Bir Taşköprü güncesi…

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Taşköprü, Adana, 1990 / Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Gece yarısını çoktan geride bırakan bir vakitte, Adana'nın otogarına indiğimde alışık olmadığım bir insan kalabalığıyla karşılaştım. Otobüs reyonlarının önünde balya balya yataklar, çuval çuval erzak ve ev eşyaları üst üste yığın halde bekliyor, yükleniyor, iniyor; yolcuların kimisi giderken, kimisi benim gibi Adana'ya geliyordu.

Eşya, öyle çok eşya var ki anlatamam… Otobüs bagajları ağzına kadar dolu. Gelenler yatak yorganlarıyla gelmiş, erzak getirmiş, gidenler de aynı, eli boş dönmüyorlar. Resmen taşınıyorlar.

Hem giden yolcu otobüsleri hem de gelenler tıka basa eşya ile dolu. Çukurova hem taşınıyor hem de yoğun bir göç alıyor. Birileri terk ediyor, birileri geliyor.

Böylesi tezat bir durum var Adana Otogarında.

Olağanüstü bir gece olmalı diye düşünüyorum. Ama bir olağanüstülük de yok aslında. Ne bayram ne seyran. Zaman mecrasında ilerliyor, mevsimlik hayatların yıllardır ilk durağı olan Çukurova olağan günlerini yaşıyor. 

Hepsi bu…

Buna rağmen gecenin bir yarısını çoktan aşmış saatlerde otogardaki insan kalabalığı beni şaşırtıyor.

Gecenin ilerleyen saatleri, hatta sabaha doğru olmasına karşın sıcak bir hava karşılıyor beni, yüzüm yanıyor, nem kokuyor ortalık.

Kalabalık içinde yol aldıkça hava ağırlaşıyor, ter basıyor vücudumu. Ellerim yapış yapış olurken, elbiselerim terden ıslanıyor.

Daha sabaha çok var.  Bir yer bulmalı, oturup nefeslenmeli diye geçiriyorum içimden.

Çevreme bakıyorum. Otogar dışında her taraf kapalı. Zaten çoğu ya lastikçi ya da oto tamircisi.

Sakin, dinlenebileceğim bir yer bulamıyorum.

Servise binip, merkezde bilmediğim, tanımadığım Adana'nın ıssızlığında, son durakta iniyorum.

Gece tezgah açan ciğercilere nerede olduğumu soruyorum. Tuhaf tuhaf bakıyorlar yüzüme.  

Çorbacılardan bilgi alıyor, şirdancıları izliyorum zaman zaman. Ömrümde ilk defa geldiğim kentin sokaklarında gecenin bilmem kaçında yön, mekan, yol bilmeden ilerliyorum. 

Gecenin karanlığında yer yer ıssız, yer yer hareketli sokaklardan Karataş minibüslerinin kalktığı garaja doğru ilerliyorum.

Adres aynen şöyle:

Sağa sola sapma, ilerde Taşköprü'ye varacaksın. Taşköprü'yü geç, hemen sağda Karataş minibüslerini bulabilirsin.
 

2007 YILI 033.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kaybolmamak için verilen tarife uygun bir şekilde ana caddeden yürüyorum. Sokak lambaları sisten dolayı oldukça cılız bir ışık yayıyor.

Yaz ortasında sis. Bir anlam veremiyorum. Doğduğum kentin havasına hiç benzemiyor. Biz de sis ancak kışın görülür.

Burada yağmur yağmasa bile gökten aralıksız nem, çiğ yağıyor.  Yollar, ağaçlar, binalar her taraf ıslak. Henüz iş yerleri açılmamış, ortalıkta gecenin tenhalığı var.

Sokaklarda benim gibi tek tük yolcuya rastlamak, iş için Çukurova'ya gelenlerle karşılaşmak mümkün.

Bazı sabahçı kahveler işçilere, amele ve mevsimlik işçilere çalışıyor, gün yirmi dört saat açıklar ve sabahlıyorlar. Bu tür kahvelerde kalabalık bir müşteri topluluğu var. Sanırsın gündüz.

Bir farkla, bu saatte zaman öldürmek için oyun oynayan yok. Herkes beklemede. Olduğu yerde uyuklayan, başını elleri arasına alan, köşelerde sessizce oturanlar göze çarpıyor.

Hüzün kokan bu kahvelerde yarım saatte bir çay servisi yapılıyor. İçmeyen olursa "Ağaç gölgesi değil hemşerim" diyerek önlerine sürüyorlar cam bardakta, sıcak ama bayat çayı.

Adana sokaklarında bu saatte bile ciğer kebap yapan, sıcak şırdan satan ve şalgam tezgahları açan satıcılara rastlamak mümkün.

Hatta bu tür yerler sadece gece açar, gündüz sokaklardan çekilir. Yemek için ilginç bir saat ama tezgahlardan yemek kokusu yayılıyor, müşterileri geliyor.

Öyle yolcu işi de değil. Basbayağı günlük müşteriler arabalarıyla yanaşıp, oturuyorlar. Bir de sıcak halka tatlı ve peynirli su böreği satan seyyar satıcılar var her köşe başında. 

Adana'yı ziyaret etmeden önce Yaşar Kemal'in kitaplarından ve Yılmaz Güney'in filmlerinden şehri öğrendiğimi söyleyebilirim.

Çocukluğumdan beri hayatımda yer edinen bir gurbet kenti. Adana'ya çalışmaya gelenlerin anlattığı birçok yer ezberimde duruyor.

Sanki bu kentte yaşamışım hissi var içimde. Oysa ilk kez geliyorum bu sıcak ve olağanüstü nemli memlekete.

Bu fırsatı iyi kullanmalıyım diye düşünüyorum. Elimde analog makinam var ama her önüme geleni çekecek filmim yok.

Gittiğim yerde lazım olur düşüncesiyle çevreyi gözlemleyerek, bir dahaki sefere fotoğraf çekeceğim yerleri zihnime kaydederek ilerliyorum.

Gece fotoğrafları için de yeterince hazır değilim sanırım. Bu nedenle fotoğraf çekmeden yürümeye devam ediyorum.

Eski Adana denilen bölgeden ilerliyor, toprak tuğladan yapılmış yapılar arasından geçiyorum.

Adana'nın havası çarpıyor beni. Önce boynum, sonra sırtım ağrımaya, üzerimdeki basınç giderek artmaya başlıyor.

Sanki zor bela kaldıracağım bir yük taşıyormuşçasına bir yorgunluk var üzerimde. Buna rağmen gecenin loş ışıkları altında Taşköprü'ye varmak için hızlanıyorum.

Doğrusu karşıma ne çıkacağını bile bilmiyorum. Öylesine yürüyor, anılar biriktiriyorum sanki.

Ortam sisin, nemin ve baskın sıcak bir havanın hâkimiyetinde. Otobüsten indiğimden bu yana ortalama bir saat, belki daha fazla yol yürümüşüm. 

Nihayet bütün sokaklar Seyhan Nehri'nin kıyısında son bulup, başka yönlere dönüyor. Ha işte burası diyorum ama köprüyü görmeyince duraklıyorum olduğum yerde.

Birkaç metre ileride börek satan seyyar satıcıya sorduğumda biraz daha ileriyi göstererek, Urfa lehçesiyle "aha orası hemşerim" diyor.

Dediği yönde birkaç dakika yürüdükten sonra Taşköprü'yü görüyorum artık. Nehir durgun, sessiz ve dalgasız.
 

2007 YILI  025.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Hatta su olduğu bile belli değil. Bir karartı gibi duruyor. Köprü ayakları ışıklandırılmış ama siste öylesine belirsiz duruyor. Bu anı fotoğraflamalıyım diye düşünüp, basıyorum deklanşöre. 

Biraz daha yaklaştığımda görkemi ayaklarından belli oluyor. Adından da anlaşılacağı üzere beyaz taşlardan yapılmış uzun bir köprü.

Oldukça eski olmalı diye düşünüyorum. Ne kadar eski, orasını bilmeden köprünün kaldırım taşlarından ilerliyorum. Köprünün altında Seyhan Nehri büyük bir sessizlik içinde akıyor.
 

1990 YILI 1864.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş (1990)

 

Erkenden uyanan işçiler, rençberler, ameleler işe yetişme telaşında olanlar uyku mahmurluğunda yol alıyorlar. Henüz tan ağarmamış.

Köprünün ayaklarındaki ışıklandırma sisler içinde belli belirsiz görünüyor.  At arabaları, seyyar satıcılar, taksiler, pikaplar köprü trafiğinin olağan müdahiller köprünün üzerinden ilerlerken gelen giden bana bakıyor, ben de gelen gidene.
 

2007 YILI  030.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Büyük bir ihtimalle bu saatte fotoğraf makinesiyle ne yaptığımı merak ediyorlar. Kimisi benim gibi yolcu, kimisi işçi, kimisi ırgat…

Minibüs durağına varmasına varıyorum ama henüz minibüsler sefere çıkmamış. Gün doğumundan sonra başlayacağını öğreniyorum.
 

2007 YILI  029.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Köprüye geri dönüyorum çaresiz. Bir yorgunluk var üzerimde. Yürümenin sancısı ayak tabanlarımda kendini belli ediyor.

Sırtım, omuzlarım ağrıyor. Sanırım Çukurova'nın basık ve nemli havası beni yorgun düşürdü.

Köprünün tam ortasında Seyhan Nehri'nin akışını izlerken, bir yandan da gelip geçenleri izlemeye çalışıyorum.

Adana ilginç bir kent. Havası, suyu, bitki örtüsü ve toplumsal yapısıyla ilginç bir profil çiziyor.

Her ilden insan var. En çok da Kürtler göç etmiş olacak ki adım başı Kürtçe, Zazaca konuşan insanlara rast gelmek mümkün.

Her dilden, her dinden insan var demek abartı olmayacak sanırım.
 

2007 YILI  038.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kent hem yeşil hem de korkunç nemli. Bir de mevsimlik işçilerin birinci durağı, yılların gurbet kenti. Tarımın olağanüstü yurdu.

Artık güneş doğmak üzere. Hala sis dağılmış değil. Bulanık ve ıslak bir hava var. Su kokuyor sanki.

Köprünün doğu yakasında bulunan Petrol Ofisi'nden kalkan minibüslere binerken, sıcaktan içim daralıyor. Tarih 29 Ağustos 1990.

Yıllar içinde birçok kez Taşköprü üzerinden gerek yaya gerekse de araçla geçtim. Her geçtiğimde 1990 yılında gecenin bir yarısında ilk ziyaretim aklıma geldi.

O geceki nemi, boğucu sıcak havayı hiç unutamadım. Taşköprü'nün kayganlaşan döşeme taşlarını zihnimden çıkaramadım. 
 

IMAG1775-EFFECTS-02.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bugün artık araç trafiğine kapatılan 1700 yıllık köprü yılların yorgunluğunu yaşasa da bütün görkemiyle hala Adana için simge yapılardan.

Harika bir mimarisi ve taş dokusu var. Seyhan Nehri'ni bilenler bilir ki iki yakası nehir debisinden dolayı çok sağlam değil, tümden toprak ya da kum.

Kaya ve sert bir zemin yok.  Köprü ayaklarını besleyen beton ve demir de kullanılmamış. Tamamıyla taşlardan örülmüş, devasa kaya dolgu kullanılmış.

Asırlardır ayakta durmasını taş bloklara ve iç içe geçmiş lahit taşlara borçlu.
 

hadrianusun-_koprusumu.jpg
Fotoğraf: Pinterest

 

Köprünün Roma döneminden kaldığı biliniyor. Bu dönemden kalma kitabe Adana Arkeoloji müzesinde sergileniyor.

Bu köprünün iki açıdan önemi var. Biri çok eski tarihe sahip olması, ikincisi hala kullanılan en eski köprüler arasında yer alması.

Her ne kadar 1700 olduğu tespit edilse de köprünün Hitit kitabelerinde bahsedilen köprü olduğunu da ileri sürenler var.

Bu teze göre ise köprünün yaşı 3500 yıllarına denk geliyor. Köprünün orta ayaklarında birinde aslan kabartması olması da başka ilgi çekici yön. Aslan Hititleri çağrıştırıyor. 

Arkeolojik açıdan kesin olan ise köprünün "IV. (385) yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılmış olması. Asırlardır kullanılan köprü Harun Reşit tarafından  (766-809) bazı eklerle Adana Kalesi'ne birleştirmiştir.

IX. yüzyıl başında Harun Reşit'in oğlu olan 7'inci Abbasi Halifesi Memun (786-833) tarafından onartılmıştır. III. Ahmet (1713), Kel Hasan Paşa (1847) ve Adana Valisi Ziya Paşa (1789) tarafından da değişik zamanlarda tamirat görmüştür. Bu üç onarımının yazıtları mevcuttur. Son onarım 1949 yılında yapılmıştır.

Taş Köprü 319 metre uzunluğunda ve 13 metre yüksekliğindedir. 21 kemerinden 14'ü ayaktadır. Yedi ayak yapılaşma ve zamanla toprak altında kalmıştır. Ortadaki büyük kemerde iki aslan kabartması görülmektedir." 1
 

adana-nin-eski-fotograflari-711639_4149_22_b.jpg
Fotoğraf: Twitter

 

Asırlar önce inşa edilen köprüden son geçtiğimde sadece yaya trafiğine açıktı. İlginç olan hala 1990 yıllarında olduğu gibi her sabah, güneş doğmadan işçiler tarafından kullanılıyor olması.

Bugün artık bu işçi ve ırgat topluluğuna Suriyeli sığınmacılar da katılmış. Her gün binlerce işsiz, işçi, ırgat, sığınmacı köprünün taş döşemelerine basarak umuda yolculuğa çıkıyor.

Tıpkı 30 yıl önceki gibi yoksulların kısa yolu olarak varlığını sürdürüyor. Seyyar satıcılar, simitçiler, tatlıcılar ve yerde tezgah açanların uğrak yeri olmaya devam ediyor.

Asırlar öncesi ruhu günümüze taşıyor, taşın olağanüstü dayanıklılığını ve estetiğini bize sunuyor…

Taşköprü belki sonsuza kadar varlığını koruyamaz ama bakım ve restorasyonu yapıldığı müddetçe Adana'nın iki yakasını umudu birbirine bağlar gibi, birleştirmeye devam edecek.

 

 

Kaynak:

1. Kültürportalı

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU