Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi'nin, yetkililerin yaklaşık bir yıl önce Bağdat'ta suikasta uğrayan Iraklı araştırmacı Hişam el-Haşimi'nin katillerinin tutuklanmasında başarılı olduğunu açıklaması iyi bir haber.
Her ne kadar İran devrinde bu haber yenilgi ve eksiklik hatları ile ele geçirilmiş olsa da...
Kameralar önünde itirafta bulunan ve anlattıkları Irak kanalları tarafından yayınlanan katil, İçişleri Bakanlığı'nda üsteğmen rütbesinde görev yapan 36 yaşındaki Ahmed el-Kinani'ydi.
Haşimi'yi bir ölüm mangası oluşturararak üç kişinin de yardımıyla beylik silahının kurşunlarıyla öldürmüş.
İran devrinde Iraklılar ve onlardan önce Lübnanlılar, bulunabilen katillerin isimleriyle yetinmek zorundalar. Bu katilin adı Irak güvenlik kaynaklarına göre Irak Hizbullahı Tugayları mensubu Ahmed Kinani de, Lübnan Hizbullahı'nın mensubu olduğunu inkar etmediği Refik Hariri'nin katili Selim Ayyaş da olabilir.
Iraklılar şimdi, Haşimi'nin katilinin tutuklandığının açıklanmasından sonra emri kimin verdiğini, astın ve üstün, infaz kararını alanın kim olduğunu ayrıca Lübnanlıların uzun yıllar birlikte yaşadıkları, kendilerine epey hukuk ve soruşturma becerisi kazandıran konuların ayrıntıları soruyorlar.
Sorular ne kadar çoğalırsa cevaplar da o kadar azalıyor. İran devrinde yaşayanlar gerçeklerin yarısına ve sonuçların üçte birine ulaşabiliyorlar.
Haşimi'nin ailesi, Güney Lübnan'da öldürülen, katilinin adı ve sureti şu ana kadar ortaya çıkmayan araştırmacı, tarihçi ve yazar Lokman Salim'in ailesinden daha şanslı olabilir.
Ancak bu, kişisel ve özel anlamda önemli bir ayrıntıdan ibaret kalıyor.
Adalet ayrıntılarla ve kanıtlarla ilerler. Adaletsizlik ise genellemelerle ve totaliter varsayımlarla...
İran devrinde detaylar ölülerin ve acı çekenlerin payı, totaliterlik ise adaletsizliğin ve zalimlerin silahıdır.
Sözgelimi Beyrut Limanı'na amonyum nitratı kimin getirdiği, kimin depoladığı ve kullanımını denetlediği önemli değil.
Lübnan'dan Suriye'ye para, yakıt ve ilaç kaçakçılığını kimin yürüttüğünün de önemi yok. Lübnan'ı çöküşün eşiğine ulaşacak derecede etkileyen ekonomik, finansal, parasal, sosyal ve kurumsal çöküşün gerçekliği de önemli değil.
Anayasal kazanımların peş peşe gasp edilmesinin arkasında gerçekte kimin olduğu önemsiz. Hakeza bunun Lübnan halkının asgari hayatta kalma koşullarına sahip olma şansını dahi gittikçe yok eden yansımaları da...
Halk sadece bir isim ve günah keçisi ile oyalanabilir:. Yani Ahmed Kinani, Selim Ayyaş, Mişel Avn veya Cibran Basil ile...
İran devrinde yayınlanan bir diğer haberde de şöyle deniyor:
Beşşar Esad cumartesi günü dördüncü 7 yılık yeni başkanlık dönemi için yemin etti.
Esad konuşmasında, "Kandırılanları ve Suriye'nin düşeceğine bahse girenleri vatanın bağrına geri dönmeye" çağırdı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Detaylar ve olaylar gerçekten önemli mi? Bir halkın cehennemin tüm renkleriyle boyanmış yaklaşık 10 yıllık devriminin, sadece kandırılanların işi olup olmadığını gerçekten incelemeli miyiz?
"Vatanın bağrına dönme" çağrısında vurgulanan vatanın anlamını incelemeli miyiz?
İran devrinde detaylara yer yok...
Detaylar bazen Suriyelilerin insanlığına hakarete dönüşüyor. Aynı Hollanda yargısının, Esad'ın yemin ettiği sırada terör örgütü Nusra Cephesi üyesi bir Suriyeli'yi, 2012 yılında düzenli Suriye ordusunun esir bir askerini öldürdüğü için savaş suçu işlemekten 20 yıl hapis cezasına çarptırması gibi.
Suriye'de işlenen bir savaş suçuna ilişkin Hollanda mahkemesinin verdiği, 40 sayfadan oluşan bu ilk kararın metninde yargıçlar şu ifadeleri kullandılar:
Düşman esirinin sanık tarafından infaz edilmesi sadece cinayet değil, aynı zamanda uluslararası insan hakları hukukunun yazılı ve yazılı olmayan kurallarının ve evrensel insan haklarının açık bir ihlalidir.
Aynı anda Suriye'deki salonda Esad'ın Türkler, Amerikalılar ve teröristlerle ilgili yaptığı bir şaka nedeniylealkışlar kopuyordu.
İran devrinde Esad devlet başkanı.
BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCWA) daha sonra raporlarında, Suriye'deki yıkım nedeniyle sermaye kayıplarının yaklaşık 117,7 milyar dolara, heder edilen GSYİH açısından ekonomik zararın da yaklaşık 324,5 milyar dolara ulaştığını, dolayısıyla çatışmanın maliyetinin yaklaşık 442,5 milyar dolar olduğu tahminlerine yer verebilir.
Komisyon, şu an insani yardıma ve korumaya ihtiyaç duyan 13 milyondan fazla Suriyeli olduğunu, nüfusun yaklaşık yüzde 90'ının yoksulluk içinde yaşadığına işaret edebilir. Detaylar önemli değil...
İran devrinde Ortadoğu'daki her olay tahrif ediliyor.
Kapsayıcı hikaye, Ortadoğu krizinin Suudi Arabistan ve İran arasındaki rekabetin yoğunluğunda yattığını söylüyor.
Bu hikayeye göre Beyrut'tan İran'a, oradan Suriye ve Irak'a uzanan, Yemen'e uğrayan bu cehennemi yaratan şey iki ülke arasındaki nüfuz mücadelesi.
Bunun doğru bir yanı yok. Ne stratejik veya stratejik olmayan bir İran-Suudi Arabistan rekabeti, ne de mezhepsel ya da mezhep dışı bir İran-Suudi Arabistan çatışması var.
Asıl çatışma, İran İslam Cumhuriyeti denen siyasi bir oluşum ile onun saldırganlığı karşısında varlıklarını ve geleceklerini savunmaya çalışan, hiçbir dış projesi olmayan ülkeler arasındadır.
İran İslam Cumhuriyeti ise bir devrim olarak başlayıp çevresi ile etkileşiminin her detayında organize bir suç çetesine dönüşen bir oluşumdur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil
© The Independentturkish