Ukrayna ve komşularında geçen bir buçuk ayın ardından artık dönüş yolundayım. Kiev-Lviv treninin camından dışarıyı izlerken baharın geldiğini fark ediyorum.
Güneş, masmavi gökyüzünde parıldıyor, cemre toprağa da düşmüş ve yer yer filizler yeşermiş.
Pencereyi açtığımda ise içeriye dolan çiçek kokular beni şaşırtıyor ve "Bunlar ne zaman oldu?" diye kendi kendime soruyorum.
Son zamanlarda hafızamda bahara dair ne vardı? Hatırlayamıyorum. Kafamın her köşesi, savaşın en çirkin fotoğraflarının işgali altındayken, gördüğüm şekli bozulmuş her şey bana yeniden orayı anımsatıyor.
Öyle korkunç bir katliamdı ki Buça'da yaşanan, toprağın altındakilerle üstünde kalanlar neredeyse aynı ifadeyi taşıyorlardı yüzlerinde.
Baharın gelişi ölümün gölgesinde kaybolmuş, kokusunda boğulmuş, fark edememişiz…
Ukrayna'nın başkenti Kiev'in yaklaşık 30 kilometre kuzeybatısında bulunan 36 bin nüfuslu Buça, ismini şehrin kenarında bulunan Buça Nehri'nden alıyor.
Kenti ortadan ikiye bölen ve 1898'de yapılan tren yolu ise bu bölgedeki en eski yapı. Genellikle tek katlı, geniş bahçeli evlerin olduğu sakin bir yer olan Buça'nın eski bir tarihi olsa da 2006'da şehir statüsünü kazanmış.
Bir emekli kasabasını andıran bu sakin şehir, çatışmalardan sonra neredeyse enkaz yığınına dönüştü.
Yaban hayvanlarının bile terk ettiği şehrin boş sokaklarında şimdilerde ölüm sessizliği hâkim.
Rusya'nın 24 Şubat'ta başlattığı saldırılar, günler içerisinde Kiev sınırlarına dayandığında, bölgedeki siviller daha ne olduğunu bile anlayamadan kapılarının önünde Rus tankları ile karşılaştılar.
Takvimler 12 Mart'ı gösterdiğinde ise Rus ordusu Buça'ya girmişti ve zırhlı birlikler şehrin farklı noktalarına konuşlanırken Rus askerleri de terk edilen evlere yerleşmişlerdi.
Başkente ulaşmadan önceki son yerleşim yerleri olan Buça, Hostomel ve İrpin, Ukrayna ordusunun Rus birliklerine karşı başkent savunmasını yaptığı şehirler oldu.
Rus zırhlılarının Kiev'in dış mahallelerindeki köprülere ulaşmasıyla birlikte çatışmalara artık başkent sokakları da hazırlanıyordu.
Fakat bu köprüler imha edildi ve Ukrayna ordusunun Kiev'in çevresinde yaptığı savunma ile Rus birliklerinin başkente girişi engellendi.
Martın son haftası çatışmalar o kadar yoğundu ki patlayan bombalar Kiev merkezindeki evlerin camlarını titretiyor, gökyüzünü aydınlatıyordu. Bu bombaların çoğu Buça sokaklarında gümbürdüyordu.
Rus birliklerinin sivil yerleşim yerlerinde kurduğu karargahlar, Ukrayna ordusuna açık hedef oldu ve yaşanan şiddetli çatışmalarda onlarca Rus zırhlısı imha edildi.
Rusya Savunma Bakanlığı 1 Nisan tarihinde bölgeden "taktiksel" olarak çekildiklerini açıklasa da ve birlikler kendi cesetlerini bile toplayamadan Ukrayna'nın kuzeyinden çekildiler.
Bölgede bir aydan kısa bir sürede yaşanan çatışmalarda en amiyane tabirle "at izi it izine karıştı" ve bu kaos ortamında bölgeden kaçmaya çalışan ya da evini terk edemeyen birçok sivil de katledildi.
Rus güçlerinin bölgeden ayrılmasıyla bazı sivillere sistematik olarak işkence yapılıp infaz edildiğini gösteren korkunç bir tablo da ortaya çıktı. Tarafların birbirlerini suçladığı katliamın kanıtları hala Buça sokaklarında duruyor.
Buça'ya doğru yola çıktığımızda yol üzerinde gördüklerimiz bizi şehirde karşılaşacaklarımıza hazırlıyordu.
Asfalt ortasında terk edilmiş sivil araçların bazıları yakılmış bazıları da ağır silahların hedefi olmuş. Yol kenarına savrulmuş birkaç aracın her yerine büyük harflerle Rusça "arabada çocuk var" yazılmış olması da sonucu değiştirmemiş.
Arabaların içerisindekilerin akıbetleri ise o an için kimsenin cevaplayabileceği bir soru değildi.
Buça'dan kilometrelerce uzaktaki orman yolunda terk edilmiş bir bebek arabası ise sivillerin hayatta kalabilmek için her yolu denediklerini gösteriyordu.
Kiev-Buça arasındaki ormanlık yolda imha edilmiş bir grup Rus tankı ve zıhlı personel taşıyıcısı tahrip gücü yüksek silahlarla vurulmuştu ki enkaza dönen araçların parçaları yolun her yerine dağılmıştı.
Bu araçlar belki de Kiev'e en çok yaklaşabilen Rus birliğine aitti ve çatışmalarda öldürülmüş ve hatta bazıları tamamen küle dönmüş Rus askerlerinin cesetleriyle birlikte kaldırılmayı bekliyorlardı.
Bir savaş filmi senaryosu olarak önümüze koyulsa abartılı bulacağımız ne varsa fazlasına tanık oluyorduk.
Şehrin girişinde yol kenarında duran sivil araçlardan birinin radyo antenine asılı beyaz bayrak dikkatimi çekiyor.
Aracın, patlamış camları ve yan kapılarındaki geniş kurşun delikleri ile ağır silahlarla saldırıya uğradığını anlaşılıyor.
Aracın içinde ise saçılmış kanlı elbiseler, oyuncaklar, bagajda duran köpek maması ve torpidoya dağılmış insan saçları, araçtakilerin kaçmayı başaramadığını gösteriyor.
Caddenin ortasında Rus tankının ezdiği bir arabanın fotoğrafını çekerken ise yanımızdaki tercüman, Ukraynalı askerlerin sözlerini aktarıyor:
Dün aracın içerisinden ezilmiş bir kadın cesedi çıkardık.
Yolun karşısındaki bahçede duran Enternasyonel Asker Anıtı da çatışmaların hedefi olmuş. Rus askerlerinin, anıtı gerçek zannedip saldırdığını anlatan asker, gururla "Ruslar gittiler ama o hala burada duruyor" diyor.
#stoprussia
— Defence of Ukraine (@DefenceU) February 27, 2022
Russian occupants in Bucha engaged in a battle with a monument to Afghan soldiers pic.twitter.com/tVnhykOgLT
Ukraynalı askerin gurur duyduğu anıttaki zırhlı aracı ve başka bir tankın, içinde insanlar varken ezdiği aracı ardımızda bırakarak devam ediyoruz.
Şehir merkezine doğru giderken sokak aralarında barikat olarak duran araba enkazlarının üzerindeki yazılar da değişiyor:
Dur, tehlike, yol yok, mayın var…
Uyarıları geçtikten hemen sonra imha edilen tren istasyonu ve elektrik santrali ile karşılaşıyoruz. Yerleşim yerlerinde ise insanlar birer ikişer sokaklara çıksalar da yaşadıkları korku yüzlerinden okunuyor. İnsanlar karşılaştıkları herkese yaşadıklarını anlatırken ağızları kuruyor, elleri titriyor.
Bu korkunç monologları dinlerken Ukrayna askerlerinin yardım dağıttığı bir ailenin 8-9 yaşlarındaki oğlu ile göz göze geliyoruz. Kucağına alabildiği kadar yiyecek almış, kamerama bakıp bana gülümsüyor. Utanarak, gülümsemesine cevap veriyorum. Bu an, bir saniyeden kısa bir zamanda olup bitiyor.
Çocuğun yanındaki yaşlı kadın, genç bir erkeğin öldürülüşünü anlatırken şehrin ortasında bulunan ve Rus askerleri tarafından otel gibi de kullanılan yüksek katlı binaları gösteriyor.
Kadın, bu binalardan açılan keskin nişancı ateşiyle vurulan gencin cesedinin günlerce sokak ortasında kaldığını söyleyip ağlayarak devam ediyor:
Oğlumun arkadaşıydı. Sadece kapının önüne çıkmıştı. Onu başından vurdular. Cesedi günlerce kaldırımda kaldı, sonra bize cenazeyi almak için izin verdiler. Biz de çocuğu yol kenarına gömdük.
Kadın, bisikletli bir adama da yanındaki çocuğuyla birlikte ateş açıldığına, adamın bisikletle yere yığılıp ve çocuğun ise kurtulduğuna tanık olmuş.
Hareket eden her şeyin hedef olduğunu anladığında ise evinin dip odalarına kapanmış ve birkaç gün saklandıktan sonra da Buça'daki başka bir eve kaçmış.
Evinin Rus askerleri tarafından kullanıldığını anlatan kadın, bizi önce bahçeye, sonra da eve götürüyor. Darmadağın edilmiş salonunu göstererek, "Duvarları yıkıp evi dağıtmışlar, dolaptaki yiyeceklerimi, günlerce uğraşıp hazırladığım konservelerimi, evdeki elektronik eşyaları alıp götürmüşler" diyor.
Eve döndüğünde su içmek için kuyuya gittiğini ama kuyudan kedi ölüleri çıkardığını anlatıyor:
Bahçede iki köpek vardı. Onları öldürmüşler. Kedileri de öldürüp içme suyumuza atmışlar. Bir insan bunu neden yapar ki? Şimdi kuyu suyu kirlendiği için kullanamıyoruz.
Şehrin içerisine doğru ilerlerken tek katlı evlerin tamamen harabeye döndüğü uzun bir sokağa çıkıyoruz. Onlarca tank, zırhlı araç ve askeri ekipmanın yok edildiği bu sokak, yaşanan savaşın şiddetini bütün ayrıntılarıyla gösteriyor.
Etrafa saçılmış zırhlı araç parçaları, patlamamış mühimmatlar, kanlı asker üniformaları… Kavurucu alevler, etrafta bulunan her nesnenin rengini siyah, kahverengi ve pas kızılına dönüştürmüş.
Evler, ağaçlar, sokağa savrulmuş eşyalar… Bu sokakta, gözümüzün gördüğü her şey, imha edilmiş askeri araçlarla aynı renkleri taşıyor.
Yolun sonu ise dünya gündeminde geniş yer bulan, sivillerin infaz edildiği Yablonska sokağına çıkıyor. Sokaktaki cesetlerin çoğu görevliler tarafından kaldırılmış olsa da öldürülen insanlara ait eşyalar, hatta insana ait kalıntılar sokak boyunca etrafa saçılmıştı.
Kaldırımın kenarında, çalıların arasında duran bir asker postalı "askeri bir sembol" olarak dikkatimi çekiyor. Fakat bu postaldan dışarı çıkan kırık kemik, postalın aslında sembol değil de bir insana ait olduğunu hatırlatıyor.
Kiev’den Buça'ya giden farklı güzergahlarda gördüklerimiz, bir önceki günkü tanıklığımızdan daha korkunç olması savaşın boyutunu da gösteriyor.
Katliamın tanıkları için adeta bir cehenneme dönüşen şehrin her yerinden, bulunan cesetlerin ihbarları geliyor.
İhbarın geldiği evlerden birinin bahçesinden Ukraynalı askerler öfkeli tavırlarla ayrılırken, bahçesindeki kulübenin önünde yaşlı bir adama sessizce bekliyor.
67 yaşındaki Volodimir Ivanoviç, emekli olduktan sonra sakin bir hayat yaşamak için yerleştiği Buça'yı, çatışmalar başlayınca terk etmek zorunda kalmış.
Evine geri döndüğünde karşılaştığı durumu ise nasıl anlatacağını bilemiyor ve sessizliğini sadece soruları yanıtlarken bozuyor.
Arka bahçedeki üst üste yığılı mühimmat kasaları ve toprağın üzerindeki onlarca top mermisi kovanları, Evin, Rus birlikleri tarafından bir süre kullandığını gösteriyor.
Volodimir, önce bahçedeki küçük kulübeyi işaret ediyor. Yaklaşık beş metrekare büyüklüğündeki kulübenin içinde tamir için kullanılan aletler, ağaç kesmek için balta gibi birçok eşya var.
Sonra eliyle "devam et" diyerek kulübenin zemininde yere paralel olan demir kapıyı açmamızı söylüyor.
Yeraltında penceresi olmayan karanlık küçük bir hücre, kanlı bir yatak, elektrikli kalorifer peteği, yemek kalıntıları ve bir kadın cesedi, merdivenin dibinde yatıyor.
Volodimir, kadını tanımadığını ve biraz önce evden ayrılan askerlerin, 'kadının tecavüze uğradığını' söylediğini aktarıyor.
Bahçedeki kütüğün üzerine koyduğu iki mermi kovanını gösteriyor ve "Bunları kadının yanında bulduk" diyor.
Bu sözlerden sonra bahçedeki herkes Volodimir'in sessizliğine katılıp, kütüğün üzerinde duran boş kovanlara bakıyor.
Bahçeye sonradan gelen bir genç sessizliği bozup bizi sokağın karşısındaki eve çağırıyor.
Sokağın başında yaşanan bir infazı anlatırken, az ileride eşinin yanında duran orta yaşlı adamı göstererek "Cesedi o adam ve komşusu birlikte gömmüşler" diyor.
Adam çok konuşmak istemiyor, bizi caddenin başına götürüp yerdeki çiçekleri ve kan izlerini gösteriyor:
İki Rus askeri onu burada başından vurup gittiler. Cesedi birkaç gün sonra alabildik. Mezarlığa gitmek imkansızdı, onu kendi evinin bahçesine gömdük.
Evin özenle bakılmış bahçesi ve hemen bahçenin girişinde duran bir mezar. Buça'da mezarlığa götürülemeyen insanlar yol kenarlarına, evlerinin bahçelerine ya da kilisenin bahçesine kazılan çukurlara gömüldü.
Buça'daki savaş 27 Şubat'tan 31 Mart'a kadar sürdü ve Rus birliklerinin geri çekilmesiyle de sona erdi.
Buça Belediye Başkanı Anatolii Fedoruk, şehrin 31 Mart itibarıyla tamamen Rus güçlerinden geri alındığını bildirdi. Geride henüz adı koyulamamış korkunç "savaş suçları" kaldı.
Pervozvanny Azizleri Kilisesi'nin bahçesinde bulunan toplu mezara gömülenler, kimlik tespiti için çıkarılıyor.
Yağan yağmurun yumuşattığı toprağı kazan üç kişi, üst üste yığılmış cesetleri halatlara bağlanmış ve sedye gibi kullanılan bir evin kapısına koyuyor.
Mezarın yanındaki vinç, kapının üzerine koyulan cesetleri çukurdan çıkarıp görevlilerin olduğu çadırın kenarına bırakıyor.
Cesetlerin üzerinde öldürüldükleri gün giydikleri kıyafetler var ve üzerlerinden belgelerle kimlik tespiti yapıldıktan sonra kamyonetlere bindirilip götürülüyor.
Ceset torbalarıyla dolu Buça mezarlığında ise gün batıyor. Mezarlığın yorgun görevlileri, ağır hareketlerle bugün için son defa cesetleri kamyonlara üst üste koyuyorlar.
Yarın yine toplu mezarlardan ya da evlerden çıkarılacak yeni cesetler için mezarlığa gelecekler.
Ölüm kendini o kadar çok tekrar ediyor ki önümüzde duran ceset torbaları, etrafımızda duyulan konuşmalar içinde sadece birer rakam olarak geçiyor.
Ta ki yırtılan bir torbadan sarkan el, bize kendisinin yaşam hakkı elinden alınmış bir insan olduğunu hatırlatana dek.
Ben, sosyal medya "teorisyenlerinin" aksine, yanı başımda ceset torbaları içinde duran bu insanların her birinin kimler tarafından öldürüldüğünü bilmiyorum; ama onları neyin öldürdüğünü söyleyebilirim.
Savaş bir seçenek olmasaydı eğer, bugün Buçalılar evlerinin bahçesine ektikleri çiçeklerin yanına gömülmek yerine baharı bizimle beraber karşılayabileceklerdi. Ama maalesef ki bu durum Ukrayna'nın hatta dünyanın başka şehirlerinde hala devam ediyor.
Burada yaşananlar, dünyanın dört bir yanındaki savaş çığırtkanlarının arzuladıkları zaferlerin "maliyetini" anlatıyor ve her kahramanlık destanının, başka birilerinin felaketi olduğunu bize yeniden gösteriyor.
Şimdi en basit haliyle özetleyecek olursak;
Rus güçlerinin "taktiksel" olarak çekildiği, Ukraynalıların ise Kiev'de "zafer" kazandıkları bu küçük şehirde yaşlılar, gençler, kadınlar, çocuklar, kediler öldürüldü.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish