Ordanburdan şarkılar ve öyküleri (6)

"Ordanburdan" şarkılar öyküleri ve anımsattıklarıyla tüm duyu organlarınızın hizmetinde!

Her şarkının bir anımsattığı, her şarkının duygulara eşlik edeni ve kuşkusuz bir hikayesi var.

Bilindik ve bilinmedik, farklı dönemler, farklı sesler ve yıllardan "ordanburdan" şarkılar öyküleriyle artık her cumartesi tüm duyu organlarınızın hizmetinde! 

Ne var ki müzik sözle konuşmaz. İçimizde yarattığı şey de yeni bir kaostur. Basit, sıradan sözcükler! Nasıl da korkunçturlar! Nasıl duru, canlı ve acımasız! İnsan onlardan kaçamıyordu. Gene de nasıl elle tutulmaz bir büyüleri vardı! Maddesiz şeylere esnek bir form verme yeteneğine sahiptirler sanki, sanki kendilerine özgü bir müzikleri vardı, viyola gibi, flüt gibi tatlı. Gündelik sözler ha! Sözden daha gerçek bir şey var mıydı?

Oscar Wilde

 

"Herkes Öldürür Sevdiğini" (2021)

Bir yanda aynı soyadı taşımadığı öz dedesi Oscar Wilde'ın hayatını araştıran Merlin Holland.

Bir yanda Oscar Wilde'ın son ve ölümsüz eseri Reading Zindanı Baladı'nın içinden keskin bir bıçak gibi geçen "Herkes Öldürür Sevdiğini" dizelerini notalara taşıyan MERLYN.

İsim benzerliği tesadüf elbette.
 

FOTO 1.jpg
Oscar Wilde / Fotoğraf: Söylenti Dergi

 

Merlin'in dedesi İngiltere'de krallığın zindana gönderdiği isimdi.

Bu MERLYN Kral Arthur'un büyücüsü, en azından ismi itibarıyla.

Sizin bildiğiniz haliyle ise 2000'li yılların ilk yarısından bu yana İstanbul'un kalburüstü barları ve gece kulüplerinin pîrüpâk rock yapan müzik grubu.
 

FOTO 2.jpg
Fotoğraf: MERLYN

 

Bir zamanlar sahne aldıkları ne Ex Bronx ne Shaft duruyor yerli yerinde…

Ama onlar üretmeye, çalmaya, yaratmaya devam ediyorlar hala.

Grubun kıdemli bas gitaristi ve yeni vokalisti Armağan Dergin bir avukat, elektro gitardaki Emre Metin Bilginer uluslararası ilişkiler üzerine uzmanlaşmış bir akademisyen, davuldaki Burak Günsür ise bir mühendis.

Meslekleri böyle, yaşayışları ise tartışmasız müzik…

"Herkes Öldürür Sevdiğini" grubun yeni teklisi.

Yüzde 100 bağımsız bir eser bu şarkı. 

Plak şirketleriyle bile isteye çalışmadıklarını söylüyorlar, sırtlarını yetenek, arzu ve bir de 35 dolara mal ettikleri MERLYN Productions'a dayamışlar.

İstanbullu grup ile şarkılarına ilham veren İrlandalı şair arasında ilk bakışta tezat duran bir hal var aslında.

Çünkü Oscar Wilde, malum "L'art pour l'art" yani "Sanat sanat içindir" görüşünü savunan bir insan…

Birkaç yıl önce, ilk albümleri "Ayağa Kalk" için verdikleri röportaja bakılırsa MERLYN işin "Sanat insanlar içindir" diyen tarafında.

Ortada bir zıtlık var gibi görünüyor belki ama bu durum kulakların pasını silecek keyifli bir birlikteliği de beraberinde getiriyor.

Uzun süredir müzik dinlememiş olsanız da olmasanız da…
 

FOTO 3.jpg
Fotoğraf: MERLYN

 

Notaların daha önceden yazılmış sözler ve bilhassa şiirle evliliği hep zor olmuştur.

Ortaya koydukları eseri Vintage teatral bir ambiyans olarak tanımlayan, biraz daha analog havalı olduğunu söyleyen MERLYN'e göre ise söze beste yapmak daha kolay geliyor.

Şiiri bestelemek ise onlara göre her zaman için daha zor ve riskli.

Yine de "Bazen ayrı müzik ve ayrı sözler hiç beklenmedik bir anda çok güzel uyuşuyor. Bu şarkıda da öyle oldu" diyorlar.

Hem sözün müzikle konuşmayacağını söyleyen hem insanların günlük basit sözlerden kaçamayacağından hatta o sözlerin kendine has bir melodisi olduğundan bahseden Oscar Wilde, bu şarkıyı dinleseydi ne düşünürdü orası meçhul.

Gelgelelim birçok dinleyicinin üzerinde birleşebileceği bir gerçek var.
 


O da neredeyse 128 yıl sonra müzikle buluşan bu şiire MERLYN'nin verdiği "film noir" havası.

Hem de video klibinden bağımsız olarak…

Sadece gözünüzü kapatıp dinlediğinizde bile o karamsar havayı solumak mümkün.

Karamsar olduğu kadar gerçek ve hayatın içinden…

Nasıl olmasın ki?

Bırakın tek başına bestenin ortaya koyduğu atmosferi o besteyle harmanlanan şiirin öyküsü bile bu hissiyatı tatmak için kâfi.

Hayır, hikaye Türkiye'de birçoğunun bildiği gibi Ezel dizisindeki Ramiz Dayı karakterinin o muhteşem sesiyle başlamıyor.
 


Popüler kültürün, -elbette Tuncel Kurtiz'in el verişiyle- insanlara armağan ettiği az sayıda anlamlı hediyeden biri olsa da "Herkes Öldürür Sevdiğini" şiirinin öyküsü için zaman makinesiyle seyahate çıkmak gerekiyor.


Rotamız, 1894 senesi…

Yani şiirin yazılışından yaklaşık 4 yıl öncesi…

Yani 19'uncu yüzyıl günleri!

Yani insanların hayatlarında dikkat çekici farklılıkların görülmeye başladığı o zaman dilimi…

Yani endüstri devriminin toplumları etkilemeye başladığı yıllar…

Bir başka deyişle ticaretin arttığı, bugünün teknolojik gelişmelerinin tohumunun atıldığı, kentleşmenin başladığı, bazı ülkelerde köleliğe son verildiği seneler…
 

FOTO 4.jpg
Charles Thomas Woolridge / Fotoğraf: Get Reading

 

Bazı gerçeklerin, hatta günümüze değin uzanan gerçeklerin ise çok da değişmediği günler…

Zaman makinesinden indiğinizde sizi karşılayacak kişi Charles Thomas Woolridge…

Henüz 20'sinde İngiliz Ordusu'nun süvari alayı ordusu Royal Horse Guards'a katılmış genç bir adam kendisi.

Başında sincap kuyruklu bir miğfer, bedenini sarıp sarmalayan güçlü bir zırh ve siyah "safkan" bir İngiliz atı, yollara düşmüş.

Komutanı onun da içinde bulunduğu alayı Windsor'a yollama emri veriyor.

Komutan o emri vermeseydi belki Charles Thomas Wooldridge, Laura Ellen Glendell ile tanışmayacak, sevmeyecek, evlenmeyecek, kıskançlık krizine girmeyecek, sevgiyle hazımsızlığı birbirine karıştırmayacak, ayrılmayacak, taciz etmeyecek ve nihayet vahşi bir cinayet işlemeyecekti.

Belki!

Ve kuşkusuz düştüğü zindanda İrlandalı yazar ve şair Oscar Wilde'ın gözüne de ilişmeyecekti.

Adını, kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ama Robert Wilde'ın maharetli elleri ve tıp bilgisi sayesinde dünyaya yeniden apaydınlık gözlerle bakabilen İsveç Kralı II. Oscar'dan alan Oscar Wilde…

Yaşamı tek bir hayatın iki perdelik oyununu andıran Oscar Wilde…

Birinci perde: Oxford'da seçkin ve saygın bir yaşam. 

İkinci perde: Lord Alfred Douglas ile kötü biten ilişkisi sonrası hapse mahkûm olan bir insan.
 

FOTO 5.jpg
Görsel: Alamy

 

Yine Charles Thomas Wooldridge'e dönelim şarkıya hayat veren şiirin hikayesini anlamak için. 

Woolridge, Wilde ile aynı hapishaneye düşmeden önce Windsor'da evlendiği Laura Ellen Glendell ile neredeyse 10 yıl ayrı yaşamak zorunda kalmıştı.

Vazife öyle icap ettiğinden...

Atlı birlikteki görevi ağır bastığından…

Ama ikisi de sonlandırmamıştı evliliklerini bu ayrı gayrılığa, bu zorluğa rağmen…

Laura eğlenmeyi seven hayat dolu bir kadın, Charles ise kıskanç bir adamdı.

Ne vakit bir araya gelseler kavga kıyamet kopardı.

Charles eşinin kızlık soyadını kullanmaya başladığını öğrendiğinde deliye dönmüştü.

Karısına saldırmış, şiddet uygulamış, gözlerini yaralamış, burnunu tanınmaz hale getirmişti.
 

FOTO 6.jpg
Görsel: Get Reading

 

Laura hemen ayrılmıştı pek tabii.

Eski eşi yanına geldiğinde onunla görüşmeyi reddetmiş, olabildiğince kaçmıştı uzağa.

Günlerden bir gün Charles'ın kulağına Laura'nın yeni bir ilişkisi olduğu haberi geldi, "Seninle bir daha asla görüşmek istemiyorum" diye yazan mektup eşliğinde.

Hayat devam ediyordu en nihayetinde.

Sevgi zorbalıktan güçlüydü belki ama yine de yıkıntılardan yükselen şey zorbalık olacaktı işte.

Yalvar yakan eski eşiyle buluşma ayarlayan zorba Charles, Laura gelmeyince evinin önünde nöbete geçti.

Ve ilk gördüğü yerde usturayla kesti boğazını.

Sonrası hayli tanıdık:

Bıçağı elimden almasalardı kendi boğazımı da kesecektim!


Reading Hapishanesi'ne konulmuştu Charles, cezası idamdı.

Ve Oscar Wilde hikayesiyle birlikte tanımıştı bu adamı, bizzat tanışmasa bile.

Zindan günleri boyunca halini, tavrını, hareketlerini gözlemlemişti.

Ve baladın en vurucu kısmı çıkmıştı gönlü ile fikrinden, cezaevi yönetimi kendisine kalem ve kâğıt verdiğinde:

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.


"Çünkü herkes öldürebilir sevdiğini / Ama herkes öldürdü diye ölmez" derken Wilde, Charles'ı bir yandan aklıyor bir yandan ölüme mahkûm mu ediyordu?
 

FOTO 7.jpg
Görsel: Wikimedia

 

Herkes farklı bir şey söylüyor bunun hakkında hala.

Bence dönemin Birleşik Krallığı'nda "ahlaksız" ilan edilip mahpushanelere düşen ve Paris'te pespaye bir otel odasında yaşamı son bulan Oscar Wilde'ın bu şiiri hem keskin bir ahlak sorgulamasına girişenlerin hem sevdiğini incitmeyi asla göze alamayanların biricik eseri olmalı bir yönüyle de.

Nereden baktığınıza göre değişiyor.

Hatta kim bilir Wilde üzerine yıllardır kafa yorulan bu şiiri sırf üretebilmek, Charles'ın yaşamını biraz da sarakaya almak için yazmıştır. 

Hakikaten kimse bilemez.

Ama bu karanlık şiiri, kendi ışığıyla yola yeniden çıkaran Merlyn'in yaptığı her halükârda bir saygı duruşu gibi görünüyor, dahası edebiyat ile müziği kardeş kılıyor.

Elbette bir şarkı sadece hikayesi güzel diye dinlenmez, kabul.

İrlandalı Gavin Friday'ın 1989 tarihli aynı şiire yaptığı besteyi dinlerseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
 


Ya da Fransız oyuncu Jeanne Moreau'nun "Lysiane" karakterine büründüğü 1982 yapımı "Querelle" filmindeki o berbat halini…
 


İstanbullu MERLYN'in ortaya koyduğu çalışma ise nakarat kısmı hariç eşlik etmesi zor olsa bile dinlemesi ve düşünmesi keyifli, şiire de şaire de hikâyeye de hakkını veren bir eser.

3 dakika 46 saniyelik şarkının dinleyicilere attığı iki müzikal çengel var, en azından bu satırların sahibi için.

Şarkının en çekici yanları 30. saniye ile birinci dakikanın 48. saniyesi…
 

FOTO 8.jpg
Fotoğraflar: MERLYN&Sonoris Audio Engineering

 

Mastering işleminin Grammy ödüllü Adam Ayan tarafından Portland'daki Gateaway stüdyolarında yapıldığını hatırlatıp dinlenme kaygısından uzak ama bir yandan da dinlenesi bu şarkıyı bir köşeye not edin derim.

Elbette Gökçe Pehlivanoğlu imzalı klibini de oturup bir izleyin.

Sizi bilmem ama klibin sonunda ışık hızında hareket eden akreple yelkovan kadına karşı hiç değişmeyen ve yüzyıllara yayılan zorbalığa esaslı bir gönderme aynı zamanda…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU