Türkiye'de "terör" ve "terörist" kavramları gündemden hiç düşmüyor.
Ülkede birçok oluşum "terör örgütü" olarak görülüyor.
Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (DHKP/C), Maoist Komünist Partisi (MKP), Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML) Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP), Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK), Hizbullah, İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C), Tevhid Selam (Kudüs Ordusu), El-Kaide ve Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD), Türkiye'de "terör örgütü" olarak değerlendirilen oluşumlar.
Bu örgütlerle irtibatlı ve iltisaklı olanlar "terörist" olarak nitelendiriliyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ancak son yıllarda bu örgütlerle ilgisi olmayan insanlar da "terörist" olmakla itham ediliyor.
Bu durum iktidar ile muhalefet arasında da ciddi tartışma konusu oluyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde mensubu bulunan Halkların Demokratik Partisi'ne (HDP) üye olan bazı kişiler de bu suçlamayla karşı karşıya kalıyor.
Sadece siyasetle uğraşanlar değil ekonomik krizi eleştiren ekonomistler bile "mandacı" veya "terörist" dile damgalanıyor.
Özellikle seçim veya kriz dönemlerinde "vatan haini" veya "terörist" gibi söylemler daha çok dillendiriliyor.
İktidarı eleştiren insanların da zaman zaman "terör soruşturmasına" tabi tutulduğu ifade ediliyor.
1 milyon 576 bin kişi hakkında soruşturma açıldı
Atılım ve Demokrasi Partisi (DEVA) Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, bu duruma dikkati çekti.
Adalet Bakanlığı'nın verilerini paylaşan Yeneroğlu, 2016 - 2020 yılları arasında 1 milyon 576 bin kişi hakkında "terör örgütü" üyeliğinden soruşturma açıldığını söyledi.
"Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre, 2016-2020 yılları arasında terör örgütü üyeliğinden soruşturma sayısı 1 milyon 576 bin..."
— Mustafa Yeneroğlu (@myeneroglu) November 25, 2021
Hukuksuz biçimde terör örgütü üyesi yakıştırması yapılan insanlardan özür dilenmelidir! pic.twitter.com/vPPtbP1WGL
Yeneroğlu, "Hukuksuz biçimde terör örgütü üyesi yakıştırması yapılan insanlardan özür dilenmelidir!" çağırısında bulundu.
Yeneroğlu'nun bakanlığın verilerini baz alarak paylaştığı rakamlara 2021 soruşturmaları dahil değil.
Terör örgütü üyeliğinden hakkında soruşturma açılan 1 milyon 576 kişiye 2021 verileri de eklendiğinde bu sayı 2 milyona yaklaşabilir.
4 yıl içinde sayının bu kadar yükselmesi, "Türkiye terörist üreten bir ülke haline mi geldi yoksa iktidar muhaliflere mi terörist damgası vuruyor?" sorusunu akla getirdi.
Konuya ilişkin Independent Türkçe'ye değerlendirmede bulunan insan hakları aktivistleri ve hukukçular da bu durumdan şikayetçi.
"Resmi ideolojiden farklı düşünmek terörist sayılmakla eşdeğer"
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, 30 yıldır insan hakları hareketinin içerisinde olduğu belirterek, ifade özgürlüğünün bu denli kısıtlandığı bir süreç hatırlamadığını söyledi.
Keskin, resmi ideolojiden farklı düşünmenin veya devlet politikalarını eleştirmenin terörist sayılmakla eşdeğer görüldüğüne vurgu yaptı.
Dünyada terör tanımı konusunda bir birlik olmadığını hatırlatan Keskin, "Hangisi terör? Devletler de şiddet eylemleri uyguluyor" dedi.
"Şu an silahlı örgüt üyesi sayılıyorum"
Bugüne kadar eline silah almamış ve hiç kimseye şiddet uygulamamış bir insan olarak 10 yıllarca hapis cezasıyla karşı karşıya olduğunu aktaran Keskin, her an cezaevine girmeyi beklediğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"30 yıldır ilk defa silahlı örgüt üyesi sayılıyorum şu an ve bundan 7 yıla yakın cezam var. Bunun dışında cumhurbaşkanına hakaret ve terör propagandası gibi suçlardan toplamda 26 yıl 9 ay hapis cezam var. Her an hapse girebilirim ama karısını öldürmüş mafya lideri Alaattin Çakıcı, herkesi tehdit etme özgürlüğüne sahip. Bu değerlendirmeyi de kamuoyunun takdirine bırakıyorum."
"Konu Türkiye'nin kadim problemlerinden biri"
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Genel Başkanı Kaya Kartal da son dönemlerdeki FETÖ operasyonlarıyla konunun daha görünür hale geldiği görüşünde.
Sözü edilen problemin Türkiye'nin en kadim problemlerinden biri olduğunu kaydeden Kartal, ülke olarak 1990'lı yıllardan beri bununla karşı karşıya olduklarını söyledi.
Düzenin kalıplaşmış ideolojilerinin dışında kalan ya da sistem tarafından radikal olarak görülen kişi ve kesimlerin çeşitli ceza dosyalarıyla karşı karşıya kaldıklarını vurgulayan Kartal, "Bunlar çoğunlukla terör örgütü çerçevesinde yaftalanarak bu süreçleri yaşadılar. Emniyette polisler, uyduruk veya ilgili grup kendilerine hangi ismi vermişse 'X terör örgütü' diye yaftalıyordu. Neticede hiç adını duymadığımız örgütler üzerinden yargılamalar yapılıyordu" diye konuştu.
2000'li yılların ortalarından itibaren ise daha pratik bir yöntem bulunduğunu, silah kullanıp kullanmadığına bakılmaksızın yakalananların herhangi bir örgüt ile yaftalayarak toplu bir şekilde bir dosyanın içerisine atıldığını anımsatan Kartal, "Şu an da IŞİD veya FETÖ iddiasıyla yakalananlar bir dosyanın içerisine atılıyor. İnsanlar aklanana kadar illallah ediyor. Çoğunlukla insanlar aklanamıyor. Bu dosyalar açısından bakıldığında refleksin özellikle hukuktan ziyade siyasi bir refleks olduğunu gördük ve görüyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
"Süreç daha çok polislerin yönlendirmesiyle işliyor"
İşe siyaset girdiğinde hukuku konuşmanın bir anlamı kalmadığını ifade eden Kartal, benzer dosyalarda sürecin polisler üzerinden yürüdüğünü dile getirerek, devamında şunları söyledi:
"Süreç daha çok polislerin yönlendirmesiyle işliyor. Dosyalarda savcı ve hakimden ziyade polisler daha etkili. En basit hak söylemleri ve siyasi itirazlar ya da muhalif söylemler sistem dışı görüldüğü anda otomatikman terörizm ile yaftalamıyor. Çünkü terörist dediğiniz insanın tutuklanma veya ceza alma ihtimali daha yüksek. Bir tür kolaycılığa dönüşmüş durumda. Şiddet var mı? Eylem terör amacıyla mı işlendi? Söylemleri buna uygun mu? gibi birçok sorunun ispatı gerekiyor. Bununla uğraşılmıyor. El Kaide, FETÖ, IŞİD veya PKK dediğiniz andan itibaren otomatikman onu yaftalıyorsunuz. Dolayısıyla herkes terörist olmuş oluyor ve sözü edilen büyük rakamlar önümüze geliyor. O dosyalarda hakim, savcı filan yok. Suç olup olmadığı incelenmiyor. Avukat olarak o dosyalarda biz de kendimizi ifade edemiyoruz. Bunun tamamen komut eksenli ve güvenlikçi politikalardan kaynaklandığını düşünüyorum."
"Olağandışı uygulamalara meşruiyet zemini oluşturmaya çalışıyorlar"
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Metin Bakkalcı da Türkiye'de güvenlik eksenli politikanın baskın olduğu düşüncesinde.
Veriler ışığında defalarca açıklama yaptıklarını kaydeden Bakkalcı, "İnsan haklarını temelinde sarsan ve örseleyen güvenlik yaklaşımı ülkemizde öteden beri vardı" dedi.
Son dönemde "güvenliklileştirme" sözcüğünün üretildiğini dile getiren Bakkalcı, bunun güvenlik politikasını esas alan rejim fikriyatının yanı sıra bir başka aşaması gibi düşünülmesi gerektiğine vurgu yaptı.
Güvenliklileştirmeye açıklık getiren Dr. Bakkalcı, "Hiçbir şekilde güvenlik meselesine dönüştürülemeyecek hal ve hareketlerin güvenlik konusuna dönüştürülerek ülkenin bekası, bütünlüğü ve güvenliği gibi kavramların içerisine sokularak bunu tehdit unsuruna ve bu tehdide dayalı olarak da olağan dışı uygulamalara bir meşruiyet zemini oluşturmaya çalışıyorlar" dedi.
"'Ben böyle uygun gördüm' deniliyor, olay bitiyor"
Söz konusu olağan tedbirlerin gündelik hayatta yaygın bir şekilde sıradanlaştırılmaya çalışıldığına dikkati çeken Bakkalcı, "Deyim yerindeyse siyasi iktidara bütünüyle karşı çıkan demiyorum, onaylamayan kişi veya kesimler çok kolaylıkla bir tehdit veya tedbir uygulanması gerekenler olarak görebiliyor" dedi ve ekledi:
"Bu anlamda yetkililer sıklıkla bazı kesimleri terörist veya yardım etmekle suçlayabiliyor. Oysa Türkiye'nin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi'nin ilgili birimleri Venedik Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahil olmak üzere uluslararası kurumlar yıllardan beri ‘terör tanımı mevcut yasalarda son derece geniş bir yoruma müsait ve değiştirilmelidir' çağrısı yapıyor. Gündelik hayatta kullanılan dil ve söylemlere hepimiz tanığız. Herhangi bir güvenlik görevlisi herhangi bir yerde ‘devlet benim' diyebiliyor. Yazılı veya görsel basından ya da doğrudan tanık oluyoruz. Ülkede geniş bir kesim artık bunun tanığı olmanın ötesinde muhatabı oldu."
Soruşturmaya açılmasa bile geniş kesimlerin gündelik hayatta benzer işlemlere maruz kaldığını ifade eden Dr. Bakkalcı, ülkede insan haklarına dayalı rejim fikriyatının ne yazık ki terk edildiğini belirterek, sözlerini şöyle tamamladı:
Bundan çok kaygı duyuyoruz. Bunun pratik anlamı bir yandan da hakların kullanımının istisnaya dönüştüğü bir ortamda olmasıdır. Yetkililerin tüm söylemlerinde bunun ipuçları görebiliyoruz. Yasal düzenlemeler ve genelgeler yayınlanıyor, adı üstünde genelge bu. Genelge yayınlanmadan bir laf ediliyor, ‘ben böyle uygun gördüm' deniliyor ve olay bitiyor. Dolayısıyla bu kaygı verici bir durum. Ülkede esas olarak insan haklarına dayalı bir yaklaşımın öne çıkartılacağı bir telaşa ihtiyaç var. Tek tek yasaların değiştirilmesinin ötesinde bir şey bu, öncelikle gerçek anlamda içtenlikli, bütünlüklü ve insan haklarına dayalı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Bu yaklaşım esas alınmak zorunda. Dolayısıyla hepimize bu ülkenin yurttaşları olarak görev düşüyor ve bu doğrultuda çalışıyoruz.
© The Independentturkish