Türkiye'de tarım ve gıda alanında, gıda enflasyonu, tarımsal üretimin girdi maliyetlerinin artışı, çiftçilerin kazancının erimesi ve çiftçi borçluluğunun artışı gibi pek çok başlıkta derinleşen sorunlar artık bir gıda krizine sürüklendiğimizin açık kanıtları niteliğinde.
Tarım ve gıda alanındaki sorunlar sadece endüstriyel tarımdan kaynaklanmıyor olsa da alanın başat dinamiklerinin ve eğilimlerinin temelinde endüstriyel tarım sistemi yatıyor.
Gıda krizinin kendisini gösterdiği pek çok biçim olsa da, anlaşılabilmesi ve açıklanabilmesi için temelinde yatan endüstriyel tarımın farklı yönleriyle, tarihsel bir perspektiften ortaya konması gerekiyor.
Tarım ve gıda alanının deneyimli uzmanları ve temsilcileri, endüstriyel tarımın farklı yönlerini Independent Türkçe'ye anlattı.
Türkiye'de endüstriyel tarımı ortaya çıkaran dinamikler ve gelişmeler neydi?
Endüstriyel tarımın Türkiye'deki tarım ekonomisini ve genel ekonomiyi nasıl etkiledi?
Endüstriyel tarım, beslenme alışkanlıklarını ve diyetleri nasıl etkiledi?
Endüstriyel tarım, bir gıda krizine mi sebep oluyor?
Endüstriyel tarım, Türkiye için sürdürülebilir bir sistem mi?
Endüstriyel tarımın, gıda krizinin farklı yüzleri üzerideki etkilerini Dr. Necdet Oral, Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim eski Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, TMMOB ZMO İzmir Şubesi YK Üyesi Dr. Zerrin Çelik ve doğa ile uyumlu ekolojik beslenme alanında çalışan diyetisyen Dicle Dilan Salman ile konuştuk.
"Endüstriyel tarım yüksek verimi ve daha çok kârı amaçlıyor"
1940'lı yıllarda Meksika'da başlayan ve 1960'larda yaygınlaşan Yeşil Devrim ile birlikte tarımsal üretim biçiminin farklı bir evreye girdiğini belirten Dr. Necdet Oral, doğayla barışık geleneksel tarım tekniklerinin yerini giderek daha yüksek verimi ve daha çok kârı amaçlayan endüstriyel (entansif) tarımın aldığını ifade etti.
Söz konusu süreçle birlikte yetiştirildikleri yörelere adapte olmuş yerel tohumlar yerine çiftçileri her yıl yeniden tohum satın almaya mahkum edecek şirket tohumlarının yaygınlaştığını vurgulayan Oral, "Bu tohumlar hastalık ve zararlılarına karşı pestisitlere, verimi artırmak için kimyasal gübrelere ihtiyaç duymaktadır. Endüstriyel tarım bir yandan çiftçileri girdi kullanımına bağımlı hale getirirken, öte yandan bu girdileri üreten çokuluslu şirketlere geniş pazar olanakları yaratmıştır. Hükümetler girdi kullanımını teşvik etmek için bedava tohum, gübre ve pestisit dağıtımı yapmışlardır. Ancak verim artışıyla elde edilen gelir, girdi kullanımıyla tüketilmiştir" şeklinde konuştu.
"Şirketler tarafından üretilen tohumluklar, toprak tuzluluğunu artırıyor"
Sadece üretimi artırmaya odaklanan endüstriyel tarımda verimliliğin temel olarak yoğun kimyasal kullanımına bağlı olduğunu hatırlatan Oral, "Ancak kimyasallar çevreyi kirletmekte, ekolojik dengeyi bozmakta, tarımın doğal ekosistemlerle bağlantısını koparmakta ve insanların sağlığını tehdit etmektedir. Endüstriyel tarımla tohum, pestisit ve kimyasal gübre alanındaki yoğunlaşma ve tekelleşme biyolojik çeşitliliğin hiçe sayılarak tep tip ürün yetiştirilmesine yol açmaktadır. Öte yandan büyük ölçekli tarım alanları açmak için ormanlar yok edilmekte, şirketler tarafından üretilen tohumluklar yoğun sulama gerektirdiğinden toprak tuzluluğu artmaktadır" dedi.
"Endüstrinin tarıma her müdahalesi, tarımın ekosistemle bağlantısını koparıyor"
Endüstriyel tarımın ortaya çıkardığı sorunların daha iyi anlaşılabilmesinin, tarımın ortaya çıkışından günümüze tarımsal üretim mantığındaki değişime bakmakla mümkün olduğunu belirten Ali Bülent Erdem ise, "İnsanlık, tarım toplulukları olarak yaşadığı binlerce yıl boyunca sürdürdükleri tarımsal yöntemlerin ve ekolojik sistemlerle olan ilişkisinin bozulması endüstrinin tarıma müdahalesi ile başlamıştır. Endüstrinin tarıma her müdahalesi tarımın doğal döngüsünü bozduğu gibi ekosistemlerle olan bağlantısını kopartmıştır. Bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliği birbirinden ayrılarak, hayvanlar dar alana sıkıştırılarak otlakları, çayırları, meraları görmeden yaşatılmıştır. Güneşten besin enerjisi elde etme faaliyeti olan tarımsal üretim petrolden besin enerjisi elde etmeye dönüştürülmüştür. Biyoçeşitlilik azalmıştır" şeklinde konuştu.
Çok pahalı bir üretim tarzı olan endüstriyel üretimi küçük çiftçilerin sürdürebilmesinin mümkün olmaması sebebiyle çiftçilere destek sağlayacak kurumların oluşturulduğunu, ithal ikameci bir model uygulandığı için tarımsal ürünler gümrük duvarlarıyla korunduğu ifade eden Erdem, böylece endüstriyel tarım özendirilerek uygulanması ve yaygınlaştırılmasının sağlandığı belirtti.
"Küçük çiftçiler endüstriyel tarım tarzıyla üretemez duruma düşürüldü"
1980 yılından itibaren neoliberal politikaların uygulanmaya başlanmasıyla birlikte küçük çiftçileri destekleyen kurumların dağıtıldığını, şirketleşmenin önünü açacak tarım politikaların uygulandığını vurgulayan Erdem, "1999 ve 2001 yıllarında IMF ve Dünya Bankası marifetiyle 'Tarımda Yeniden Yapılandırma' ve 'Tarımda Dönüşüm Programı' uygulanmaya başlamıştır. Girdi sübvansiyonları düşürülmüş, taban fiyat uygulamalarından vaz geçilmiş, tarımda KİT'ler özelleştirilmiş, TSKB'ler devre dışı bırakılmış, tarımsal kredi faizleri yükseltilmiş, tarımsal sulama paralı hale getirilmiştir. Bütün bu uygulamaların sonucunda küçük çiftçiler üretemez, daha doğrusu endüstriyel tarım tarzıyla üretemez duruma düşürülmüştür" dedi.
"Küçük çiftçiliğin üretebilmeleri bağımsız olabilmeleri ile mümkündür"
Endüstriyel tarımın dayatıldığı ve giderek yaygınlaştığı bütün bu süreçte, küçük çiftçilerin ve köylülerin önce kendi tercihlerinden uzaklaştırıldığını, sonrasında ise kendi tercihleri yani kendi geleneksel üretim tarzları unutturularak, üretebilmenin tek yolunun endüstriyel üretim tarzı olduğuna inandırıldıklarını ifade eden Erdem, sözlerini şöyle sonlandırdı:
Geçmişte krizler karşısında en dayanıklı, en dirençli olabilen tarımsal üretim, endüstriyel tarımın girdilere bağımlılığı, hastalıklar ve iklim değişikliğine karşı son derece dayanıksızlığı nedeniyle yaşanan krizin en çok hissedildiği alan haline gelmiştir. Çiftçiler küresel iklim değişikliğinin sonucu daha sıkça karşılaşılan don, dolu ve kuraklık gibi doğal afetler, pandemiye ek olarak girdi fiyatlarının yükselmesiyle ve hasat dönemlerinde ürün fiyatlarının ithalatla baskılanması sonucu üretemez duruma gelmiştir.
Tüketiciler ise gıda enflasyonu nedeniyle gıdaya erişmekte zorluk çekmektedir. Küçük çiftçiliğin ve köylülerin ayakta kalıp, yeniden üretebilmeleri bağımsız olabilmeleri ile mümkündür. Kendilerinde var olan potansiyelleri harekete geçirmek yerel tohumlarla, doğayla birlikte üretmek küçük çiftçiler ve köylüler için çözüm olduğu gibi, herkesin sağlıklı gıdaya ulaşabilmesinin de yoludur. Dünyanın küçük çiftçilerinin ve köylülerinin eylem ve pratikleriyle ifade ettikleri de budur.
Türkiye'nin tüm tarımsal girdilerin ya hammaddelerini ya da kendilerini büyük ölçüde ithal ettiğini belirten Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya da, bu durumun Türk lirasının değerinin düşmesine paralel olarak hem dış ödemeler açığını daha da artırdığını hem de tarımsal girdilerin fiyatlarını yükselttiğini belirtti.
"Tarımsal girdiler, dış ödemeler dengesizliğine yol açıyor"
Artan maliyetler üreticilerin ekim alanlarını azaltmalarına yol açtığını söyleyen Özkaya, "Bu ise tarım ürünlerinin ithaline yol açıyor. Küreselleşme ile dayatılan tarım ürünleri gümrük vergilerinin düşürülmüş olması bu ithalatı daha da arttırıyor. Yetersiz üretim ithal ürünlerin daha ucuza ülkeye girişini kolaylaştırmak için tekrar gümrük vergilerinin düşürülmesi yolunu pekiştiriyor" dedi.
Endüstriyel tarım girdilerini üreten şirketlerin ve ürünleri işleyen ve pazarlayan şirketlerin uygulanan endüstriyel tarım sisteminden ve bu sistemi destekleyen tarım politikalarından yararlandıklarını kaydeden Özkaya, "Monokültürleşme (çiftçilerin az sayıda ürün üretiminde yoğunlaşması) bir yandan hayvan gübresi, ekolojik dengeye dayanan bitki koruma yöntemleri, merada otlamaya dayanan hayvancılık gibi girdi ve sistemleri dışlar ve şirket girdilerine pazar açarken, diğer yandan ürünlerin yerel pazarlamasını imkânsız hale getirerek aracıları güçlendiriyor. Hayvancılıkta da meralar yok edilerek ve yozlaştırılarak yem üretiminde mısır ve soya gibi hammaddelerin ithaline dayanan bir sistemi destekliyor. Bu tarım sistemi bir yandan çiftçiyi yoksullaştırırken, diğer yandan tüketicinin de ürünlere yüksek fiyatlar ödemesine yol açıyor. Tarımsal girdiler, onları üretmek için gerekli hammaddeler ve tarım ürünleri ithali dış ödemeler dengesizliğine yol açıyor" şeklinde konuştu.
"Endüstriyel tarımın ortaya çıkardığı hastalıklar, ağır bir yük oluşturmaktadır"
Özkaya, sözlerini şöyle tamamladı:
Endüstriyel tarım sistemi istihdamı gereğinden fazla azaltıyor. Bu da bir refah kaybına yol açıyor. Endüstriyel tarımın ürünlerin ve çevrenin toksik maddelerle kirlenmesi sonucu kanser başta olmak üzere ortaya çıkardığı bir dizi hastalıklar, suların ve çevrenin temizlenmesi için gereken masraflar ise hiç hesaplanmayan ancak çok yüksek olduğu tahmin edilen ağır bir yük oluşturmaktadır. Agroekoloji bütün bu sorunların çözümünü sağlayacaktır.
"Gıda temini konusunun artık daha fazla ekolojik, ekonomik ve siyasal krizlere yol açtığını görüyoruz"
Yaşamımızı devam ettirebilmemizin ön koşulunun gıdaya erişebilmek olduğunu hatırlatan TMMOB ZMO İzmir Şubesi yönetim kurulu üyesi Dr. Zerrin Çelik ise, "Gıdamızı temin edebilmenin ilk aşaması da tarımsal üretimdir. Tarım hepimizin bildiği gibi ekonomik faaliyet, bir yaşam biçimi ve medeniyetin ilk durağıdır. Açlığa ve yetersiz beslenmeye son vermek üzere çıkıldığı söylenen yolun bugün daha fazla açlığa, göçlere ve ölümlere neden olduğunu biliyoruz. Gıdanın üretim ve tüketiminde yaşanan değişimlerle, gıda temini konusunun artık daha fazla ekolojik, ekonomik ve siyasal krizlere yol açtığını görüyoruz" şeklinde konuştu.
"Hacizler ve çiftçi intiharları tüm gerçekliğiyle yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor, içimizi acıtıyor"
Yaşanan krizlerin en önemli nedenlerinden birisinin, üretim ve tüketimimizi şekillendiren kapitalist endüstriyel tarım sisteminin olduğunu ifade eden Çelik, "Söz konusu üretim modelinin her anlamda kırılgan olduğunu biliyoruz ve yaşadığımız son gelişmeler sanırım herkesin daha iyi anlamasını sağladı. Bu kırılganlık en fazla küçük aile işletmelerini etkilemektedir. Küçük üreticiler de endüstriyel kapitalist üretime eklemlenmeye çabalamaktadır. Bu üretim ilişkilerinde; tarımsal girdilere ve piyasalara artan bağımlılık, emek sürecindeki kontrolün kaybedilmesi, sermaye ve teknolojiye ulaşamama, pazar, fiyat ve dağıtım sorunları, artan borçlanma gibi önemli olumsuzlukları onlar daha fazla yaşamaktadır. Hacizler ve çiftçi intiharları tüm gerçekliğiyle yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor, içimizi acıtıyor" ifadelerini kullandı.
"Doğa ve insan dostu, dayanışmacı uygulamalar, alternatifin çok ötesindedir"
Üretim ve tüketim süreçlerinin doğayla işbirliği halinde gerçekleştirilmesinin şart olduğunu söyleyen Çelik, "Ancak, doğa ve insan dostu, dayanışmacı uygulamaları, mevcut endüstriyel tarım ve gıda sistemlerinin sadece alternatifi olmasına indirgemek hatalı olur. Bu sistemler alternatifin çok ötesindedir. Birtakım dönüşümleri, duruşları içinde barındırır. Çünkü bu uygulamalarda yerel bilgi, yerel girdi, yerel pazar, dayanışma ve kolektiflik, bağımlılıkların azaltılması ön plandadır. Bununla birlikte endüstriyel tarımın alternatifleri olarak sunulan ve prestijli kurumların da savunuculuğunu yaptığı, hatta aynı kavramlarla vurgu yaptığı benzer birçok sistemin yine endüstriyel uygulamalar olduğunu görüyoruz. Bu uygulamalar; büyük yatırımlar ve paralar gerektiren, az sayıda insan emeğine ihtiyaç duyan, son sistem teknolojiler yardımıyla yine çok üretip, çok tükettirmekle ilgilidir" dedi.
İnsanlığın önünde iki farklı uygulama seçeneğinin bulunduğunu belirten Çelik, "Endüstriyel tarım sistemini uygulayan ve savunanlar; teknolojiyi, kaynakları hoyratça kullanıp, verimliliği, üretimi artıralım, maliyetleri emeğin sömürüsü ile azaltalım, ihracat yapalım, tekel olmak için satın almalar ya da birleşmeler yapalım kısacası her şeye rağmen büyüyelim derken, başka ve önemli bir kısım da agroekolojiye, biyo çeşitlilik korumasına, entegre mücadeleye, adil etik ve kısa tedarik zincirine, üretici ve tüketici, tarım emekçilerinin kooperatifler, sendikalar aracılığıyla örgütlenmesini geliştirmeye, gıda kayıp ve israfını azaltmaya odaklanıyor" şeklinde konuştu.
"Büyüme, üretme ve tüketmeye yönelik bakış açımızı değiştirmeliyiz"
Çelik, sözlerini şöyle sonlandırdı:
Hangi tarafta yer alıp geleceğimizi nasıl şekillendireceğimiz önemli. İkinci tarafın doğru olduğu gerçeği her geçen gün daha fazla anlaşılıyor. Krizlere neden olan uygulamaları, modelleri, olumsuz dışsallıkları göz ardı ederek yalnızca sayısal artışlarla değerlendirdiğimiz büyüme, üretme ve tüketmeye yönelik bakış açımızı değiştirmeliyiz.
"Beslenme ve sağlıklı gıdaya erişim en temel insani haklarımızdan birisidir"
Endüstriyel tarımın beslenme alışkanlıklarımıza etkisini konuşabilmek için öncelikle beslenmenin ne olduğunu açıklamamız gerektiğini söyleyen Diyetisyen Dicle Dilan Salman, "Beslenme ve sağlıklı gıdaya erişim en temel insani haklarımızdan birisidir. Beslenmeyi sadece karnımızın doyması, gerekli enerjiyi almak olarak açıklamak doğru değil. Sağlıklı ve aktif bir yaşam sürmemiz; yeteri kadar enerji almanın yanında vücudumuz için gerekli olan karbonhidrat, protein, yağ, vitaminler gibi besin öğelerini almaya da bağlıdır. Sağlıklı ve aktif bir yaşam sürdürebilmek için de tükettiğimiz gıdaların bu besin öğelerini içermesi, bizi hasta etmemesi, hastalıklardan koruması gerekir. Oysa, gıdanın sadece kaloriyle eşdeğer bir meta haline geldiği, kar odağı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bugün hakim durumdaki endüstriyel tarımla üretim yapan gıda sistemi, gıdanın hak olması için çok uygun bir sistem değil. Kar amacına bu kadar odaklanmış bir sistem içerisinde de halk sağlığından söz etmek, halkın sağlığı için üretim yapmak da haliyle çok söz konusu gözükmüyor" şeklinde konuştu.
"Dünya çapında 720 ile 811 milyon insanın açlıkla karşı karşıya"
Endüstriyel tarımın özellikle "yeşil devrim" diye adlandırılan ve 1940 sonrası dönemde insanlığı doyurabilmek için tek çözüm yolu vaadiyle tabaklarımıza yerleşmeye başlayan bir üretim modeli olduğunu belirten Salman, "Ancak Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme 2021 Raporu, açlığın arttığını, dünya çapında 720 ile 811 milyon insanın açlıkla karşı karşıya olduğu; dünyadaki yaklaşık üç milyar insanın, en ucuz sağlıklı beslenmeyi bile karşılayamadığını söylüyor. Bu verilerden hareketle, endüstriyel gıda sisteminin insanlığı besleyebildiğini, adil bir paylaşım yapılabildiğini söyleyemeyiz" dedi.
"İnsanlar besleyici gıdalar yerine; uzun raf ömrüne sahip, ucuz, besin değeri düşük, yüksek enerjili besinlere yönelmek zorunda kalıyor"
İnsanların üretim sürecinde söz ve bilgi sahibi olmamasının onları sadece "gıdayı satın alan kişi" haline getirdiğini vurgulayan Salman, "Şu an geldiğimiz noktada eşitsizliklerin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde; toplumun bir kesimi takıntılı bir şekilde sağlıklı gıda arayıcısı olurken diğer bir kesim ise sadece karnını doyurabilmek için azalan gelir ile birlikte taze, besleyici gıdalar yerine; uzun raf ömrüne sahip, ucuz, besin değeri düşük, yüksek enerjili besinlere yönelmek zorunda kalıyor" ifadelerini kullandı.
"Endüstriyel tarımla üretilmiş gıdalarda çok yoğun toksik metal birleşimlerin olduğunu görüyoruz"
Yerel tohumlarla ve kadim bilgilerle üretilen gıdaların yerini bugün süpermarketlerden satıl alınan endüstriyel tarım sistemiyle üretilmiş gıdaların aldığını belirten Salman, "Endüstriyel tarım sistemine baktığımızda; kimyasal girdilerin yoğun olarak kullanıldığı (pestisit, suni gübre, hormon gibi), hibrid tohumların kullanıldığı, bölgede tek bir ürün çeşidinin üretilmesi olarak açıklayabileceğimiz mono kültür bir üretim modelinden bahsediyoruz. Bu üretim şeklinde birçok kanserojene maruz kalıyoruz. Endüstriyel tarımla üretilmiş gıdalarda çok yoğun toksik metal birleşimlerin olduğunu görüyoruz. Bunların da uzun vadede birçok hastalığa neden olduğunu görüyoruz" dedi.
"Bir diyetisyen olarak danışanlarıma, endüstriyel gıdanın bize neden iyi gelmediğini anlatmaya çalışıyorum"
Endüstriyel tarımla üretim yapılan gıda sisteminin, birçok "normal" olmayan (sağlıksız, sahte, kalitesiz, besleyicilikten yoksun) durumu "normal" olarak gösterdiğini vurgulayan Salman, "Kıtalar aşarak gelen gıdaları, içeriğinde katkı maddesinden palm yağına vücudumuza ve sağlığımıza zarar veren maddeleri içeren gıdaları, her çeşit sebze-meyvenin yılın her döneminde olabilmesini bize normal kılıyor. Besin içeriğine değil gıdanın kalorisine odaklanmamız gerekiyor ve yukarıda belirttiğim durumlar aslında 'normal ve sağlıklı' olan değil. Bunu sıklıkla kendimize hatırlatmalı, meselenin ana özneleri olduğumuzu görmeli, sağlıklı gıdayı talep etmeli ve buna dair kolektif olarak çözümler aramaya devam etmeliyiz. Ben de bir diyetisyen olarak danışanlarıma sağlıklı beslenmeyi aktarmaya çalışırken, ekolojik olarak üretilmiş olanı tercih etmelerini sağlamaya, endüstriyel gıdanın bize neden iyi gelmediğini anlatmaya çalışıyorum" ifadelerini kullandı.
"Toplumun iyi beslenmesi için kamunun da ekolojik üretim çabalarına destek vermesi gerekmektedir"
Yanlış ve sağlıksız beslenmenin, eğer gıda zehirlenmesi değilse, yanlış ilaç kullanımı ya da gazdan zehirlenme gibi anında etki yaratmadığından dolayı masumane gözüken ancak uzun vadede çok daha fazla hastalığa yol açtığını söyleyen Salman, sözlerini, "Uzun süre yoğun pestisitle, kimyasal gübre ile, hibrid tohumla monokültür biçimde üretilen gıdaları tükettikten sonra, yılların birikimi birçok hastalıkla geri dönüyor. Bugün yapılan çalışmalar da bize bunu gösteriyor. Birçok endokrin sistemi hastalığı, nörolojik hastalıklar, kalp hastalıkları, otoimmün hastalıklar, kanser gibi hastalıkların kaynaklarına baktığımızda toplumun yanlış ve kötü beslenmesinin çok büyük bir etkisi bulunuyor. Bunu sadece bireysel hatalar olarak görmek, tek tek insanlara yüklemek doğru değil. Toplumun iyi beslenmesi, sağlıklı gıdaya ulaşabilmesi için kamunun da üretimden başlamak üzere birçok politika geliştirmesi; kontrol süreçlerini sıkı tutması, denetimler yapması, kontrolü elinden bırakmaması, ekolojik üretim çabalarına destek vermesi gerekmektedir" şeklinde sonlandırdı.
Gıda krizinin kendisini gösterdiği pek çok biçim ve düzleme baktığımızda, endüstriyel tarım sisteminden kaynaklanan nedenlere ve etkilere ulaşıyoruz.
Endüstriyel tarım sistemini araştırdığımız bu dosyamızda, bu sistemin; çiftçiler, Türkiye'de tarım ekonomisi, genel ekonomi, halk sağlığı, beslenme ve tarım kapasitesi gibi pek çok alanda ağır tahribata yol açtığı yönünde farklı alanlardan uzman görüşlerine ulaştık.
Endüstriyel tarımın yarattığı tahribatın ötesinde, nedeni ve etkeni olduğu gıda krizinin farklı yönleriyle derinleşmesi, doğal olarak endüstriyel tarım ve gıda sisteminin sorgulanmasına yol açıyor.
Endüstriyel tarım sisteminin sürdürülemez hale gelmesiyle, yerini alacak yeni tarım ve gıda sisteminin gündeme gelmesi ise yaşamın devamlılığı kadar ehemmiyetli ve meşru bir gündemi oluşturuyor.
© The Independentturkish