Kim ne derse desin, Antik Yakındoğu olarak nitelendirebileceğimiz eskidoğu coğrafyasında bir veraset sistemi görmek ne yazık ki çok güçtür.
Kadir-i mutlakıyetçiliğin boy gösterdiği bu coğrafyada baştaki iktidar kuvvetlerinin gücü ve meşruiyeti sorgulanmaya pek müsait değildir.
Bu sebeple antikbatı ile antikdoğu arasındaki bu fark, coğrafi sınırlardan ziyade mevcut zihniyet meselesi, yönetim biçimlerini de derinden etkilemiştir.
Meşruiyetinin kaynağını tanrıdan aldığını iddia eden Antik Yakındoğu idarecileri halihazırda var olan ve kutsiyet arz eden dini olgunları tek elden toplamışlar ve bir propaganda aracı olarak kullanmaktan da çekinmemişlerdir.
Erken Tunç devriyle birlikte adını sıkça duymaya başladığımız ve gündemi sık sık meşgul eden bir unsur da şüphesiz yerleşik düzende yeni yeni yer edinen ve diyasporasının temellerini atan Antik İsrail oluşumunu yakından incelemek mutlak surette gereklidir.
Çoğu antik yazarın Apirular olarak nitelendirdiği bu oluşumun gelecekte siyasi bir mekanizmaya dönüşürken ne denli köklü geçmişe dayanak sağladığı ayrıca dikkate değer başka bir husus olarak karşımıza çıkar.
Daha çok vur-kaç taktiğiyle sınır boylarında çok kez de sınır içlerinde haydutluklarıyla bilinen Apiruların siyasi bir otorite olarak kabul edilmesi Davud dönemi rastlar ki, bu dönemde mental bir İsrail devletinden bahsetmek için de çok erken bir dönemdir.
M.Ö 1047-1002 tarihleri arasında İsrail tahtında gördüğümüz Talüt'ü siyasi bir erk olarak anmak yerine dini bir otorite olarak kabul etmek yerinde bir karar olacaktır.
Kendisini iktidarı döneminde gelenekçi yapısıyla ifşa ederken bu yapısı onun ilerleyen süreçte tanrısal doğmatiklerle anılmasına kaynaklık edecektir.
Meşruiyetini tanrıdan aldığını iddia eden ve bu iddiasını her defasında meydana getirdiği reformlarla ispatlayan Talüt'ün ilerleyen dönemlerde bir paranoya evresinden geçeceğinin de sinyallerini vermekteydi.
İktidarı döneminde Davud'u yanından ayırmayan hatta öyle ki kendi emrinde bir silahtarlık görevi ihya eden Talüt'ün, Yehova ile münasebetleri sayesinde ruhsal bir arınmanın kapısını aralamıştı.
Davud ile olan diyalogu bir askeri taifeden ziyade tanrısal bağlantının bir aracı olarak görmekteydi; Davud ona lir çalar ve Yehova'nın Talüt'ün ruhunu arındırması için dua ederdi.
Şüphe ve ihtiras yanlısı olan Talüt, Davud'u defaatle mızraklarla öldürmeye teşebbüs etmiş ancak başarılı olamamıştır.
Daha önce de bahsettiğimiz üzere paranoyak bir iktidar haline gelen bu dönemin etkileri Davud'un döneminde son bulur.
Talüt dönemi dini-politik olarak anılmaya başlanmış ve yapılan fetih hareketleri maksadını aşmış tek amaç olarak ganimetlerin elde edilmesi olarak gündeme gelmeye başlamıştır.
Toplumsal çöküntülerin de iyiden iyiye kendini hissettirdiği, Yehovacılık kültür ve geleneklerinin terkedilmeye başlandığı, daha önceleri şiddetle karşı çıkılan davranışların normalleştirilmeye gidildiği bir İsrail devleti inşası başlamış oluyordu.
Öldürmenin Yehovacılık inancında kötü bir olgu olarak ikaz edilse de artık öldürmek üstünlük alameti olarak savaşçı erkeğin Alfa halini almasından ileri gelmekteydi. Artık öldürmek üstün bir yetenek övgü dolu sözlere layıktı…
Karizmatik bir lider olarak anılmaya layık bir iktidar kuvveti bulunamayınca toplumsal çöküntünün boyutu da gün yüzüne çıkıyordu.
Talüt'ün siyasi erkliği ve savaşçı özelliğini onun kutsallığı yönüyle ilişkilendirmek oldukça güçtür çünkü kendisi artık Yehova'nın getirmiş olduğu tüm tabuları yıkan bir profil olarak karşımıza çıkar.
Dini devrimleriyle de anılan Talüt'ün kendince meydana getirdiği birtakım ritüellerin sonraki dönemlerde İsrail halkı tarafından Yehova'nın bir buyruğu gibi anılmasına da neden olacaktır.
Mutlak otorite içerisinde artık kutsallık arz etmeyen savaşların temelinde daha fazla çiftlikler elde etmek, daha fazla toprak sahibi olmak ve ganimetler vardır.
Davud'un uzak memleketlerde kanunsuz yaşamasına neden olan Talüt'ün, Davud hakkındaki katı düşünce ve baskısı uzun dönem boyunca legal bir yaşam sürmesine olanak vermemiştir.
Bazı antik kaynaklarda Filistin Kralı Gath'ın buyruğunda halkına hizmet ettiği belirtilmektedir.
Davud'un çizdiği profil tam manasıyla klasik bir Apiru lideri haline bürünmesi çokta şaşırtıcı bir durum değildir.
Klasik her dönemde beklenen bir lider düşüncesi zuhur ederken, tüm mazlum ve düşkünlerin bu beklenen kişi etrafında toplanması kaçınılmaz bir başlangıç olmuştur.
Ahidname'de yer alan bir dizi düzenleme mazlumları ve düşkünleri de koruma altına almayı amaçlamış ve borç alıp verme olayına kesin bir ket vururken tefecilik görünümlü olaylardan uzak durulması konusunda net ikazlar mevcuttur.
Ahidname'de yer alan bu uyarılara rağmen İsrail halkının birçoğu karısını, çocuğunu ve çoğu zaman da kendisini tefecilere teslim etmek zorunda kalmıştır.
Buradan da anlaşılacağı üzere İsrail toplumunda mevcut dikte dönemi başlamış, örf ve adetler kesin bir şekilde terk edilmiştir.
M.Ö birinci bin yılda Talüt'ün ölümüyle iktidarı dağılmış Davud ve yandaşları Habron kasabası yakınlarındaki bölgeyi hakimiyet altına almıştır.
Yahuda kralı unvanına layık bulunan Davud'un on iki kabileye hükümdarlık edeceği anlamına da gelmekteydi.
Davud karşıtlarının onun için dile getirdikleri ağır ithamların aksine onun politik ve karizmatik bir lider olarak anılması oldukça önemli bir konudur.
Kitab-ı Mukaddes'te yer alan Davud hadisesi onu hem yeren hem de göklere çıkaran sözlerle bezenmiştir.
Onun Betşaba ile olan ilişkisi bir sadece bir günah unsuru olarak değil, bu unsuru örtbas etmek için işlediği cinayeti de derinden anlatmaktadır.
Öyle ki bu konuda başvurabileceğimiz hikaye unsurları barındıran antik bir kaynak da mevcut değildir.
Devam edecek...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish