Arapçada Ahvaz kelimesinin doğru söylenişinin ha (ح) yoksa he (ه) harfi ile mi olduğu pek çok Arap arasında ihtilaf konusu olmayı sürdürüyor. Her birinin kendi tezini destekleyen argümanları bulunuyor. Bu Arap bölge 1925 yılında İngilizlerle anlaşmalı bir şekilde Rıza Han tarafından ilhak edilerek İran’ın bir eyaleti haline geldi.
Ahvaz bölgesindeki Araplar, başkenti Muhammira (bugün Hürremşehr) olan Şeyh Hazal el-Kaabi liderliğindeki Kaab Emirliğini, Arap topraklarının Basra Körfezi’nin doğusunda bulunan doğal bedeninden koparılıp başka bir bedene eklenen önemli bir bölümünün hikayesi olarak görüyordu.
Arap varlığı silinemez bir gerçekliktir
Ahvaz bölgesine sınırdaş Irak’taki tüm Temim kabilelerinin lideri Şeyh Muzahım et-Temimi’ye göre, “Bu bölgeye Araplar Ahvaz, acemler de Ahfaz derler. Geç dönem resmi Arap söylemi dışında hiçbir zaman bölgenin adı ha (ح) harfi ile telaffuz edilmedi”.
Irak ordusundan yarbay rütbesiyle emekli olan, 2003’ten sonra Basra valiliği yapan ve kabilesi Basra ile Ahvaz arasındaki en büyük kabile olan Şey Temim sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu bölgelerdeki Arap varlığı çok eskidir. Bazı bölgelerde Arap varlığı Arapların Irak’ı fethinden ve Sasani Devletinin yıkılmasından önceye dayanıyor. Bu varlık, Basra Körfezi’nin doğu kıyısından Bender Abbas’a kadar uzanıyordu”.
Şeyh Temim şunu da ekliyor:
“Bugünkü İran adalarında Araplar yaşıyordu. Safeviler zamanında tersine bir Arap göçü gerçekleşti ve Sünni Arapların büyük bir kısmı Basra ve Kuveyt'e yöneldi. Bir kısmı da Bender Abbas'a göç etti, daha sonra Umman'a, diğer Arap şeyhliklerine ve Bahreyn'e göçtüler”.
Arap kabileler: Toprak ve tarih bir arada
Ahvaz ve burada yaşayan (Irak’ın Sevad yani güney bölgesinden Arap Yarımadasına kadar uzanan bölgede yaşayan kabilelerin uzantısı olan) Temim, Kaab, Tarfa, Hazail, Zerkan, Sevahim gibi bilindik kabilelerin oluşturduğu Arap varlığının hikayesi, çok fazla tartışma ve tarihi paradoks içeriyor. Çağdaş dönemde, babası Cabir bin Merdav ve onun yerine geçen kardeşi Mız’al’ın mirasçısı olan Şeyh Hazal Kaabi’nin emirliğinin ortadan kalkmasından sonra bu bölgedeki Arapların siyasi durumları çok değişti. Rıza Han’ın geçen yüzyılın başında İngilizler ile gizlice anlaşmasının ardından kabilelerinin İran, Irak, Kuveyt ve Arap Yarımadası arasında bölünmesinden sonra Ahvaz bölgesinin Arap sakinleri sürekli bir mücadele ve kriz içinde yaşadılar.
İngiltere ile Fransa arasındaki Sykes-Picot Anlaşmasına benzer ama bu kez tarafları İngiltere ile İran olan uluslararası bir pazarlık sonucu geçen yüzyılın başında İran hükümetinin kontrolüne tabi hale getirilse de Ahvaz, bölge olarak çevresel ve coğrafi açıdan İran’ın diğer bölgelerinden farklı. O dönemde İran, Çarlık Rusyası’nın hayali olan sıcak denizlere doğru genişleyen bir imparatorluktu.
Topraklarında petrolün keşfedilmesi üzerine Rusya’nın Azerbaycan’ın yarısını ilhak etmesi, İran devletinin Ahvaz’ı ilhak etmesine yardımcı oldu. İngilizler, Şah’ın Ahvaz’da istediğini yapmasına izin verdiler ve bu daha sonra bölgenin ilhakına zemin hazırladı.
İngilizler için Şah ve İran, o dönemde yetersiz kaynaklara sahip küçük bir emirlikten ibaret olan Muhammira Emirliği ile ittifaktan çok daha önemliydi. 1925’te Şah, bir pusu ile Şeyh Hazal, kuzeni Şeyh Musa ve oğlu Şeyh Abdulhamid’i esir aldı. Kaçırılan Şeyh Hazal, 1937’de Şah’ın Tahran’daki sarayında öldürüldü ve orada defnedildi. Şeyhlerini kurtarmak isteyen Arap devrimcilerin tüm girişimlerinin bastırılmasıyla birlikte Kaab Emirliği perdesi de kapandı. Şeyh Hazal’ın naaşı 10 yıl sonra Necef’e nakledilene kadar defnedildiği yerde kaldı.
Bu yıllar boyunca kabilesi Kaab ve diğer kabileler sürekli kaynayarak hiç sakinleşmediler. Ahvaz kabileleri isyan etseler de iki kıskacın arasında kaldılar; İngiliz hakimiyeti ve birinci şah dönemindeki İran otoritesi.
Ancak, Muhammira Emirliği’nin bağımsızlığı, bölgenin esasında resmi olarak Kaçar İmparatorluğu'na ondan önce de Safevilere bağlı olduğunun altını çizen görüşlerle çelişiyor. Bu görüşte olanlardan biri de Iraklı yazar Akil Abbas ve kendisi şöyle diyor; “Beni Kaab Emirliği de İran’ın bölgedeki hakimiyetini kabul etmişti, çünkü çoğu zaman bu hakimiyetin formalitede kaldığını biliyordu. Şeyh Hazal’ın İngiltere ile iş birliği, İngilizlerin mesela Kuveyt ile imzaladıklarına benzer bir himaye anlaşması içermiyordu. Ne var ki Şeyh Hazal, geçen yüzyılın yirmili yıllarında hesaplanmamış adımlarla İran devletine meydan okudu. Savunma Bakanı da bölge üzerinde kontrol sağlamak için bunu argüman olarak kullandı.
Eski yeni bir çatışma
Arap çoğunluklu Ahvaz bölgesi, İran'ın bir eyaleti olarak ilhak edilmesinden bu yana geçen neredeyse 100 yıl boyunca hep içten içe kaynadı. Bu yıllar süresince adı ve Arap kimliği değiştirilmeye, kendisine Arapça yerine Farsça dayatılmaya çalışıldı. Karun Nehrinin geçtiği bölgenin adı Huzistan olarak değiştirildi. Söz konusu bölge seksenli yıllarda patlak veren İran-Irak Svaşı sırasında şiddetli muharebelere tanık oldu ve iki ateş arasında kalan Ahvaz halkı çok sayıda kayıp verdi.
Ahvaz toprakları Irak ve İran ordularının savaş meydanına dönüştü. Sakinleri bombardımanlara ve karşılıklı ateşlere maruz kaldılar. Bunlar, İran hükümetine, Ahvaz toplumunu zorla Farslılaştırma politikalarına, kendi kaderini tayin etme özgürlüğünü engellemesine karşı olan Arap grupların taleplerini canlandırdı. Öyle ki Irak’a katılmayı talep etme noktasına ulaştılar. Oysa Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejiminin devrilmesi, Humeyni’nin liderliğinde İslami devrim unsurlarının iktidara gelmesiyle Ahvazlılarının umutları yükselmişti. Bunu coşkuyla karşılamış, kimi zaman kendilerine kendi kaderini tayin etme kimi zamanda protesto hakkı tanınmasını talep etmiş ve bunun için gösteriler düzenlemişlerdi.
Gelgelim Irak’ın Cezayir’de İran ile imzaladığı anlaşmadan çekildiğini deklare etmesi iki ülke arasındaki çatışmayı alevlendirdi. Sekiz yıl süren acımasız bir savaş için bu ölümcül bahane kullanıldı. Bu savaşa binlerce Ahvazlı genç de sürüklendi. Ahvaz bölgesinin şehirlerini ve köylerini, başkent Ahvaz, Muhammira, Abadan, Süsengird, Dezful gibi büyük şehirleri basan Saddam ordusunun zulmü Arap sakinler arasında ters tepki doğurdu. Keza kendi kaderlerini tayin etme projesinin tamamlanmasına fırsat tanınmaması, İran’daki yeni Humeyni rejimi ile bölgeye özerklik tanınması umuduyla yürütülen görüşmelerin bir mutabakata varmaması da. Özerklik, bölgedeki milliyetçi hareketlerin çağrıda bulunduğu ve çok sayıda aktivistin kendisi için çabaladığı bir talep.
1979’da iktidara gelen yeni rejim, sanki savaş, adı Huzistan’a dönüştürülen Arabistan sakinlerinin çoğunu oluşturan Şiileri hedef alıyormuş gibi, Irak’tan kutsal Şii Necef ve Kerbela şehirlerine kadar uzanan küresel müstekbirlerle mücadele adını verdiği bir strateji benimsedi.
İran-Irak savaşının 8 yılı boyunca, yeni rejim çatışmanın denklemini ulusal boyuttan mezhepsel boyuta taşımayı başardı. Bu ise Ahvaz’daki Arap milliyetçisi güçleri zor durumda bıraktı. Grupları, İran Devrim Muhafızları ve istihbarat güçleri tarafından takip edilmeye başlandı. Halkın hakları ve talepleri, silahların ve hadiselerin gürültüsü ile milyonlarca kurban arasında kayboldu. Bu talepler, önemine rağmen kan gölü ve günlük ölüm sahneleri karşısında bir lüks haline geldi.
Su savaşı çatışmayı körüklüyor
Ancak Ahvaz sorunu denildiği gibi kül altında bir kor gibi yanmaya devam etti. İslam Cumhuriyeti rejimi döneminde bölgeler, çeşitli ayaklanmalara sahne oldu. Bunların sonuncusu, Ahvaz eyaletinin suyunun kesilmek istenmesi, Huzistan denilen vilayetten geçen Karun Nehri ve onu besleyen diğer birkaç küçük ırmağın yatağını değiştirmeye yönelik girişimlerden sonra patlak verdi. İran makamları kasıtlı olarak Karun Nehri’ni kuruttu ve yatağını değiştirdi. Bu ise, Irak ve Körfez ülkelerine yakın olduğu için bir petrol yatakları bölgesi ve bu nedenle de İran'ın en zengin bölgesi olan Ahvaz’da, sakinlerin yaşamını, hayvancılığı ve genel olarak tarımı tehdit eden yeni bir gerçekliğe yol açtı. Bunun üzerine bölgenin binlerce Arap sakini protesto ve gösteriler düzenlemeye başladı. Ancak İran makamları buna aşırı baskıyla karşılık verdi. Çok eski zamanlardan beri bölgeyi, uygarlığının üzerine kurulduğu şehir ve köylerini suyu ile besleyen nehrin yatağını değiştirme projesini devam ettirmek amacıyla protestoları bastırmaları için düzenli ve düzensiz kuvvetlerinden binlerce unsuru buraya sevk etti.
Rejimin kurumlarına kadar uzanan sakinlerin öfkesi ve şehirlerde hayatı felç eden gösteriler, Arapların yaklaşık 100 yıldır muzdarip oldukları sorunun özünün ne kadar köklü olduğunu akıllara getirdi. Bu öz, bölge halkının reddettiği ve kendi kendini yönetme, BM tarafından tanınan meşru haklarını elde etme umutlarına tepeden bakan politikalar sonucunda kaybedilen haklardır.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu