde kitle protestoları olurken, devlet yetkilileri bu hatanın üstünde pek durmadılar. Daha sonra sonra tercüman bana dedi ki: 'Gördüğün gibi yöneticiler pot kırar, belasını biz çekeriz. Kaderimiz onların iki dudağı arasında!
Kolotoşa, dönemin Irak Devlet Başkanı Abdulselam Arif ile Kruşçev arasında geçenleri ise şöyle anlatıyor:
Baas Partisi'nin yaptığı darbe sonucu devrilen Abdulkerim Kasım'ın yerine geçen Abdulselam Arif, 8 Şubat 1963'te devlet başkanı oluverdi. Darbeyi gerçekleştiren Baas Partisi, Arif'in de onayıyla hemen tüm muhalifleri imha etti. Katledilen onlarca Irak Komünist Partisi mensubu arasında başkanları Selam Adil de vardı.
Bu katliama sinirlenen Kruşçev, Kahire'deki gezisi sırasında bir türlü yanından ve peşinden ayrılmayan Iraklı Abdulselam Arif'e hiç yüz vermiyordu. Oysa Arif, Kruşçev ile aynı karede görünüp popüler olmak istiyordu. Ancak Kruşçev o kadar sıkıldı ki, yakasından düşmeyip adeta kendisine yapışan Arif'in yanından uzaklaştırılması için Mısır lideri Abdunnasır'a haber saldı.
Halbuki Abdunnasır, her iki şahsiyetin barışmasından yanaydı. Kruşçev, inadında ısrarcı oldu. Bir tören sırasında yaptığı konuşmada Kahire'de bulunan Arap başkanlarının adlarını tek tek anarak teşekkür etti. Ancak kasıtlı olarak Iraklı başkandan bahsetmedi. Buna karşılık Sovyet resmi tercümanı Arakiliyan, Arif'in adının dalgınlıkla sayılmadığını sanarak Kruşçev'in telaffuz etmediği bu ismi kendisi söyledi.
O sırada Kruşçev'e refakat eden Sovyet Savunma Bakanı Mareşal Andrey Greçko'nun Arapça tercümanı, Arakiliyan'ın hatasını fark ederek mareşale iletti. O da, Arakiliyan'ın derhal azledilmesini ve cezalandırılmasını istedi.
Bu münasebetle belirtmek lazım: Kruşçev, tercümanların anında çeviri yapmalarının ne kadar zor olduğunu bilmesine rağmen buna aldırmaz; en küçük hatada tercümanı bir şekilde cezalandırırdı.
O da Büyük Çar Petro gibi, küçümsediği tercümanlara "aşağı tabakadan biriymiş" gibi muamele ediyordu.
Mısır'daki Kruşçev'e ait bir hatıra daha var:
Kruşçev Kahire'ye geldiğinde, Mısır lideri Cemal Abdunnasır ona en yüksek devlet nişanı sayılan Nil Madalyası taktı. Bu sefer Kruşçev, danışmanlarının önerisi üzerine Sovyet Kahramanlık Madalyası verilmesini kararlaştırıldı. Sipariş üzerine Moskova'dan gönderilen iki madalya ertesi günü Kahire'ye ulaştı. Birinci madalya Mısır liderine verilecekti. Ya ikincisi? Kruşçev dedi ki; 'Bunu da Savunma Bakanı Abdulhakim Amr'a verelim, yoksa küser!'
Kolotoşa'nın ise Mısır'ın tarihi lideri C. Abdunnasır'a ilişkin beş farklı gözleminden söz edilebilir:
- Ben Kahire'de yüksek eğitim dili olan (Fusha) Arapçayı öğrenmiştim. 1965'te İskenderiye Konsolosluğunda çalışırken fark ettim ki bu yeterli değildi. Dolayısıyla avam Arapçasını (Emmiye) Cemal Abdunnasır'dan öğrenmiş oldum. Onun halk diliyle yaptığı konuşma ve söylevlerini izledim, gece gündüz tekrar ederek sokağın diline vakıf oldum.
- Eylül 1967'de ilk kez görüştüğüm Cemal Abdunnasır farklı bir karakterdi: Solgun ve hatta karanlık yüzlü. Gözünün etrafında siyah halkaları vardı. Sesi ise boğuk ve kısık idi. Sanırım İsrail karşısında bozguna uğramış olmanın yüzüne yansıyan bir ruh haliydi.
- Resmi kokteyl ve davetlerde Abdunnasır içki yerine daima su içerdi. Oysa etrafındaki Mısırlılar, votka ile viskileri su gibi tüketirlerdi.
- 1967 İsrail ile savaşta beklenmedik bir bozguna uğrayan Cemal Abdunnasır'ın başkanlıktan istifa etmemesi için kendiliğindenmiş gibi sokaklara taşan milyonlarca Mısırlının bu gösterisi, kanımca devlet eliyle düzenlenmişti.
- İsrail-Mısır savaşının perde arkasına ilişkin gizli bir konu daha vardı: O tarihte İsrail Savunma Bakanlığı yapan Moşe Dayan, Filistinli kadın şair-yazar Fedwa Tukan aracılığıyla iki ülkenin barışması için Abdunnasır'a sözlü bir mesaj göndermişti.
Vasili Kolotoşa'nın kitabından aşağıya aldığımız bölüm, Suriye ile ilgilidir ve şöyle kayda geçilmiştir:
Ortadoğu'daki baş müttefikimiz Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat, 14 Mayıs 1981'de Moskova'yı ziyaret etti. Kremlin Sarayı'nda SBKP Genel Sekreteri Leonid Brejnev ile bölgedeki genel duruma ilaveten Sovyet-Suriye arasında askeri işbirliğini ele aldılar. Özellikle de Sovyetler Birliği'nin bölgede bir deniz üssü kurulması meselesi konuşulacaktı.
Brejnev, o ziyarette formunda değildi. Hazırlanıp eline sıkıştırılmış kâğıtta sıralanan talepler konusunda kekelemeye ve bunu yaptıkça da sinirlenmeye başladı. İkinci sayfada esas talebimiz vardı: Lojistik, eğitim ve dayanak noktası için Suriye'nin Tartus limanında bir askeri üs istiyorduk kısacası.
Brejnev, bu sayfadakileri iyi okuyamayınca, kâğıtları bir kenara atarak tercümana yüklendi: 'Sen, tercüme ettiğin konudan bir şey anlayabildin mi?' dedi. Zavallı tercümanın eli ayağı birbirine dolaştı. Bir öfkeli Brejnev'e bakıyor bir de aşırı serinkanlı Dışişleri Bakanı Gromiko'ya göz atıyordu.
Emir demiri keser misali, garibim tercüman kâğıtta formüle edilen 'eğitim ve dayanak noktası' ibaresinin aslında 'deniz üssü' anlamına geldiğini alçak bir sesle söyledi. Zaten ağır işiten Brejnev, aynı öfkeyle bağırdı: 'Sesini yükselt!'
Ardından aynı asabi üslupla devam etti: 'Niçin açık açık Amerika'nın bölgedeki faaliyetlerini önlemek maksadıyla Ortadoğu'da bazı askeri üsler kurmaya ihtiyacımız var diye yazmıyorsunuz da, bulmaca yazar gibi lafı dolandırıp duruyorsunuz?'
Bunun üzerine tercüman, 'Biz karşı taraf ile kısaca kâğıtta yazılı olduğu üzere bir formülasyonda mutabık kalmıştık…' cevabını verince, Brejnev öfkeden kuduracak hale geldi. Kızgınlıkla tercümanı azarlayıp duruyordu. Rus dilini iyi bilen Hafız Esat ise, bu tartışmayı dikkatle dinliyordu.
Kolotoşa'ya bakılırsa; gerçekte Sovyet lideri Brejnev'in etrafından olup bitenlerden bir anlamda dünyadan haberi yoktu.
O, ilgili görevliler tarafından büyük harflerle yazılan kâğıtları okumakla yetinirdi; bazen katlanıp çevrilmediği takdirde aynı sayfayı tekrar tekrar okurdu: Farkına varıldığında danışmanları, ona, "böyle önemli konuları iki-üç kere okumanın daha önemli olduğunu" söylerlerdi.
Kitabın Filistin meselesi ve FKÖ lideri Yaser Arafat hakkındaki bölümünde ise Rus diplomat Kolotoşa ikili bir ruh hali içinde görünüyor.
Bir yandan vicdani ve siyasi açıdan Filistin davasına gönül vermiş; mazlum Filistin halkına sempatiyle yaklaşıyor.
Diğer yandan diplomat olması sıfatıyla Yaser Arafat'ı fazlaca beğenmediğini açıkça belirtiyor. Mesela aşağıdaki satırları okuyabiliyoruz kitabında:
Arafat, olağanüstü ve çarpıcı bir şahsiyet izlenimi bırakmadı bende. Kendi kendime sorup durdum: O, neden FKÖ liderliğini yapıyor da, iki başyardımcısı olan Ebu İyyad (Salah Halef) ile Ebu Cihad (Halil Vezir) neden başkan değiller? Arafat, bu iki kudretli şahsiyetin yanında güçsüz ve gölgede kalıyor. Zira sözleri zekice değil; iyi konuşamıyor, sürekli hareket halinde ve çok fazla soru soruyor. Buna rağmen hâlâ FKÖ önderliği makamında oturuyor. Belki de bu kusurları, kendisine avantaj sağlayıp liderlik koltuğunda oturmasını sağlıyordur.
Büyükelçimiz Server Azimof ile birlikte bir gün Arafat'ı ziyarete gitmiştik. Beyrut'un El Fakahani Caddesi'ndeki Sabra Filistin Mülteci Kampı'na yakın bilinen karargâhına değil, genelde gizlendiği bir mekâna gittik. 1985 yılıydı. Ferah ve geniş odalardan oluşan bu gizemli mekânda sekreteri ve eşi Necla Yasin (sekreterin eşi Um Nasır yani Nasır'ın Anası diye anılıyordu) ile birlikte oturuyordu.
Bir Sovyet diplomatı olarak benim nazarımda Arafat, son derece tecrübeli ve pragmatik bir politikacı idi. Özellikle 1974 yılında Birleşmiş Milletler kürsüsündeki konuşmasından sonra sürekli olarak Filistin topraklarında iki ayrı devlet kurulması hususunda İsrail ile barış yapma arayışı içine girmişti. Olayın yakın tanığı ve bir yere kadar da katılımcısı olmamdan ötürü şunu rahatlıkla söyleyebilirim:
FKÖ'nün olumlu tutum alıp gelişmesinde Sovyetler Birliği'nin rolü büyüktür. Farklı mevkilerdeki Sovyet yetkililerinin hemen hepsi, Filistinli liderlerle defalarca görüşmüş ve bir Filistin devleti kurulması maksadıyla siyasi program hazırlamalarının zorunluluğu konusunda onları ikna etmişlerdir.
O sıralarda en gerçekçi çözüm yolu şuydu: Filistinliler, 1967'de işgal edilen topraklar üzerinde kendi devletlerini kurmak karşılığında İsrail devletinin varlığını tanımalıydılar.
Bu arada belirtmeden geçmemek lazım: Sovyet diplomatı, Filistin davasına olan tüm sadakati ve sempatisine rağmen 1975'te başlayıp 1989'da sona erdirilen amansız Lübnan iç savaşının körüklenmesinde FKÖ önderliğinin olumsuz sorumluluğuna da değinmektedir.
NOT: İkinci bölümde Lübnan, Suriye ve Irak ağırlıklı yerel liderlere ilişkin sırları okuyacaksınız.
Kaynakça:
1. https://www.marefa.org/, كولوتشا إيفانوفتش فاسيلي
2. https://arabic.rt.com/russia/1134700-, RussianToday (Bugünkü Rusya) kanalı sitesi, 16 Temmuz 2020.
3. https://asianewslb.com/?page=article&id=76078, 16 Temmuz 2022.
4. https://www.independentarabia.com/node/332976/, 20 Mayıs 2022; https://www.facebook.com/, Ahmed El Hamis, Mısır El Dustur gazetesi, 23 Nisan 2022.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish