Ülkelerin gerçek anlamda tam egemenliklerini tesis edebilmeleri, vatandaşlarının refah ve bekalarını eksiksiz sağlayabilmeleri, başta askeri güç olmak üzere milli güç unsurlarının tamamında dışa bağımlılık yaratmayacak, yerli ve milli bir anlayışı hakim ve sürdürülebilir kılmaları ile mümkün olabilmektedir.
Bununla birlikte, günümüz dünyasında dışa bağımlılığı tamamen ortadan kaldırmak, kaynakların etkin ve verimli kullanımı açısından gerçekleşmesi oldukça zor bir hedef olarak görünmektedir. Dışa bağımlılığın boyutlarını ve sınırlarını; ihtiyaçlar, tehditler ve öncelikler, iyi hazırlanmış mevzuat, strateji, politika ve organizasyonel yapılanma kapsamında belirleyerek, bağımlılığın olumsuz etkilerini minimize etmek veya ortadan kaldırmak iyi bir planlama ile gerçekleştirilebilir.
Türkiye bu konuda ilk adımını, 1998 tarihli “Türk Savunma Sanayii Politikası ve Stratejisi” adlı Bakanlar Kurulu kararı ile atmıştır. Bu belgede açıklanan esaslara göre, Savunma Sanayi Stratejisi’nin temelini; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçlarının güvenli ve istikrarlı biçimde karşılanması, bu amaçla ileri teknolojiye sahip harp silah ve vasıtalarının yurt içinde üretilmesi, bunun için üretim tesislerinin kurulması ve kurulmuş̧ bulunanların teşvik ve desteklenmesi oluşturmaktadır.
Belgede ayrıca, ihtiyaç duyulacak sistem ve teknolojileri, “Milli olması zorunlu”, “Kritik” ve “Diğer” şeklinde sınıflandırılmıştır. Bu belge, dışa bağımlılığın ve özellikle güvenlik bağımlılığının nasıl azaltılabileceğinin ana esaslarını ortaya koymakta, dost veya müttefik ülkelerle dengeli bir savunma sanayi işbirliğini mümkün kılan ve değişen politik durumlardan asgari düzeyde etkilenen bir strateji öngörmektedir.
3238 sayılı Savunma Sanayii Hakkında Kanun çerçevesinde uygulanan temel politikada; yerli sanayi altyapısından azami ölçüde yararlanmak, ileri teknolojili yeni yatırımları yönlendirmek ve teşvik etmek, araştırma-geliştirme faaliyetlerini teşvik etmek suretiyle gerekli her türlü̈ silah, araç̧ ve gerecin mümkün olduğunca Türkiye’de üretiminin sağlanması hedeflenmiştir.
Türkiye, Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri ile yerli ve milli bir savunma sanayine sahip olma yolunda önemli adımlar atmıştır, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başta uçaklara ait mühimmat olmak üzere çeşitli silah ve mühimmat ihtiyaçlarını kurduğu fabrika ile karşılamaya başlayan Şakir Zümre, NuD 38 uçağını yapan fabrikayı Yeşilköy’de kuran, pilot okulu açan Nuri Demirağ, Vecihi serisi uçakları imal eden fabrikayı Kadıköy’de kuran Vecihi Hürkuş, Sütlüce’de kurduğu fabrikada silah, mühimmat üreten Nuri Demirağ, ilk füze denemelerini yapan Kirkor Divarcı, Kayseri’de Alman Junker firması ile ortaklaşa kurulan Teyyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ) ve bu şirketin anlamsız bir şekilde kapanmasından ve Almanların ayrılmasından sonra kurulan Türk Hava Kurumu Teyyare Fabrikası atılan adımların ürünlerini verdiği gelişmelerdir.
Yerli ve milli olma yolunda hızla ilerleyen Türk Savunma Sanayi 1950’li yıllara doğru durma noktasına gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlattığı Marshall yardımı kapsamında, 1946 yılında imzalanan, dünyanın değişik yerlerinde ABD'nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye'ye borç verilmesini içeren anlaşma ile 1947 tarihinde imzalanan “Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Anlaşma” savunma sanayimizi gelişimini engelleyen önemli gelişmeler olmuştur.1947 tarihli anlaşma, ABD tarafından 1964 yılında Kıbrıs’a müdahalemiz sırasında yardım kapsamında verilen silahların kullanılmasının anlaşmaya aykırı olduğu ve harekatın durdurulması talebiyle,1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ise silah ambargosu olarak karşımıza çıkmıştır.
Diğer taraftan, kara hakimiyet teorisi başta olmak üzere jeopolitik teorilerde özel önem atfedilen, başta terör örgütleri olmak üzere, sürekli kriz bölgelerine ve başarısız devletlere komşu olan Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayine sahip olması diğer birçok ülkeye göre öncelik göstermektedir.
Alınan dersler, Türk Savunma Sanayinin gelişimi açısından fırsat olarak değerlendirilmiş, planlı ve programlı çalışmalar ile bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyacının yaklaşık %70’inin yerli ve milli olarak karşılanması noktasında büyük bir ivme yakalanmıştır. Türkiye’nin savunma sanayisinde yakaladığı bu ivme, Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan küresel silah transferi raporuna da yansımıştır. Bu rapora göre dünyadaki silah transferi hacmi, 2014-2018 yılları arasında 2009-2013 yıllarına göre
% 7,8 artış göstermiştir.
2014-2018 yılları arasındaki silah ihracatında ilk sıraları sırasıyla ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Çin alırken, Türkiye % 170 artışla 14'üncü sırada bulunmaktadır. Savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’nin silah ithalatında olumlu yönde değişikliğe yol açmıştır. Türkiye; 2014-2018 döneminde, 2009-2013 dönemine oranla yüzde 21 daha az silah ithal ederek dünyanın en fazla silah ithal eden 13'üncü ülkesi olmuştur. Türk Savunma Sanayiinde izlenen strateji sayesinde, Türk Savunma Sanayii şirketlerinin kârlarını % 24 oranında artırdıkları belirlenmiştir. SIPRI Silah ve Askeri Harcama Programı’nın Kıdemli Araştırmacısı Pieter Wezeman, bu önemli artışın, Türkiye'nin silah ihtiyacını karşılamak için milli savunma sanayisini geliştirme ve yabancı tedarikçilere daha az bağımlı olma hedefini yansıttığını belirtmiştir.
Gelişmiş balistik ve seyir füzelerine, hava araçlarına sahip doğal komşuları ile ABD’nin her türlü silah, araç ve mühimmat ile desteklediği terör örgütlerinden vekil komşuları olan Türkiye’nin bu tür tehditleri tespit, teşhis ve takip ederek önlemek için hızlı ve etkin bir hava savunma sistemine ihtiyacı bulunmaktadır. İhtiyacın karşılanması için başta ABD yapımı Patriot dahil olmak üzere birçok seçenek üzerinde çalışılmış, ancak sistem tedariki mümkün olmamıştır.
Arayışlar sürerken sistemin ulusal imkanlarla geliştirilmesi yolunda önemli mesafeler kat edilmiştir. Korkut Kundağı motorlu uçaksavar topçu sisteminin geliştirilmesi tamamlanmış̧, seri üretimine başlanmıştır. Hisar serisi, alçak ve orta irtifa hava savunma sistemlerinin geliştirme ve test faaliyetlerine devam edilmekle birlikte, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de yaşanan son gelişmeler nedeniyle uzun menzilli hava ve füze savunma sistemi (Turkish Long Range Air and Missile Defence System (T-LORAMIDS)’in hazır alım yolu ile temini planlanmıştır. Bu kapsamda Rusya ile S-400 sisteminin hazır alımı için sözleşme imzalanmış, Temmuz 2017 ayında da EUROSAM ile Türk Savunma Sanayisi arasında hava ve füze savunma sistemi ortak geliştirilmesine yönelik bir işbirliği mutabakat zaptı imzalanmıştır.
Rusya ile yapılan sözleşme kapsamında, biri opsiyonlu iki adet S-400 sisteminin satın alınması öngörülmüştür. Toplam maliyeti 2,5 milyar dolar olarak belirlenen sistemin kontrolü tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olacaktır. Dünyada kullanımda olan en iyi hava savunma sistemlerinden biri olarak gösterilen S-400, insanlı ya da insansız her türlü hava aracının yanı sıra hem seyir (cruise) hem de balistik füzeleri imha etme kapasitesine sahiptir. Azami menzili 400 kilometre, ulaşabildiği en yüksek irtifa da 30 kilometre olan S-400,her hedefe iki füze kilitleyerek, eşzamanlı olarak 80 hedefi vurabilmekte, 3.500 kilometre uzaklıktan fırlatılan orta menzilli balistik füzeleri imha edebilmektedir.
Türkiye’nin, Rusya ile S-400 tedariki konusunda imzaladığı sözleşme ABD ve NATO’nun dikkatlerinin bu sözleşmeye çevrilmesine neden olmuş ve Türkiye’nin sistem alımından vazgeçmesi için her kademede başlatılan girişimler, Türkiye’nin sözleşmeye bağlılığı ve kararlılığı sayesinde bugüne kadar sonuç vermemiştir.
ABD ve diğer NATO üyeleri; NATO sistemleriyle uyumlu olmayacağı ve bunun da uygulamada bazı sorunları beraberinde getirebileceği, NATO sistemleriyle ilgili bazı teknik detayların Rusya'nın eline geçmesinden duydukları endişe nedeniyle söz konusu sistemin alımından vazgeçilmesi gerektiğini sık sık vurgulamaktadırlar. Ayrıca, alımın tamamlanması halinde bunun Türkiye'nin NATO ile ilişkilerini yeniden tanımlamak adına attığı bir adım olarak yorumlanabileceğini de belirtmektedirler.
Türkiye, bu gelişmeler karşısında NATO’ya S-400’lerin sadece Milli Radar Sistemi ile kullanılacağı güvencesi vermiştir. S-400 sisteminin NATO radar sistemi dışında bırakılması ise sistemin imkan ve kabiliyetlerinden tam yararlanmamak anlamını taşıyacağı, bu hassasiyetin sistemin yerleştirileceği bölgenin iyi tespit edilmesi ile giderilebileceği öngörülmektedir.
Türkiye, bu konuda teknik komisyon, ortak çalışma grubu kurulması gibi birçok önerilerde bulunmasına rağmen bu çağrılarına cevap alamamıştır. Çeşitli yaptırım tehditlerine rağmen Türkiye’nin geri adım atmamasına, ABD’lilerinin yaptırım tehdit tonunu artırarak, NATO devir teslim törenine üye olmayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi(GKRY)’ni davet ederek, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ilişkilerinin iyi olmadığı İsrail, Mısır, Yunanistan ve GKRY ile ortak tatbikatlar yaparak ve bu ülkelere güvenlik şemsiyesi oluşturarak, İran’dan petrol alımında Türkiye’yi muafiyet tanınan ülkeler listesinden çıkararak, Ege Denizi’ne yönelik eğitim ve tatbikat senaryolarında şimdiye kadar hiç görülmediği şekli ile Türkiye’ye ait gerçek yer isimlerini kullanarak, PYD/PKK terör örgütünü destekleyerek, Yunanistan ile ortak tatbikat düzenleyerek, Yunanistan’a F-35 uçağı alımı için öneri sunarak, Amerika’nın Düşmanları İle Yaptırım Yolu İle Mücadele Yasası(CAATSA) kapsamında yaptırım ile tehdit ederek, Türkiye’yi gelişmiş bir ülke olduğu gerekçesi ile daha önce vermiş olduğu çeşitli ihracat kolaylıklarına son vererek, Türkiye’nin ABD’ye ihraç ettiği ürünlere değişik oranlarda vergi artışı yaparak, Fırat’ın doğusunda güvenli bölge tesisi konusunu sürüncemede bırakarak, Menbiç konusunda yapılan mutabakata uymayarak, Türkiye’yi ortağı olduğu F-35 savaş uçağı yapımı projesinden çıkarmakla ve F-35 savaş uçakların vermemekle tehdit ederek karşılık vermiş ve vermeye devam etmektedir.
Dünyanın en büyük silah satıcısı olan ABD’nin aslında en büyük endişesi Türkiye’nin kararlılığının silah sattığı diğer ülkeler içinde örnek teşkil edeceğidir. Nitekim Mısır, Rus Yapımı SU-25 savaş uçağı; Hindistan, Suudi Arabistan ve Irak S-400; Pakistan Çin yapımı silah sistemleri alımı için girişimlerini sürdürmektedir. ABD bu ülkelere de aynı şekilde sert karşılık vermektedir. ABD’nin en çok itiraz ettiği S-400’lerin NATO sistemine entegre olmayacağı konusu NATO üyesi olan Türkiye için geçerli ise bu sistemi almaya çalışan NATO üyesi olmayan diğer ülkeler için hangi gerekçenin öne sürüldüğü şimdiye kadar duyulmamıştır. Esas neden ABD’nin en güçlü olduğu ve önemli gelir elde ettiği savunma sistemlerinde gelir kaybına uğrayacağı, gelir kaybının ekonomiye olumsuz yansıyacağının yarattığı endişe olduğu düşünülmektedir.
Diğer açıdan S-400 konusunun İsrail’in güvenliği ile de yakından ilgili olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. ABD üretilen ilk F-35 savaş uçaklarını, İsrail’e ve Çin’e karşı üstünlük sağlaması için Japonya’ya vermiştir. Bölgede, İsrail’in genişlemesine karşı koyabilecek iki önemli güç bulunmaktadır. Türkiye ve İran. Son günlerde bu iki ülkeye yönelik çabaların altında bölgede tek güç olarak İsrail’in kalabilmesi yatmaktadır. Türkiye’nin, S-400’e sahip olması ve akabinde F-35 savaş uçaklarını alması İsrail için önemli bir tehdit ve güç kaybı olarak görülmektedir.
ABD, NATO’yu soğuk savaş döneminin işlevini tamamlamış ve artık yeni gelişmelere ayak uydurmakta zorlanan, kendisi için maliyet unsuru olan bir yapı olarak görmektedir. Türkiye’nin S-400 almasının NATO’ya olumsuz etkisinin olacağı konusunun ABD için fazla bir önem taşımadığı düşünülmektedir. ABD, NATO’yu Rusya’ya karşı kullanabileceği bir güç, bir tampon olarak muhafaza etmektedir.
Tarihsel süreç içinde savunma sanayisi güçlü ülkelerin bu üstünlüklerini dış politika enstrümanı olarak ve özellikle güvenlik alanında bağımlılık yaratmak maksadıyla kullandıkları görülmektedir.
Diğer taraftan, S-400 hava savunma sisteminin Rusya’dan alınması ile Türkiye’nin ulusal güvenlik kırılganlığının ve güvenlik bağımlılığının artabileceği endişesi de gündeme getirilmektedir. Ancak, bu sistemin Türkiye’nin acil bir ihtiyacının bir kısmını karşılamaya yönelik olduğu, Rusya ile NATO karşıtı bir ittifakın asla oluşturulmadığı, stratejik kültüründe bir kayma olmadığı, Türkiye’nin geçmişten gerekli dersleri çıkararak asla Rusya’ya bağımlı hale gelmeyeceği, bu alandan sürdürülen çalışmaların bunun en önemli göstergesi olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.
Türkiye’nin S-400 alımı kendi savunma teknolojileri alanında giderek kapasitesini artırma ve güvenlik bağımlılığını ortadan kaldırma arayışlarının bir sonucudur. Bu stratejinin savunma politikası ayağını; akıllı tedarik, ortak üretim ve AR-GE yöntemleri bağlamında çeşitliliği artırmak diğer ayağını da savunma alanındaki bağımsızlık oluşturmaktadır.
Türkiye müstakil olarak S-400’leri kullansa dahi F-35 savaş uçaklarına bir tehdit oluşturacağı endişesi de diğer bir teknik konudur. Rusya’nın Suriye toprak sahasında sahip olduğu S-400’ler, İsrail’in kullandığı F-35’lere bir tehdit teşkil etmiyorken neden Türkiye’nin kullanacağı F-35’lere tehdit oluşturacağı belirsizliğini korumaktadır.
Türkiye ve ABD arasındaki güven bunalımı her geçen gün artmaktadır. Geri dönüşü olmayan bir noktaya hızla yaklaşılmaktadır. Gelişmelerin en çok Rusya’ya yaradığı ve NATO savunma ve işbirliği anlayışına zarar verdiği muhakkaktır. Rusya, kuruluşundan bu yana NATO ülkeleri arasında en ciddi çatlağı oluşturmanın keyfini yaşamaktadır.
© The Independentturkish