Afganistan, ideoloji ve siyasi programların onu düşünürken alçakgönüllü olması, çözüm için önerilerde bulunurken korkması gereken bir yer. İşgal ve kurtuluş ya da sömürgecilik ve bağımsızlığın iki yakasından taşarak akan bir yer. O ülkenin tecrübesi, büyük siyasi ve ideolojik fikirlerin tek başına yeterli olmadığına bizi ikna etmeye kafi.
Ne Sovyetler ve komünizmi, ne Amerikalılar ve liberalizmleri, ne de Mücahitleri ve ardından Taliban'ı ile siyasi İslam bu ülkeye çözüm bulmayı başaramadı. Hepsinden önce de Afganistan, modernleşme konusunda aceleci bir kral olan Amanullah Han tarafından desteklenen bir Atatürkçü çözümü dayatma girişimine tanık olmuştu. Amanullah Han 1929’da bir iç savaş ile devrildi. Bu sefer teröre karşı savaşın sınırları görüldü, ancak önceki zamanlarda her türlü savaşın sınırları görülmüştü.
İşgalciler Afganistan'ı işgal ettiklerinde büyük bir sorun yaratıyorlar, oradan çekildiklerinde yine büyük bir sorun yaratıyorlar. İşgali bir felaket, bunu söylemek her zaman kolay, ancak kurtuluşu da bir felaket olabilir. Gelgelim deneyimler, Afganların ne zaman istilacı bir yabancı tarafı hezimete uğratsalar, kendilerini de hezimete uğrattıklarını söylese de, bu kesinlikle tartışmalı bir söz.
Durum bundan daha karmaşık. Rusya Afganistan'dan çekildiğinde ABD 11 Eylül ölçeğinde bir felaketle karşı karşıya kaldı. Bugün ABD Afganistan'dan çekilirken gözlemciler şunu merak ediyor; diğerlerinin çekilmesi sonucunda Rusya, Çin, İran ve Türkiye ne gibi felaketlerle karşılaşacak?
İster işgalden yana olsunlar, ister özgürleştirme heveslisi olsunlar, hızlı siyasi ve ideolojik cevaplar pek yardımcı olmuyorlar. Zeki görünmeye çalışmanın da faydası yok. Amerikalılar belki Moskova ile Mücahitler arasındaki savaş sırasında Afganistan’ı Sovyetler Birliği’nin Vietnamı’na dönüştürmeyi başarmış olabilirler. Ancak New York ve Washington da çok geçmeden Afganistan kasırgaları tarafından vuruldu. İran tabii ki Amerikalıların Taliban yönetimini devirmesinden faydalandı, ancak Taliban'ın iktidara muhtemel geri dönüşüyle, devrilmesi sonucu elde ettiği kazanımlara eşit bir bedel ödeyebilir. Washington'un Kabil'de zorluklarla karşılaşmasından mutlu olan Rusya'ya gelince, Orta Asya'dan gelen yeni bir Afgan lanetiyle yüzleşebilir.
Afganistan her işgal edildiğinde ve özgürleştirildiğinde dünyanın dişleri böyle korkudan birbirine çarpıyor. İşte size ABD'nin çekilme hazırlığına eşlik eden güncel manşetlerden bazıları:
Pakistan, Afganistan'da bir iç savaş ve ardından yeni bir mülteci dalgası korkusunu dillendirdi. İran, Pakistan'ın endişelerini paylaşıyor. NATO, el-Kaide’nin Taliban Afganistanı'na geri dönmesinden, hatta belki de DEAŞ’a da ev sahipliği yapmasından korkuyor.
ABD ile ne pahasına olursa olsun uzlaşmak isteyen Türkiye, Kabil Uluslararası Havalimanı'nın güvenliğini üstlenmeyi teklif etti. BM, Afganistan'da rapor edilen kitlesel insan hakları ihlalleri konusunda artan endişelerini ve 18 milyon insanın, yani nüfusun yarısından fazlasının “hayatta kalma yardımına” çok ihtiyaç duyduğunu ifade etti. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, insani sıkıntıları artıran ve sivilleri yerinden eden artan çatışmalar sebebiyle Afganistan'da ufukta görülen bir insani kriz konusunda uyardı.
Gerçek şu ki Afganistan'da insan hayatı çok ucuz, iltica daha da ucuz; 2001'den bu yana, Kabil hükümetinin 66 ila 69 bin askeri, Taliban ve müttefiklerinin 84 bin savaşçısı, 71 bin Afgan sivil öldürüldü. Yerlerinden edilenlere gelince; ülke içinde3,2 milyon, yurt dışında ise 2,7 milyon Afgan mülteci bulunuyor.
Afganistan'ı bu hale getiren nedir?
Sebebi; ne sömürgeleştirilmiş ne de denize kıyısı olan bu ülkede iki aşırı ucun bir araya gelmesi.
- İlki, her türden dış müdahale. 19. yüzyılın sonlarında, İngilizler ve Ruslar arasındaki “Büyük Oyun” Afganistan'ı tampon bir ülkeye dönüştürmüştü. 1979'da Ruslar geldi. 2001'de de Amerikalılar geldi.
- İkincisi, kısmi bir mezhepçi çeşitliğin eşlik ettiği devasa etnik çeşitlilik. Sonuç olarak, ülkede istikrarlı bir siyasi hayatın kurulabileceği asgari bir uzlaşıya varılamadı.
Bu iki aşırı uçtan her biri diğerini besledi ve güçlendirdi. Bu ikisinin bir araya gelmesinden üçüncü bir aşırı uç doğdu, o da taassup. Etnik ötekiye ve Afgan olmayana yönelik kimlik bağnazlığı, belki de en önemlisini kadınlara yönelik tutumun oluşturduğu birçok tutumu şekillendiren taassup ve hoşgörüsüzlüğü pekiştirdi. Dünyanın geri kalan ülkeleri arasında Afganistan, kız çocuklarına eğitim veren okullara yönelik intihar saldırılarına tanık olan tek ülke.
Bu, Afganistan'ın her zaman umutsuz bir vaka olduğu anlamına gelmez. Modern Afgan tarihinin kendisi, 1964 ve 1978 yılları arasında uzanan umut verici bir döneme tanık oldu.
Muhammed Zahir Şah döneminde Kabil, Moskova, Washington ve Londra ile iyi ilişkilere sahip olmasına izin veren bir tarafsızlık politikası benimsedi.
Bu politika 3 başkenti kendisini Soğuk Savaş'ın, ondan önce de İkinci Dünya Savaşı'nın dışında tutan Afganistan'a yardım etmekte rekabet etmeye teşvik etti. Ülke içinde de Zahir Şah, bir anayasa yazımı, kurumların sınırlarının genişletilmesi ve hukukun üstünlüğünün eşlik ettiği kademeli ve sessiz bir modernleşme deneyine girişti. Ancak 1973’te bir cumhuriyet darbesi gerçekleşti.
Kendisini 5 yıl sonra bir komünist darbe takip etti.
Sonra da tespih kopup taneleri dağıldı.
Geçmişe dönmek imkansız. Geleceğe doğru ilerlemek de imkansız.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu