Körfez ve Türkiye arasında yeni dönem: Toplumsal dönüşümü ve değişen jeopolitiği anlamlandırmak

Dr. Gökhan Çınkara Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

I.

Geçen hafta Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek ilginç bir kulis bilgisini paylaştı: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed Bin Zeydan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek için Türkiye'ye gelecekti. Çoğu kişi bu haberi şaşkınlıkla karşıladı.

Veliaht Prens, 24 Kasım günü Ankara'da Erdoğan ile görüştü ve heyeti ile birlikte bir dizi işbirliği anlaşmasına imza attı. 

Bu şokun nedeni aslında anlaşılabilir. 2011'de başlayan Arap Baharı süreci, bölgenin monarşileri ile Katar ve Türkiye'nin başını çektiği karşıt bloğu karşı karşıya getirmişti.

Bu durum artık geçmişte kaldı.

Ortadoğu yeni bir dönemin eşiğinde…

Bu yeni dönemin neleri işaret ettiğini gözlemlemek için (Körfez özelinde) makro düzeyde devletin, toplumun ve siyasetin değişen anlamına odaklanmak gerekiyor.

Devlet artık karşılıksız ve bolca rant dağıtan bir organizasyon değil.

Toplum ise, pasif, yerel ve kapalı bir zümrenin hakim olduğu yapı görünümü vermiyor.

Siyaset de milliyetçi ve dini sosyalliklerin ivmelendirdiği hiziplerin alanı olmaktan çıktı. 


II.

Körfez merkezli yeni diplomasi Arap ülkelerinin temel çekim noktasını oluşturuyor.

Bölgenin eski diplomasi merkezleri (Kahire, Bağdat ve Şam) önemini korusa da etkinlik açısından tablo değişmişe benziyor. Abu Dabi'nin ve Riyad'ın alacağı yeni pozisyonların değeri gün geçtikçe artıyor. 

Eski merkezlerin düşüşü sadece ekonomik gücün ve askeri caydırıcılığın bu ülkelerin ellerinden kaydığı ile açıklanamaz ölçüde karmaşık bir sürecin sonucu.

Mesele aslında Arap kimliğinin değişen yönünde ve toplum olmanın anlamında yatıyor.

Arapça konuşan halklar arasında etnik aidiyetin ivmelendirdiği Arapçılık veya dinsel inanışın harladığı ümmetçilik güncel ve çekici değil.

Araplar birlikte hareket etmeyi maddi çıkarları aşan üst değerlerde aramıyorlar. Bu sebeple Arap sokağını birleştiren olaylar, kişiler ve fikirler her geçen gün düşüşe geçiyor.

Sürekli tekrarladığım ama bu gerçekliği tam olarak anlatan yeni bir olgu karşımızda: ülkesel (teritoryal) milliyetçilik. 


III.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirmesini de içeren İbrahim Anlaşmaları çokça tartışıldı.

Bu anlaşmayı oluşturan ve ilerleten toplumsal dinamikler ise bu fikirsel kargaşanın tartışılmaya değer bir konusu olarak görülmüyor. 

Mesele biraz da burada kitleniyor. 

Petrole bağımlı Arap ekonomileri bu açmazdan kurtulmak istiyor. Yeni bir ekonomik dönüşüm yeni sektörlerin yükselmesi anlamına geliyor. 

Bu ise yeni elitler demek. 

Ülkelere yön veren ekibin yerini yeni bir ekibin alması kadrosal bir değişikliği imlemiyor; aynı zamanda güncel ve genel-geçer yeni değer setlerinin, vizyonların ve politikaların yönünü gösteriyor. 

Bu argümanların düğümlendiği yer ise BAE'nin İsrail ile diplomatik anlaşma konusunda hızlı davranması olduğu kadar, bölge ülkelerinden bu tür bir adıma dair sert ve çevreleyeci bir tepkinin oluşamamış olmasıdır.

Ortadoğu çalışanların malumudur, Arap ülkelerinin yöneticileri İsrail ile görünür ve kamusal diplomatik ilişki kurmaktan çekinirlerdi.

Bu hem kendi vatandaşlarının veya çalışmaya gelen görece fazla Filistinlilerin oluşturabileceği bir toplumsal hareketlilik endişesiydi.

Diğeri ise genel Arap siyasetinde İsrail'e yönelik konsensüsü bozmamanın gerektiğine dair inançtı.

Bu ikili endişe ve korku artık gerçekliğini ve güncelliğini yitirmişe benziyor.


BAE'nin bu adımı atması ise bana göre bölgesel gerçekliğin temel kaynağı olan toplumsal yapıda yatıyor.

Eğitimli gençlerin görece sayısının artması ve bu kişilerin uzman pozisyonlarına girmeleri ülkede üretici sınıfların taleplerinin de yankı bulmasına yol açıyor.

Körfez'de son yıllarda şahit olunan hızlı ve devrimsel dönüşümlerin bir nedeni de bu. 


IV.

Türkiye'de birçok yorumcu BAE ile yeni ısınan ilişkilerde ekonomi boyutunu oldukça öne çıkardı.

Fakat bu yükselen yeni elit tercihlerini ve toplumsal talepleri görmezden gelen bir yaklaşım. 

Ekonomik ilişkileri önem vererek iki ülke ilişkilerinde oluşan yeni dönemin esasında pragmatik ve gevşek bir süreçte ilerlediğini anlatmaya çalışıyorlar.

Ben buna katılmıyorum. 

Arap Baharı sonrası oluşan yeni düzen birçok yönüyle kendisini inşa ediyor ve bunu normalleştiriyor. İbrahim Anlaşmaları da buna bir örnek olsa gerek.

Başlarda oldukça marjinal bir yaklaşımın bölgesel gerçekliğe eklemlenme çabası olarak görülse de şimdilerde birçok ülke bu yeni jeopolitik ittifak hattına dizilmek istiyor. 


IV.

Küçük ama etkin bir ülke olma yolunda ilerleyen BAE'nin diplomaside ve ekonomide yükselişi Pan-Arabizm (Nasırizm) ve Pan-İslamizm (İhvanizm) fikirlerinin miadını doldurduğunun işareti aynı zamanda.

BAE'nin ortaya koyduğu fikirlerin ve projelerin sadece doğal nüfuz alanı olan Körfez'de değil, geniş Arap coğrafyasında müttefik bulmasının nedeni de bu.

Yeni gerçeklik BAE'nin yükselttiği ve yaygınlaştırdığı; ama aynı zamanda onu aşan bir durumu işaretliyor. 


Türkiye'nin BAE ile ilişkileri tekrar revize etmesi bölgede dönüşen yapısal gerçekliğin (ekonomik, ideolojik ve demografik) yansıması.

ABD sonrası Ortadoğu'da BAE ile ilişki kurmak ve onla konsensüs aramanın gerektiğini düşündürtüyor.

Bu nedenle dönemin anahtar kelimesi "konsensüs"


Bu yeni dönemde ülkesel sınırları aşan, bir ideal etrafında toplumları birleştirmeyi güden ve bunu da devlet eliyle destekleyen ideoloji ve fikirlere yer yok.

Katar'ın El-Ula Zirvesi ile bu durumu kabullendiğini söyleyebilirim.

Dikkat edilirse Katar hakkındaki güncel haberler ülke içinde seçimler yapılması ve reform çabaları gibi konular etrafında dönüyor. 

İran'ın ve Türkiye'nin karar vericilerinin bu noktada alacakları yeni pozisyonlar önem taşıyor.

Türkiye'nin Arap Baharı sürecinde Ortadoğu'da major aktörleşme ihtiyacının arkasında yatan bir nedenin İran'ın vekil kuvvetler eliyle Şii Arap nüfusu kendisinin yerel uzantıları haline getirme çabası yatıyordu.

Diğer husus ise nükleer silah edinimi ile İran'ın bölgede güç dengesini kendi lehine yontma faaliyetleri de Türkiye ve bölge ülkeleri için endişe verici adımlar olarak görülüyor. 


Türkiye'yi Körfez ile yaklaştıran gerçekliğin çok boyutlu olduğunu anlatmaya çalıştım.

Türkiye ekonomisindeki gidişatın iç fonlama ile yürümeyeceği ve dış yatırımlara ihtiyacı olduğu açık.

Birçok şirketin yabancı yatırımcı açısından maliyetinin kur nedeniyle cazip hale geldiğini de söyleyebiliriz.

BAE'nin birtakım sektörlere ilgi göstermesi Türkiye'nin mevcut ekonomik koşullarına bir can suyu vermenin ötesinde.

Stratejik bir bakış açısı BAE'li karar alıcılarda hakim ve uzun vadeli düşünüyorlar.

Türkiye'nin yaratacağı fırsatlar orta vadede yaygınlaşıp kökleşecek fikirler ve inisiyatifler için oldukça önemli. 

Körfez merkezli başlayan "Arap Yeni-Teknokratizmi" Türkiye'nin geleceğini kendisine doğal müttefik olarak görüyor. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU