Elam uygarlığından bu yana önemli bir jeopolitik teşkil eden İran coğrafyası birçok önemli medeniyete ev sahipliği yaptı. Milattan önce 7. yüzyılda kurulan Medler, Büyük Pers İmparatorluğu'nun temelini attı.
Milattan önce 5. yüzyılda kurulan Pers İmparatorluğu, aynı zamanda Fars medeniyetinin de kimliğinin oluşmasına büyük katkı sağladı. Persler, tüm Anadolu'yu ele geçirdiği gibi sınırlarını Yunan devletçiklerine kadar genişletmeyi başardı.
Bugün Batı'nın tarihi ve edebi literatüründe birer tiran gibi lanse edilse de Pers İmparatorluğu'nun iki büyük imparatoru ve Daryus insanlık tarihinde eşine az rastlanır ihtişamda bir devlet nizamı teşkil etmeyi başardı.
Bu büyük imparatorluğun sonunu ise tarihin en büyük imparatorlarından birisi kabul edilen Büyük İskender getirecekti. Farslılarınki gibi büyük bir medeniyeti yalnızca militarist stratejilerle tarihten silmek pek mümkün değildi. Nitekim Büyük İskender'in ölümü sonrası bu devlet farklı isimlerle tekrar kurulacaktı ama bu kez Roma İmparatorluğu gibi bir dev karşısında varlık göstermek zorunda kalacaktı.
Roma da Fars medeniyetini tarihten silmeyi başaramadı ve milattan sonra 3. yüzyılda Sâsani İmparatorluğu kurularak Roma hegemonyası Farslılar tarafından yıkıldı. Sasaniler döneminde Farisiler Zerdüşlük dinine sıkı sıkıya bağlandı ve güçlü bir kimlik inşa etmeyi başardı.
İslam'ın doğuşundan sonra Hazreti Ömer, Kadisiye ve Nihavend zaferleri ile İran coğrafyasında güçlü bir İslamlaşma süreci başlattı.
İranlılar İslamiyet'i kısa sürede benimsedi ama Arapların mevali politikası ciddi hoşnutsuzluklar yarattı. Bunun üzerine Farisi destekli Abbasi isyanı Emevilerin yıkılmasına neden oldu.
İranlılar bir yandan Müslüman olurken öte yandan İslam dünyasında bilim ve kültürün taşıyıcı hamisi konumuna yükselmişti. Araplar siyaset, Türkler askeriye ile ilgilenirken Farisiler bilim, sanat ve medeniyette İslam'ın altın çağını başlatmıştı.
Abbasilerden sonra, Selçuklular ve Timurlar devrinde de Farisilerin bu fonksiyonu değişmemişti. Yüksek kültürel seviyesi ile İran coğrafyası kendisini işgal eden her devleti günün sonunda fethetmeyi başarmıştı.
İran'daki Türk hâkimiyeti ve Safevîler
1925 yılında Kaçarlar Hanedanlığı tasfiye edilinceye kadar İran'ı Türkler yönetmiştir.
Birçok Türk şahı ve hanedanlığı İran'da farklı farklı devletler kurmuş, İran siyasetini dizayn etmişti. Bu devletlerin içerisinde şüphesiz en dikkat çekeni Safevîler idi.
Safevîler bir siyasi organizasyon olarak değil, bir tarikat olarak kuruldu. Şeyh Safiyüddin-i Erdebîlî'nin kurduğu bu tarikatın asıl misyonu Moğolları İslamlaştırmaktı.
Moğollar, Safevîlerin Türk olması nedeniyle onlara hoşgörülü davranıyor ve misyonlarını yerine getirmeleri için ayrıcalık tanıyordu.
Moğolların tanıdığı bu ayrıcalık Safevîye Tarikâtı'nın uçsuz bucaksız bir coğrafyada sayısız mürit toplamasını sağladı. Timur zamanında bu ayrıcalıklar daha da artırılmış ve Safevîye Tarikâtı'nın gücüne güç katılmıştır.
Sünni bir devlet olmasına rağmen Akkoyunlu devleti, Safevîye Tarikâtı'nın politik manevra kazanmasını sağlayacak devlet olacaktı. Tarikatın nüfusundan yararlanmak isten Uzun Hasan, kendisine asker tedarik etmesi karşılığında Safevîye Tarikâtı'nın lideri Şeyh Cüneyd'e serbest propaganda yapmak hakkı tanıdı.
Bu sayede tarikat, hem askerlik meselesine girdi hem de birçok bakir alanda propaganda yapma imkânının sahibi oldu.
Şeyh Cüneyt aynı zamanda Uzun Hasan'ın kız kardeşi ile evlenmiş ve bu evlilikten Şeyh Haydar dünyaya gelmişti. Tarikatın artık hem siyaseten asil bir lideri vardı hem de dini fonksiyonları üstlenecek güçlü bir şeyhi.
Zaten tarikat kısa bir süre sonra sayıları on binleri bulacak atlı ve yaya taburlar kurarak coğrafyanın önemli güç unsurlarından birisine dönüşecekti.
Şah İsmail dönemi ve devletin kuruluşu
Tarikat Şeyh İsmail döneminde gücünün zirvesine ulaştı çünkü Akkoyunlular kendi içerisinde büyük bir iç savaşa sürüklenmişti.
Tarikat bu karışıklıkta insanların sığındığı güvenli bir liman haline geldi.
Şah İsmail bir an evvel harekete geçmezse bölgenin tamamen Osmanlı boyunduruğuna geçeceğini anlayarak 1500 senesinde müritlerinden ve durumdan rahatsız Türk aşiretlerinden güçlü bir ordu meydana getirdi.
Şah, ordusunu topladıktan sonra evvela kendisine ve ailesine büyük eziyetler etmiş Şirvan hâkimi Ferruh Yesar'a hücum ederek büyük bir zafer elde etti. Ardından Azerbaycan topraklarına yöneldi ve şehirleri tek tek zapt etmeyi başardı.
Akkoyunları, Azerbaycan'dan tamamen silmeyi başaran Şah İsmail her Şii Türk'ün kızıl elması olan Tebriz'i ele geçirmek için hazırlıklara başladı.
Zorlu bir savaşın ardından 1501 yılında Tebriz düştü ve Heşt Beheşt tahtının yeni hükümdarı bir tarikat lideri olan Şeyh İsmail oldu.
Devletinin Şiilik kaidelerine göre inşa eden Şeyh İsmail iki sene içerisinde hâkimiyetini Azerbaycan'dan Irak'a kadar yaydı. Elbette sınırları Sünni dünyanın lideri Osmanlı ile komşuydu ve bir çatışma kaçınılmaz görünüyordu.
1514'lü yıllarda gerilim artmış, Yavuz Sultan Selim, Şah'ın artan tehdidine karşı şu mektubu göndermişti:
Ben ki, Osmanlıların hükümdarı, gazilerin serdarı, kahramanların efendisi, bütün iman düşmanlarını yıkan, ezen yüzyılımızın firavunlarına, zalimlerine dehşet saçan, kibirli ve zalim Kralların önünde baş eğdiği Sultan Murat Han oğlu, Fatih Sultan Mehmet oğlu, Sultan Bayezıd oğlu, Sultan Selim Han'ım, Sen zalimlikte İran'ın kanlı hükümdarı, Sohak ve Avrasiyab'a benzeyen Safevîlerin şöhretli emir İsmail'isin.
Sana şöyle hitap ediyorum ki, Allah 'Biz yeri ve göğü oyuncak yapmak için yaratmadık' demiştir. İnsanlara tevdi edilen işler sebepsiz değildir. Bunlar da insan ruhunun nüfus edilmez sırları vardır. Bilesin ve anlayasın ki, ilahi hükümlerden yüz çevirenlerin, Allah ü Teâla'nın dinini yıkmaya çalışanların bu hareketlerine, bütün Müslümanların ve adalet sever hükümdarların kudretleri nispetinde mani olmaları farzdır.
Sana gelince emir İsmail, sen ki, kötü yoldasın, İslam inançlarının Saffetini bozmuş bulunuyorsun. İslam'a saygısızlıkta ileri gitmektesin. Sen Müslümanlara karşı tiranlık ve baskı kapılarını aştın. Müslümanların memleketlerine saldırdın; şefkat ve utanmayı bir tarafa bırakarak zulümden sakınmadın, günahsız Müslümanları incittin. İkiyüzlülük perdesi altında her tarafa karışıklık ve fesat tohumları ektin. İnsanları boğazlamaktan çekinmedin. Hem de onların en faziletli, en saygıdeğer olanlarını ezdin. Nefsinin kötü arzularına ve fıtratındaki bozukluklara uyarak, din-i İslam'ın emirlerini değiştirmeye kalktın. Haramlara helal diyerek nice Müslümanları ifsat ettin. Mescitleri yıktın, türbeleri ve mezarları yaktın. Alimleri ve Peygamber Efendimizin neslinden gelen mübarek Seyyidleri öldürdün. Kuran-ı Kerim'i tuvalet çukurlarına attın. Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer'e söverek hakaret ettin.
Bu saydıklarım senin kötü hallerinden sadece birkaçıdır. Dillerde dolaşmakta olan bunlar ve bunlara benzer hareketlerinden dolayı, Alimlerin kesin delillere dayanarak senin kafir olduğuna, dinden çıkıp mürtet olduğuna, ayrıca senin ve sana tabi olanların öldürülmelerinin vacip olduğuna, mal ve rızıklarınızın yağma, kadın ve çocuklarınızın esir edilmesinin mubah olduğuna fetva verdiler.
Bu durum karşısında ben, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için merasimlerde kullandığım ipekli Padişahlık elbiselerimi çıkardım. Zırhımı giyip, kılıcımı kuşandım. Atıma binerek Safer ayının başında Anadolu yakasına geçtim, sana doğru gelmekteyiz. Alınan asil karara göre, seninle savaşa girmiş bulunuyoruz. Allah'ın yardımıyla zulüm kollarını yok edeceğiz. Seni, geçtiğin yerlerde yükselttiğin yangınların altında boğacağız.
Maksadım Allah'ın izniyle senin Şahlığını yok etmek ve acizler üzerinden zulmünü ve fesadını kaldırmaktır. Sana bu mektubu yollayışımızın sebebi seni gerçek inanca çağırıştır. Peygamberin düşüncesine ve inancına uygun bir biçimde hareket ederek savaş başlamadan evvel sana Kur'an'ın sözlerine uymanı, kılıçtan önce teklif ediyoruz. İyilikle gerçek mezhebi kucakla, tam bir samimiyetle tövbe ve istiğfar et, doğru yola gel, gözlerini aç. Doğru yolu bul, sonuç bakımından kendine dönmeni, hatalarından vazgeçmeni, dikkatli ve cesaretli adımlarla iyiliğe doğru yürümeni sana tavsiye ederiz.
Hepimizin ayrı bir duası vardır. İnsan zihni ise altın ve gümüş cevherine benzer. Saf ile saf olmayan toprak içinde karışık durur. Bir kötülüğü ortadan kaldırmak için en etkili vasıta vicdanın bütün derinliğine inmek, bağışlayan ve koruyan Allah'ın affını gerçek bir pişmanlık ile istemektir. Şu halde biz senden hemen ülkene dönmeni, gayrı meşru olarak üzerlerinde iddialarda bulunup bize bağlı ülkelerden zorla kopardığın evvelce atalarımızın ayaklarını bastığı Osmanlı topraklarını bırakmanı da sana öğütleriz.
Eğer güven içinde huzurla yaşamak istiyorsan, söylediklerimizi vakit kaybetmeden hemen yapmalısın. Ancak başına gelecek felaketlere rağmen, eğer hala geçmiş hatalarında direnirsen, eğer hala kudretli olduğun görüşünde ve delice yiğitlik iddialarında ısrar edersen, zulümlerinle simsiyah yaptığın yerleri nura kavuşturmak ve senin elinden almak üzere, az bir zaman sonra ovalarını çadırlarımızla kaplandığını ve askerlerimizin topraklarını istila ettiğini göreceksin. İşte o zaman bir kahramanlık mucizesi olacak ve Allah'ın ordularımız hakkındaki iradesi gerçekleşecektir. Bundan sonrası selamet yolunda ilerleyenlere selam olsun.
Sonrası malum hikâye…
Safevîlerin sonu
Osmanlı devleti, Safevîlerin Anadolu coğrafyasındaki gücünü yıkmışsa da bu hanedanlık 18. yüzyılın ortalarına kadar varlığını sürdürmeyi başaracaktı.
Özellikle Rusya'nın İran hinterlandında artan hegemonyası ve artan iç isyanlar bu hanedanlığın sonunu getirecekti.
Yeni şahlar da dirayetsiz ve siyaseten zayıf kimselerdi. Örneğin Rus elçisi Artemiy Volınskiy, Şah Hüseyin'i şu sözlerle anlatacaktı:
Yaşça 40'ın üzerinde olan Şah Hüseyin orta boylu olup kol ve bacak boyu ise kısadır. Bu sebeple ayakta fazla duramaz. Nazik bir insan olan Şah, biraz utangaçtır. Devamlı olarak yanında korumalarla gezen Şah, din adamlarına büyük saygı gösteriyor ve onlarla çok vakit geçiriyor. Eğlence hayatına düşkün olan Şah, devlet işleriyle ilgilenmeyip zamanının çoğunu haremde geçiriyor...
İran'a her taraftan düşmanlar hücum ediyor fakat Şah kendi tebaasına bile hâkim değil. Ayaklanmanın olmadığı çok az yer var. Herat Afgan işgaline uğramış, Özbekler Meşhed'e hücum etmiş ve başkentin Afganlar tarafından işgal edileceğinden korkuluyor... İran'ın askeri gücü ise çok zayıf ve askerlerin sayısı da yok denecek kadar az. Benim gözlemlerime göre Şah ancak 30 bin kadar asker toplayabilir.(Okan Yeşilot - Şah'ın Ülkesinde,
Rus Çarı I. Petro'nun İran Elçisi Artemiy Volınskiy'nin Kafkasya Raporu)
Nihayet İran'da kurulan en büyük Türk hanedanlığının sonunu Gilzai Peştunları'nın reisi Mir Veys Han 1722'de getirecekti. Mir Veys Han, Safevi ordusunu yendikten sonra İsfahan'ı işgal etmiş ve bir sonraki Türk hanedanlığı kuruluncaya kadar Safevî Hanedanlığı'nın tarihten silinmesine neden olmuştu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish