Bir yeri tanımak için, güneş doğmadan sokaklarda olmalı insan. Otogarlar, tren istasyonları, ibadet merkezleri, köprü altları ve otobüs durakları, toplu taşıma araçları gerçekliğin aynasıdır.
Hakikat, bu saatlerde abartısız, yalın ve çıplaktır. Ne makyaj, ne de maske vardır insan yüzlerinde.
Her şey çıplak, çırılçıplaktır. İnsan yüzleri uykunun derin izinde daha yalındır, yalansız ve sahicidir.
Özellikle büyük kentlerde evsizler parklarda bulabildikleri banklarda, köprü altlarında ve sığınabildikleri yerlerde uyurken, sokak köpekleri hemen yanlarındadır.
Oysa gündüz evsizler belirsizdir. Orada burada görünseler de kimse onların sokakta uyuduğunu bilmez, bilmek istemez.
Yaz kış, durum aynıdır aslında. Evsizler güneş doğduğunda uyanmak, varsa bir iki öteberisini uygun zulalarına yerleştirmek ve herkesten önce yaşama akmak zorundadır.
Herkesin olduğu saatlerde parkta, kaldırımda, bankta, köprü altlarında uyumak mümkün olmadığına göre, erkenden katılmak gerekiyor yalana, dolana.
Keza evsizlerin yoldaşları olan mülteciler de açık alanda, ısınmak için bulabildikleri battaniyelere sarılarak uyurlar, çoluk, çocuk. Evsizlerin çocukları yoktur genelde, ama mülteciler dizi dizi bebelerle yaşamak, geceyi sabahlamak zorundalar.
Yatakları beton, yastıkları kartondur. Yanlarında yarım kalmış ekmek ve yeryüzünün laneti olan tanınmış gazlı meşrubat şişeleri… Her şey bu kadar olağan hale gelmiş bir fotoğraf karesi gibi.
Yoksunların saati, bu saattir. Varlıklarının en çıplak göründüğü saattir.
Sonrası kocaman bir karmaşadır.
Erkenden uyanan işçiler, gündelikçiler ve memurlar bir karmaşanın aktörleri ve figüranlarıdır.
Yönetmenler ise uykuda, sırça köşklerde sevişmelerdedir.
Bu saatlerde ekmek yiyenler, hayatları üç öğün ekmek olanlar sokaktadır.
Gözlerinde uyku, bedenlerinde yorgunluk, yüreklerinde umut, yanı başlarında ise kurumuş bir ekmek ve belki bir dilim peynir...
İşçiler, yolcular, mülteciler, evsizler, çaresizler, yoksunlar bu saatte dışarıdadır.
Gerçek bütün çıplaklığıyla sizi karşılayacak, birçok değişik yaşantı biçimini bir arada göreceksiniz.
Ben de bugün öyle yaptım.
Sabahın 5'inde sokağa kendimi attım…
Önce otogar ve çevresinde hayata aktım. Kimsecikler yok gibi ama aslında gündüz gibi kalabalık.
Sadece insanlar ayakta değil. Bulabildikleri yerde ya uzanıp, uykuya dalmışlar, ya da oturarak uyuyorlar.
Yaşam yavaşlamış gibi.
Belediye otobüsleri seferlerine halen başlamamış. Bazı işçi servisleri vardiya değişikliğine hazırlanırken, yolcular vazlizlerle ulaşmak istedikleri yerler için araç bekliyorlar.
Ama herkes uyuyor sanki. Gözler açık, bedenler ayakta ama beyin uyuyor.
En çok işçiler sokakta. Kadın işçiler dahil, işçiler erkenden iş için yataklarından fırlamış gelmişler. Ellerinde iki üç somun, yanında kahvaltı için içecek ya da salatalık, domates.
Bu saatte en çok yoksullar ekmek alır; işçiler, evsizler ekmek yer.
Elinde ekmek olanlar yoksuldur, kesin.
Çünkü ekmekten başka yenecek bir şeyleri yoktur da ondan.
Siz hiç parası olan birisinin ekmek alıp, yola çıktığını gördünüz mü?
Ben görmedim.
Ekmek alanların çoğu yoksullardır.
Ekmek fiyatı artınca bu nedenle en çok yoksullar huzursuz olur...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish