II. Mahmut, döneminde "tesis-i sani"; yani Osman Gazi sonrasında Osmanlı Devleti'ni yeniden kuran padişah olarak bilinmekteydi.
Bu unvanı boşu boşuna almamıştı. Çok köklü bir dizi reform başlatarak sadece imparatorluğun çehresini değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda ömrünü de uzattı.
Ancak bu reformlar özellikle de kılık kıyafet reformu büyük tepki çekti ve hatta isyanlara neden oldu.
Mahmut'un gerektiğinde silaha başvurmaktan çekinmemesi açık tepki ve isyanları sonlandırsa da gizli bir muhalefetin doğması ve söylentilerin yayılmasına yol açtı.
Padişaha bir sürü isim ve lakap takılmıştı. Bunlardan en bilineni "Gâvur Padişah"tır. Bu lakap o kadar yerleşmiştir ki günümüzde bile II. Mahmut geleneksel İslami inanç ve uygulamalarına karşıt ve hatta laik bir padişah olarak bilinmektedir.
Oysa tam tersine II. Mahmut oldukça dindardı ve hatta Osmanlı toplumunda dini kural ve değerlerin ihmal edildiği düşüncesindeydi.
Ona göre askerlerin vaziyeti çok daha kötüydü. Öyleyse devlet müdahil olmalı ve herkese "doğru" dini öğretip uygulatmalıydı.
Bu çerçevede Mahmut, beklenmedik bir karar vererek ordu içinde askeri imamlık müessesini tesis etti.
Karar şaşırtıcıydı; çünkü klasik Osmanlı askeri sisteminde birliklerde kadrolu din adamı bulunmamaktaydı. Yeniçerilerin ocak imamı bile sembolik bir makamdı ve ortalarda kadrolu imam bulunmazdı.
Askerler özellikle sefere giderken kendi aralarında topladıkları parayla imam kiralardı. Benzeri şekilde üst düzey komutanlar da kendi şahsi imamlarıyla sefere çıkardı.
Sefere çıkan ordunun peşine tüccar ve esnaflarla beraber medrese öğrencileri de takılırdı. Bunlar bahşiş karşılığında dua okurlar, cenazelerin definlerinde görev alırlardı.
Sefer bitince kiralanmış imamların da görevleri sona ererdi. Büyük kışlalarda bile daimî imamlar bulunmadığı gibi çoğu kışlada cami de yoktu.
II. Mahmut'un askeri imamlığı ihdas etmesinin bir başka sebebi ise komutan ve askerlerin kendi imamlarını kendilerinin seçip ücretlerini ödemesi sonucu çok farklı dini akım ve tarikatlardan din adamlarının ordunun içine girmesidir.
Yeniçeri Ocağı'nın özdeşleşecek derecede Bektaşilerle içli dışlı olması çok bilinen bir örnektir. Ancak asıl sorun heterodoks ve hatta ihtilalci din adamlarının orduya nüfuz etmesiydi. Çoğu askeri başkaldırıda din adamlarının da yer almaktaydı.
Ordu içindeki dini düzensizlik ve anarşiden çok rahatsız olan II. Mahmut'un 1826'da kanlı bir şekilde klasik ordu kurumları ve Yeniçeri Ocağı'nı yok ettikten sonra yerine kurduğu yeni orduya "Asakir-i Mansure-i Muhammediye"; yani Muhammed'in muzaffer askeri ismini koyması bir tesadüf değildir.
Zaten Yeniçerilere karşı kurduğu ittifakın önemli bir ortağı ulemaydı.
Mahmut sadece isimle yetinmedi. Sünni İslam öğreti ve uygulamalarını esas alarak dini orduya resmen soktu. Önce her büyük kışlaya cami inşa edildi ve bunlara kadrolu imamlar atandı.
Bu yazının konusu açısından en önemlisi ise tabur ve daha üstü birliklere imamların atanmasıdır. Aslında birliklere kadrolu imam atamasını ilk defa bir başka reformcu padişah III. Selim gerçekleştirmişti.
Ama Nizam-ı Cedit reformlarının büyük bir isyanla kanlı bir şekilde sona ermesi yüzünden askeri imamlık denemesinin ömrü kısa olmuştu.
Yeni askeri imamlar da askerler gibi kendilerine has üniforma giymekteydi. Zaman içinde onlar için de rütbe ve kademe sistemi tesis edildi.
Askeri imamların en önemli görevi, seferde askerlere moral ve motivasyon verip daha gayretli savaşmalarını temin etmekti. Bunun için barış döneminden itibaren askerlere düzenli dini dersler vermekle mükelleftiler.
Çünkü askerilerin çoğunluğu temel dini bilgilere bile haiz değildi. Padişahın peygamber olduğunu sanan askerlerin bulunduğu bir orduda imamların sorumluluk ve görev yükü ağırdı.
Ayrıca askerlerin çoğu okuma-yazma bilmediğinden imamlar okuma-yazma kursları açmaktan da sorumluydu.
II. Mahmut ve devlet ricalinin çabasına rağmen genç ve parlak din adamları askeri imam olmak istemedi. Çünkü askeri imamların sorumlulukları fazla ve görev koşulları ağır olmasına rağmen maaş ve statüleri düşüktü.
Bir çözüm askeri imam yetiştirmek için ayrı bir okul açılmasıydı. Ama çeşitli nedenlerle bu tercih edilmedi ve mevcut medrese mezunları ve hatta öğrencileriyle yetinildi.
Statü ve maaş düşüklüğü askeri imamlık cumhuriyetin ilk döneminde sona erinceye kadar devam etti.
Askeri imamlar II. Mahmut'un istediği gibi ordudaki dini karmaşa ve anarşiye son vermeyi başardı. Savaşta cephede askerlere moral verdiler ve cephe gerisinde kurallara uygun bir şekilde definleri gerçekleştirdiler.
Ama askerlere temel dini bilgi verme ve okuma-yazma öğretmede başarısız oldular. Askerin ders kitaplarını bile sivil din adamları kaleme almaktaydı.
Üstelik üniforma giymelerine ve resmen ordu mensubu olmalarına rağmen ne askerler ne de subaylar onları kendi aralarına aldı.
Mektepli subaylar birliklere atanmaya başlayınca askeri imamların yapması gereken çoğu görevi onlar üstlenmeye başladı. Bazı eserlerde iddia edilenin aksine mektepli subaylar din düşmanı değildi.
Tam tersine imparatorluğun ayakta kalması için gereken her şeyi yapmak istedikleri için Müslümanlığı birlik ve bütünlüğün tutkalı ve savaşta askere cesaret ve gayret veren moral kaynağı olarak görmekteydiler.
Sonuçta askeri imamlar yavaş yavaş işlevlerini kaybetti.
"Gâvur Padişah" denilen II. Mahmut radikal bir adım atarak askeri imamlık statüsü yaratmıştı ama ne o ne de ondan sonraki gelen padişahlar gereken desteği sağlayıp askeri imamlığın gelişmesi için bir somut bir girişimde bulunmadı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish