Mezarsız bir ölü: Veysel Güney

Veysel Güney, bundan 40 yıl önce idam edildi. Ailesi ve arkadaşları yıllardır mezarını arıyor. İdam heyetinde yer alan savcı Mete Göktürk, yıllar önce yazdığı kitapta Güney’in suçsuz olabileceğini söylemişti

Veysel Güney

28 Aralık’ı 29 Aralık’ı bağlayan gece, sene 1980. İki genç devrimci Gaziantep’te birlikte kaldıkları evde uyurlarken, gecenin bir yarısı dış kapının kırılma sesiyle uyanırlar. Adları Ali İhsan Özer ve Veysel Güney’dir, İskenderun’dan kısa bir süre önce Gaziantep’e geçmişlerdir. Kapının kırılmasıyla Ali İhsan elindeki silahla ateş ederek diğer odaya kaçar, ama kaçtığı odada otomatik silahla karşılanır, oracıkta ölür. Veysel Güney ise bulunduğu odadan önce banyoya, oradan da havalandırma boşluğundan alt kata iner, ancak o da alt katta yaralı yakalanır. Operasyonun başında Teğmen Şahin Akkaya vardır ve mutfak balkonunda alnından tek kurşunla vurulmuş olarak bulunur.

Teğmeni kim vurdu?

Yıllar sonra Veysel Güney’in yaşamını ‘Sizin Veysel’ adıyla kitaplaştıran Mersin 78’liler Derneği’nden Ethem Dinçer, çatışmanın yaşandığı eve gittiğini ve iki devrimcinin de bulunduğu yerden komutana ateş edemeyeceklerini söylüyor. Zaten yaralı yakalanan Veysel Güney de bütün sorgusu boyunca kimseyi öldürmediğini defalarca söyler. Ethem Dinçer, Güney’i idama götüren bu ölüme dair şu bilgileri veriyor: “Dosyadaki bilgilere göre, bütün polisler söz birliği yapmış gibi ifadelerinde 'teğmenin eve girdiğini görmediklerini' söylüyorlar. Teğmen operasyonun komutanı, tek girişi olan bir apartman dairesi ve teğmeni görmüyorlar. Veysel yaralı yakalanınca polis aracına alınıyor, dönemin sıkıyönetim komutanı oracıta infaz edilmesini istiyor. Polis aracında tesadüfen Pol-Der'li bir polis de var. Yaralı halde işkence yapmalarını engelleyemiyor ama 'öldürürsek yargılanırız' diyerek öldürülmesini engelliyor. Daha sonra bu polis on arkadaşıyla birlikte görevden alınıyor.”

veysel guney2.jpg
Veysel Güney

 

Veysel Güney’in mahkemesi iki duruşma sürer, aslında tek celsede iş bitecektir ama operasyona katılan tanık polislerin, başka bir operasyon için şehir dışında olmaları sebebiyle ikinci duruşma beklenir. Karar idamdır. Bu arada kardeşinin yerine askere alınan Teğmen Akkaya’nın generalliğe yükselen kardeşi şu anda FETÖ davasından tutuklu.

Veysel Güney, dava boyunca Akkaya’yı öldürmediğini sıkça vurgular, son mektubunda da bunu yineler ancak 160 gün süren yargılama süreci sonucu değiştirmez ve 10 Haziran 1981’de idam edilir. Ethem Dinçer, Veysel Güney’in idam mahkemesinde yer alan savcı Mete Göktürk’le yaptığı görüşmeyi şöyle aktarıyor:

“Savcı Göktürk, Veysel'in üzerinden çıkan eşyaları ve cenazeyi Babası Ali Güney'e teslim edilmek üzere, Yüzbaşı Burhan Erdem'e teslim ediyor. Yüzbaşı eşyaları veriyor ama cenazeyi teslim etmiyor.”

ethem dincer.jpg
Ethem Dinçer

 

Burhan Erdem nerede?

Ordudan yarbay rütbesiyle emekli olduktan sonra, bir Ege kasabasında yaşamını sürdüren Burhan Erdem’in ismi,  Gaziantep Cumhuriyet Savcılığı tarafından düzenlenen gömülme izninde açıkça görülüyor. 10 Haziran 1981'de düzenlenen belgedeki ifadeler şöyle:

"Adana Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No'lu Askeri Mahkemesi'nce TCK'nın 450/9 madde ihlal suçundan hakkında ölüm cezası verilen ve cezası kesinleşip Milli Güvenlik Konseyi'nce onaylanarak resmi gazetede yayımlanan Veysel Güney'in ölüm cezası bugün yasa ve tüzükleri asılmak suretiyle infaz edildiğinden cesedi gömülmesi için babası Ali Güney'e teslim edilmek üzere sıkıyönetimde görevli Komando Bölük Komutanı Yzb. Burhan Erdem'e teslim edildi."

Ancak yıllar içinde Burhan Erdem'e ulaşarak Veysel Güney'in mezar yerini öğrenmek isteyen yakınları TBMM İnsan Hakları Komisyonu ve Gaziantep Cumhuriyet Savcılığı'na yaptıkları başvurulardan sonuç alamadı. O dönem milletvekili ola Ufuk Uras da iki kez soru önergesi verdi. Aldığı tek yanıt: "Burhan Erdem emekli oldu."

Veysel Güney’in kardeşi Ayhan Güney, ağabeyinin idamına giden yolu ve sonrasında yaşadıkları mezar bulma sürecini şu sözlerle anlatıyor:

“Ağabeyim sorgusunun başından beri çatışmaya girdiğini kabul etmedi. İdam edileceği ilk yakalandığı andan itibaren belliydi. İdam sehpasına çıkarılışına kadar, beş buçuk aylık sürede her gün işkence gördü. Nasıl yargılandığını anımsamıyoruz. Çünkü avukatı bile yoktu. En yakını olan bizlerle görüştürülmedi, cezaevindeki arkadaşlarıyla yan yana gelemedi, sürekli tecritte tutuldu, havalandırmaya bile çıkarılmadı. Polis sorgusunun ardından adli soruşturma için ilk olarak ifadesini savcı Mete Göktürk yıllar sonra yazdığı Adaleti Gördünüz mü adlı kitabında, ağabeyimin silah kullandığına ilişkin bir kanıt elde edemediğini yazdı. İnfaz sırasında onun son anlarına tanık olacak bir avukatı yoktu. Ailenin de infazı izlemesine izin verilmedi. Sadece zorlukla son bir kez görüşme izni alabildik. Ağabeyimin idamındaki tek sorun, artık neredeyse bütün boyutlarıyla teşhir olan 12 Eylül adaletinin nasıl işlediği değil. Onu asmaya karar verenler, kendi kararlarından bu kadar kuşkulu olmasalardı, onu idam sehpasına çıkarmakla yetinmeyip bir de toplumun hafızasından tümüyle silmek için planlar geliştirmezlerdi. İdam edilmeden bir gün önce Gaziantep Orduevi'nden ağabeyim için mezar yeri ayırtılması, idamın ardından cenazeyi ailesine vermek yerine 'kimsesiz ve isimsiz' olarak toprağa gömmeleri; işte tüm bunlar, suç delillerini yok etmek için değilse nedir?

 

Devletin emekli bir askeri personelini bulamamasını, her ay maaş ödediği personelinin nerede yaşadığını bilememesini inandırıcı bulmayan Veysel Güney'in yakınları bu kez "Burhan Erdem'e vicdan çağrısı!" başlıklı bir kampanya başlattı. Kampanyada şu ifadeler yer alıyordu:

"Burhan Bey, 10 Haziran 1981 şafağı size bir şey çağrıştırıyor mu? 'Veysel Güney' adı size bir şeyler çağrıştırıyor mu? Darbenin bile bir hukuku olduğunu düşünüyor musunuz? 'Asıp kaybederek' darbenin bile hukukunu çiğnediğinizin farkında mısınız? 'Mezarsız ölüler' sizi rahatsız etmiyor mu? Gaziantep Mezarlığı'na 'hüviyeti meçhul' olarak gömdüğünüz Veysel Güney'i hatırlıyor musunuz? Bir aileyi 27 yıldır çocuklarının mezarından yoksun bırakmak, ömürlerinin belki de son günlerini yaşayan 80 yaşını geçmiş anne-babanın her gün ahını almak -varsa- vicdanınızı rahatsız etmiyor mu?"

Devlete zimmetli cenaze

Bu kampanyaya varan yolu, Ethem Dinçer şöyle anlatıyor:

“78 dernekleri kurulduğunda dört ana hedef koymuştu önüne: Geçici 15. maddenin kaldırılarak darbecilerin yargı önüne çıkarılması, memnu hakların iadesi, geçmişin güncelleştirilmesi ve dayanışma. Biz Mersin 78’liler Derneği olarak 'geçmişin güncellenmesi' çabasında öncü dernekler arasında yer aldık. Dernekteki bir toplantıda Veysel Güney'in mezarı gündeme geldi ve bu mezarı bulmak için çaba harcanmasına karar verildi. Dört kişilik bir komisyon kuruldu dernekte ve komisyon araştırmalar yapmaya başladı. Komisyon, idamın gerçekleştiği kent olan Gaziantep'te 'resmi başvurular' yapma kararı aldı. Aileyle bağlantıya geçildi, dilekçeler hazırlandı. Dilekçelerin ölüm yıldönümünde verilmesi kararı alındı. Veysel Güney'in resmi olarak idam edilmesine rağmen cenazesinin ailesine teslim edilmemesine savcı da şaşırmıştı. İdamdan 25 yıl sonra Veysel'in kardeşi Ayhan'la birlikte şikâyet dilekçelerimizi verdiğimiz savcı, dilekçeyi okuyunca hayret etmiş ve 'gerçekten kayıp mı?' diye sormuştu. Bir devlet görevlisi bile idam edilen birinin cenazesinin kaybedilmesine inanamıyordu. Devlete zimmetli bir cenaze kaybolmuştu.”

Tam o günlerde savcı Mete Göktürk’ün ‘Adaleti Gördünüz mü’ kitabının yayınlandığını anlatan Dinçer sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Göktürk anı kitabında 'Veysel'in silah kullandığına dair bir kanıt olmadığını' ve 'yargılama günlerinin olağanüstü koşullarda yapıldığını' söylüyordu. Yani devletin savcısı Veysel’in 'suçsuz' olduğunu ima ediyordu. Aynı süreçte Veysel'in idam edilirken yazdığı mektuba da el konulduğu ve aileye teslim edilmediğini öğrendik. Mektubun Veysel’in yargılandığı dosyada olabileceğini düşünerek 'bilgi edinme yasası' kapsamında aile adına avukatlarımız dosyayı almak için başvuru yaptı. Sıkıyönetim mahkemeleri kapandığı için başvuruyu Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na yaptık, komutanlık önce başvuruyu yapanların Veysel'le akraba olduklarını kanıtlamasını istedi. Aile kaydı gönderilince de fotokopi parasının yatırılmasını istedi ve bir sabah dosya Ankara'daki avukat arkadaşımızın bürosuna ulaştı. Dosyayı değil mektubu merak ediyorduk, 299 sayfanın arasından çıkan mektup hepimizi duygulandırdı. Mektup faksla bize ulaştırıldığında ilk işim Veysel'in kardeşi Ayhan'ı aramak oldu.”

 

Dinçer sonraki süreci de şöyle anlatıyor:

“Mektupta Veysel 'kimseyi öldürmediğini' söylüyordu. Savcının söylemiyle Veysel'in söylemi örtüşüyordu. Ve dosyada Veysel'in cenazesinin resmi olarak 'ailesine verilmek üzere Yüzbaşı Burhan Erdem'e teslim edildiği' yazıyordu. Bu süreçte Gaziantep'te yaptığımız resmi başvurulara da cevaplar gelmeye başladı. Zaman aşımı, soruşturma yapılamayacağı vs. cevaplarla olay geçiştirilmeye çalışılıyordu. Belediyeden gelen cevapta da 'mezarlıkların incelendiği ve Veysel Güney'in mezarına rastlanmadığı' söyleniyordu.”

Gizemli telefonlar ve Ankara’nın karanlık dehlizleri

Ethem Dinçer, sözlerinin burasında kendisine gelen meçhul bir telefondan bahsediyor:

“Gizli numaradan arayan bir kişi Gaziantep'ten aradığını ve Veysel'in mezarının yerini bildiğini, kısa süre sonra yeniden arayarak mezarın yerini göstereceğini söyledi. İsterse hemen gelebileceğimizi söyledim ama arayan kişi tekrar arayacağını söyleyerek telefonu kapattı. Bu telefondan sonra mezarı bulabileceğimize daha çok inanmaya başladık ama bir kaç gün geçmesine rağmen arayan olmadı. Başka bir telefonsa mezar arama sürecimizin yönünü değiştirdi. Birkaç gün önce bize 'mezarı bulamadık' diye resmi yazı gönderen belediye ciddi bir inceleme yapınca belgelere ulaşmıştı.”

Sonrası, Tayyip Erdoğan’ın Hrant Dink cinayeti sonrası telaffuz ettiği o sözü hatırlatıyor: Ankara’nın karanlık dehlizlerini. Dinçer o karanlık dehlizi şu sözlerle ifade ediyor:

“1981 yılına ait mezarlık kayıt defterleri getirilmişti. 9 Haziran 1981 tarihli sayfadaki son kayıt 'tarihi bir belge' olarak önümüzde duruyordu. İsim yerinde 'hüviyeti meçhul' olarak yapılan kayıtta geldiği yer 'orduevi' yazıyordu. Mezar için ücret ödenmediğinin yazdığı kayıtlarda, ölüm nedeni olarak da 'İ.D' yazıyordu. Bu notun 'idamın' kısaltması olduğunu anladık. Mezarlık müdürü, o süreçte mezarlıkta görevli olan ve daha sonra görüştüğümüzde cenazeyi gömdüğünü söyleyen bir görevliyi bulmuş ve bu kişi mezarın yerini göstermişti. Ama mezar numarası ve her hangi bir mezar taşı yoktu, sadece toprakta bir tümsek göze çarpıyordu. Çok heyecanlandık ve mezarı bulduğumuzu düşündük. Mezarlık müdürünün tavrı 'alın götürün' şeklindeydi. Sıranın cenaze töreninde olduğunu düşündük, yapılacak DNA testlerinin kısa sürede çıkacağını varsaydık, ailenin cenazeyi köye götürmek istemesinden dolayı yağışlar başlamadan tören için gün belirlemeye çalıştık. Bu arada savcılığa mezarın açılması için başvuru yaptık. Cenaze törenini 'darbecilerin teşhiri ve yargılanmalarının başlaması' için bir adım olarak duyurduk. Bu duyurudan sonra olayın akışı değişmeye başladı, önce DNA testi için görüştüğümüz İstanbul Adli Tıp Kurumu’yla 'bağlantımız' koptu. Adlı Tıp, örnekleri bir ay beklettikten sonra 'görev alanında' olmadığı gerekçesiyle Antep'e geri gönderdi. Sonra örnekler bu kez Ankara Adli Tıbba gönderildi. Kardeşten alınan örneklerin yetersiz olduğu,  anne babadan örnekler alınmasını istedi Adli Tıp. O örnekler gidince de 'uyumsuz' olduğu raporu geldi. Rapor ve örnekler Antep'e döndüğü gün Antep-Maraş yol ayrımında bir tarlada 'adlı tıp kurumu' mühürlü bir iskelet bulundu. Adeta 'istersek cenazenizi yol kenarına saçarız' mesajı verdiler.”

Daha sonra resmi olarak iki mezar daha açtırdıklarını ve bu mezarların tamamen boş çıktığını söyleyen Dinçer; geriye dönüp baktığında hala ilk açtırdıkları mezarın Veysel Güney’e ait olduğunu düşünüyor. Ama Veysel Güney hala mezarsız, peki bunca uğraştan sonra ne düşünüyor? Şöyle konuşuyor:

“Veysel’i vicdanlarımızda bulduk öncelikle. Unuttuğumuz, hafızamızın kenarına attığımız yoldaşımızı hatırladık. Aileyle yeniden bir araya geldik. Onlara Veysel’in arkadaşları olduğunu gösterdik. Köylerine bir anıt yapıldı ve her yıl yüzlerce kişi Veysel'i anmak için köyde buluşmaya başladı. Veysel, hatıralarıyla da olsa köyüne döndü. Veysel'in dosyasını kitaplaştırdım bu süreçte, 'Sizin Veysel' kitabı ortaya çıktı, dosyada pek çok tarihsel belge binlerce insana ulaştı böylece. 25 yıl ortada olmayan mektubu bulduk.”

O mektupta şöyle yazıyordu Veysel: “Mezarımı yol kenarına kazın / üzerine devrim şehidi yazın / başına yumruklu yıldız kazın / gidiyorum ölümsüzlüğe hoşça kalın.”

Veysel Güney’in mezarı hala ismini taşıyan bir taşa sahip değil.

****

Veysel Güney kimdir?

1957’de Malatya Hekimhan’da doğdu. Malatya’da başladığı eğitimini İzmir’de tamamladı. İskenderun Meslek Yüksek Okulu’nda okurken, İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nda çalışmaya başladı. Devrimci mücadeleyle burada tanıştı, Devrimci Yol örgütüne katıldı. İskenderun’da barınma şansı kalmayınca Gaziantep’e geçti. 12 Eylül darbesinden üç ay kadar önce evlerine yapılan baskında yaralı olarak yakalandı. İdamına kadar avukat tutulmasına izin verilmedi, son anına kadar tek kişilik hücrede tutuldu.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU