2013'ün Ekim ayıydı ve Kudüs'ü ilk kez ziyaret ediyordum. Bir grup gazeteci ile bir haftalığına geldiğimiz Kudüs'e veda edeceğimiz son geceydi.
Ziyarete ve görüşmelere dair yazdığım makaleye biraz ara verip dışarı çıkmak ve o güzel şehrin havasını son kez solumak istemiştim.
Bindiğim taksinin şoförüne, "Beni otelin yakınlarında bir lokantaya götürür müsün lütfen?" demiştim.
Kudüs'te kısa bir süre geçirdikten sonra, şehirde ikamet eden birinin "İsrailli Yahudi" veya "İsrailli Arap" olduğunu ayırt etmek o kadar zor değildi artık.
22 yaşındaki taksi şoförü Dia, çok tipik bir "İsrailli Arap" idi. Türk olduğumu anlayınca Türkçe birkaç kelime konuşmaya başladı ve Arapça ile devam etti:
En yakın restorana gitmek istiyorsunuz, ancak dilerseniz sizi Filistinlilerin çoğunlukta ikamet ettiği ve sahipleri Filistinli olan güzel bir Shawarma (döner) yiyebileceğiniz bir yere götüreyim. Biraz uzak ama.
Lokantanın Kudüs'ün Filistin nüfuslu bölgesinde olduğunu söylediğinde merakımdan "hayır" diyemeyip, "çok isterim" dedim.
Muhabirliğin verdiği merak ile yol boyunca soru sormaya başladım.
- Kudüs'te Filistinli olarak yaşamak nasıl bir his?
- Nasıl olduğunu sanıyorsun? bu şartlarda, tabii ki çok zor!
Dia, Kudüs Üniversitesi Hukuk Bölümünde yüksek lisans öğrencisiydi. Babası Arap edebiyatı profesörü olan Dia, Kudüs'teki Filistinlilerin haklarını savunmak için ileride çok başarılı bir avukat olmak istediğini söylemişti.
O günlerde Kudüs'te belediye seçimleri gerçekleşiyordu. Tüm sokaklar adayların resimleri ile kaplıydı. Filistinliler belediye seçimlerine katılmaya açıkça karşı çıkıyorlardı.
Dia'ya oy kullanıp kullanmayacağını sorduğumda "Oy vermenin bir anlamı yok ki burada. İsrailli bir belediye başkanına asla oy vermeyiz" demişti.
Geçimini taksi şoförlüğünden sağlayan Dia ile sohbetimiz lokantaya vardığımızda daha da ilginç bir hal aldı.
Lokantanın bir tabelası yoktu ve bunun nedenini sorduğumda, lokantanın tabelasında aslında Türkiye'ye atıfta bulunan bir isim kullanıldığı ama buna İsrail mercilerinin izin vermediğini söyledi.
"Lokanta sahibi üzerinde Türk bayrağı ve Erdoğan'ın resminin olduğu bir tabela asmıştı, ama 35 bin İsrail şekeli ceza kesilmişti. Buna bile izin yok burada" diye Dia devam etmişti.
Mayıs 2010'da İsrail güçleri tarafından Gazze'ye insani yardım taşırken yaşanan Mavi Marmara olayında Türkiye'nin duruşuna değinen Dia, o dönemde Kudüs'teki Filistinlilerin Türkiye'yi desteklemek için Türk bayrakları ile sokaklara çıktığını söylemiş, "Arabalarımızda Türk bayrağı taşıdığımız için 1.000 şekel ceza ödemek zorunda kaldık o dönem" diye eklemişti.
Neredeyse o saatte sokakta tek bir kadının bile olmadığı o lokantaya gitmiş, Kudüs'ten ayrılmadan kısa süreliğine bile olsa Filistinlilerin yaşadığı bir mahalleyi görmüş, oradakiler ile sohbet etmiş ve madalyonun diğer yüzünü görmüş olmak çok değerliydi.
Hala derim, iyi ki o gece o taksiye denk gelmiştim.
Peki, Kudüs'ün siyahı ve beyazı arasında gri olarak kalmış bu 'İsrailli Arap' topluluğu ne kadar İsrailli ya da ne kadar Filistinli?
Dia'nın da mensup olduğu bu topluluğun konumu gerçekten çok ilginç; çünkü bir yandan yurttaşı olduğu İsrail, öte yandan ulusal kimliği Filistin olan bu topluluk için arada sıkışıp kalmış bir azınlık dersek yanlış olmayacaktır.
Her ne kadar İsrail devleti, ideolojik sebeplerden ötürü bu topluluğu "İsrailli Araplar" (Aravim Yisraelim) diye tanımlasa da İsrail yurttaşlığı almış bu Arap topluluğu kendini "Filistinliler", "içerideki Araplar" (Arab el-Dahil), "İsrail vatandaşı Filistinliler", "48 Arapları" olarak tanımlamaktadır. En son kullanılan ifade en yaygın olanıdır.
İsrail'in ideolojik sebeplerle tercih ettiği bu tanım ile aslında retorikte "Filistinliler" ifadesini ortadan kaldırıp, bu topluluğun Filistin ile bir aidiyet ilişkisi kurmasının önüne geçilmek istenmiştir.
Bu sebepten, bu topluluğun nasıl adlandırıldığı oldukça siyasileştirilmiş bir konu olmuştur. Etnik kimlik ve aidiyet temelli konuya yaklaşanlar, bu topluluktan bahsederken "pasaportunu taşıdığı ülkenin kendi milleti ile savaşması" olarak değerlendirmiştir.
İsrail'in "İsrailli Araplar" olarak tanımladığı bu azınlık topluluk, 1948'deki savaş ve sonrasında yaşanan işgale rağmen yurtlarında kalarak İsrail vatandaşlığı almış Filistinlilerden oluşmaktadır.
Kendi aralarında çeşitlilik gösteren bu topluluğun dışında kalan ve İsrail vatandaşı olmayan Filistinliler ise Gazze ve Batı Şeria'da yaşamaktadır.
İstatistiklere göre 9 milyona yakın İsrail nüfusunun yaklaşık 2 milyonunu oluşturan bu topluluk, İsrail'in nüfusunun yüzde 20'sine karşılık gelmektedir.
Filistinlilere düşman bir ülkede azınlık olarak hayata tutunmaya çalışan bu topluluğun küçük bir bölümü İsrail yönetimi altında yaşamaktan memnun iken, çoğunluğu Yahudi toplumun kendilerine karşı son derece düşmanca davrandığını düşünmektedir.
Bu topluluğun yaşadığı dikenli koşullar, İsrail sağının bu Arap nüfusa yönelik dışlayıcı ve şüpheci yaklaşımının da etkisiyle daha da zorlaşmaktadır.
Bu zor koşullardan biri İsrail'in bu topluluktan birinin Filistinli ya da bir Arap ile evlenmesi durumunda, aile hakkı vermemesi ve bu yüzden de bu durumdan mağdur yüzlerce ailenin Batı Şeria ve İsrail arasında bölünmüş olmasıdır.
Bu azınlık topluluk genelde Galile, Hadera ve Petah Tikva arasındaki bölgede, Negev ve Kudüs'te yaşamakta ve ayrıca Akka, Lod, Hayfa, Ramle ve Yafa gibi şehirlerde yaşayanlar da vardır.
Taşıdıkları farklı renklerdeki kimlik kartları, Filistin halkını, içerisinde "İsrailli Araplar" dahil, çeşitli gruplara ayırmış durumda.
İsrail'in tanımladığı ve vatandaşlık hakkı verdiği "İsrailli Araplar" mavi kimlik kartına sahip olup Mescid-i Aksa'yı ziyaret edebiliyorken, Batı Şeria ve Gazze halkına bu haklar tanınmamıştır.
1967'deki Altı Gün Savaşları sonucu, İsrail tarafından işgal edilen, Doğu Kudüs'te yaşayanlara İsrail vatandaşlığı sunulmuş olsa da burada yaşayan halk İsrail egemenliğini kabul etmemiş, vatandaşlık teklifini reddetmiştir.
Doğu Kudüs'te meskûn olanların Mescid-i Aksa ziyareti ve Kudüs'te iskân hakkı dışında başka bir hakkı bulunmamaktadır.
İsrail devleti Doğu Kudüs'ü kendi sınırları dahilinde saydığı için burada yaşayan Araplara yerel seçimlerde oy kullanma hakkı vermiştir.
Kısacası, üç gruba bölünmüş Filistin halkı, farklı derecelerde fiili ayrımcılığa maruz kalmış, insan hakları hukukuna aykırı muamelenin kurbanı olmuşlardır.
Bugün Filistinlilere kendi topraklarında uygulanan bu "farklı renklerdeki" kimlik kartları, Mescid-i Aksa'da namaz kılıp kılamayacaklarına hangi temel imkanlara erişip erişmeyeceklerine kadar birçok konuyu belirlemektedir.
Yazımı abluka altındaki Gazze Şeridi'nde Filistinli bir ailenin evinin yıkılmasını önlemek isterken İsrail buldozeriyle ezilerek öldürülen ABD'li barış aktivisti Rachel Corrie'nin ailesine yazdığı son mektubundaki sözleri ile noktalamak isterim.
Zira Kudüs'te çatışmanın olmadığı zamanlarda bile durumun ne kadar içler acısı olduğunu göstermek adına önemli olacaktır:
Okuyacağım kitaplar, katılacağım konferanslar ya da izleyeceğim belgeseller beni buradaki durumun gerçekliğine hazırlayamazdı. Çünkü burada yaşananları görmeden hayal bile edemezsiniz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish