Gallup araştırma şirketi tarafından açıklanan yeni bir anket Amerikalıların ülke genelinde ibadethane mensupluğu oranının kayıtların başladığı yıldan bu yana ilk defa yüzde 50'nin altına düştüğünü ortaya çıkardı.
Araştırma Amerikalıların ancak yüzde 47'sinin bir kiliseye, sinagoga veya camiye bağlı olduğunu söylediğini ortaya koydu. Bu oran 2018'de yüzde 50 ve 1999'da yüzde 70'ti. Ankette göre genç nesillerde cemaat üyeliği azaldı.
1946'dan önce doğan yetişkinlerin yüzde 66'sı bir kiliseye mensupken, 1946-1964 arası doğanlarda bu oran yüzde 58, 1946-1980 arası doğanlarda yüzde 50, 1981-1995 arası doğumlularda yüzde 36 olarak belirlendi.
Peki ABD'deki son verileri nasıl değerlendirmek lazım? Modernleşme arttıkça dinlerden uzaklaşma artıyor mu? Gençlerin dine bağlılığı daha mı az? ABD'deki sonuçlar, Türkiye için de söz konusu mu?
Bu sorulara konunun uzmanları cevap verdi.
"Dine bağlılıktan çok bağlılığın niteliğine odaklanmak zorundayız"
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Çapcıoğlu, Amerika'daki araştırma sonuçların "dikkat çekici" olarak niteledi.
"Bu tür istatistiklerde dini bağlılık oranlarından çok, bağlılığın niteliğine odaklanmak durumundayız" diyen Çapcıoğlu, "Eğer burada kast edilen kurumsal dini yapılara aidiyetteki azalış ise, bu konuya ilişkin veriler uzunca bir süredir sekülerleşme tartışmalarının ana eksenini oluşturuyor. Kastedilen yeni dini akımlar ise, bu durumda ise ABD'de hareketli ve dinamik bir dini piyasanın varlığını göz ardı edemeyiz. Elbette böyle bir piyasadaki dini tercihler de genellikle ekonomik çıkarlara, rasyonel ve pragmatik amaçlara göre şekilleniyor" dedi.
"Sekülerleşmeden çok dini değerlerin biçim değişimlerinden söz etmek gerekir"
"Modernleşme arttıkça dine bağlılık azalıyor mu?" sorusuna Çapcıoğlu, "Klasik sekülerleşme paradigmasını savunanlara göre bu sorunun yanıtı evet. Ancak yeni paradigmaya göre değerlendirdiğimizde, sekülerleşmeden çok dini değerlerin biçim ve içeriğindeki değişimlerden söz etmek gerekir" cevabı verdi ve şunları söyledi:
Çünkü modernleşmenin tetiklediği bir dizi değişim sürecinde dini değerlerin yeniden tanımlandığı ve hiyerarşik açıdan konumlandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu süreçte değer içeriklerinin farklılaşarak metalaştığı ve biçimin içerikle yer değiştirerek ekonomik/araç değerlerin dini ya da manevi/amaç değerlerin yerine ikame edildiği görülmektedir.
"Dini değerlerin ve alışkanlıkların değişmesi kaçınılmazdır"
Çapcıoğlu, benzer bir eğilimin Türkiye için de sözkonusu olup olmadığına ilişkin ise şunları kaydetti:
"Yaşamın zaman ve mekân engelini ortadan kaldıran dijital sosyal ağlarda aktığı, yeni sosyalleşme platformlarında yerleşik değer kalıplarının sorgulandığı ve yeni tercihlerin tartışıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu ortamda, değerlerin metalaşmasıyla birlikte toplumların dini tercihlerinin ve alışkanlıklarının değişmesi kaçınılmazdır. Ancak bu değişimi dini değerlerden uzaklaşma olarak değil, değer tercihlerinde farklılaşma olarak değerlendirmek gerekir."
"1950'lerden beri modernleşmenin dine olan etkisi tartışılıyor"
Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Zübeyir Nişancı ise 1950'lerden itibaren toplumların modernleştikçe dinin zayıflayacağı ve en çok da muhafazakar dini grupların etkisini yitireceği görüşlerinin tartışılmaya başlandığını belirtti.
1980'lere gelindiğinde istatistiklere bakıldığında kendisini dindar olarak tanımlayanların azalmadığı gibi daha tutucu yapıların yükseldiğinin görüldüğünü dile getiren Nişancı, "ABD'ye ilk gittiğimde daha tutucu kiliselerin neden daha çok büyüdüğü tartışmaları vardı. Bu nedenle 1980'lerde modernleşmenin toplumların dindarlığını azalttığı iddiası geçersiz kabul edilmeye başladı" diye konuştu.
"Son 10 yıldır dine olan aidiyette azalma var"
Buna karşın son 10 yıldır özellikle de son birkaç yıldır tekrar bir değişimin başladığını ve dine olan aidiyette azalma olduğunu öne süren Nişancı, "Buna da dinin kendisine değil organize dine olan ilginin azaldığı şeklinde açıklama yapılıyor" dedi.
"Yeni akımın adı: Aidiyetsiz dindarlık"
"Aidiyetsiz dindarlık" olarak da adlandırılan bu yeni akımın ABD ve Avrupa'da daha çok gençler ve profesyoneller arasında yaygınlaştığını söyleyen Nişancı, "Yani insanlar, kendilerini inançlı olarak tanımlıyor ama bir dini kuruma bağlı hissetmiyor" yorumunda bulundu.
"15 Temmuz, Türkiye'de aidiyetsiz dindarlığı hızlandırdı"
Nişancı, "Türkiye'de 'aidiyetsiz dindarlık' akımı var mı?" sorusuna da şu cevabı verdi:
Türkiye'de bu konuda yapılan araştırmalar yetersiz. Elimizdeki verilere bakarak açık bir şey söylemek zor. Ancak ben bunu muhtemel görüyorum. Dünyadaki genel trendlere paralel olarak bu tür dönüşümlerin olacağını ve 15 Temmuz'un bunu hızlandırdığı görüşündeyim.
"15 Temmuz'dan sonra cemaat ve tarikatlara bağlılık azaldı"
Nişancı, bu iddiasının gerekçesini de şöyle açıkladı.
ABD'de dine aidiyet kiliseye ait oluyor. Kişiler tercih ettikleri bir kiliseye bağlanıyor. Türkiye'de dine aidiyet camiye bağlılıktan çok tarikat ve cemaate bağlılık şeklinde oluyor. Organize din, daha çok tarikat ve cemaat bağlılığı şeklinde oluyor. 15 Temmuz ile birlikte tarikat ve cemaatlere güvende azalma var. Bunun da aidiyetsiz dindarlığı arttıracağını düşünüyorum.
"Tepki dine değil kurumsallaşan dine"
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ise modernleşmeyle birlikte insanların dinden değil, kurumsal dinden uzaklaştığını öne sürerek su iddialarda bulundu:
Kurumsallaşan dinler, zamanla orijinal özelliğini kaybediyor ve genelde statükoya hizmet eden yapılara dönüşüyor. Vicdanlı insanlar buna tepki veriyor. Tepkinin kurumsal din dediğimiz Vatikan, kiliseler, ulema, resmi dini veya eğitim kurumları tarafından temsil edilen dine olduğu kanaatindeyim. Dinin kendisine değil kurumsallaşmış ve asıl amacından uzaklaşmış kurumsal dini yapılara tepki var gibi geliyor.
"Bir kısım inanmadan cemaate dahil olurken, bir kısım ait olmadan inancını yaşıyor"
Sosyolog Prof. Dr. Ferhat Kentel de günümüzde her alanda yaşanan değişimlerin sonucunda insanların dinle girdikleri ilişkinin de değişmemesinin mümkün olmadığını belirterek, "Bir yandan din, seküler hayatın içine daha çok sirayet ederken, aynı zamanda seküler hayat da dinsel inançların içine daha çok sirayet ediyor" dedikten sonra şöyle konuştu:
Birtakım insanlar 'dindar' etiketinin altında her türlü dindışı ahlaki pratiklerin, para-pul maddiyat ve parayla sağlanan güç, iktidar ve kibir içine girerken, başka insanlar da kendilerini dini görünümlerin, kılıfların ve kimliklerin dışına atıp, kendi dinselliklerini yaşıyorlar. Bir bakıma, bir kısım insanlar, cemaatin gücünden, sağladığı çıkarlardan faydalanmak için, Grace Davie'nin formülüyle 'inanmaksızın dinsel cemaatlerin içine girip, ait olurken', başkaları da ait olmadan inançlarını yaşıyor.
"ABD'deki durum ait olma eğiliminin düşmesi"
ABD'deki durum üzerine araştırma yapmadığı için oradaki özel durumları bilmesinin mümkün olmadığını belirten Kentel, "En azından ait olma eğiliminin düşmesi olarak yorumlanabilir. Veya artık bir insanı olduğu gibi temsil edecek bir kurumsallığın kolay kolay gerçekleşemediği söylenebilir. Ya da artık insanların yaşadığı dinsellik kilise gibi tek bir kurumla anlatılamayacak kadar karmaşık bir hale gelmiş olabilir" tespitinde bulundu.
"Modernleşmeyle dine bağlılık azalır varsayılıyordu, bu olmadı"
"Modernleşmeyle dini değerlere bağlılık azalıyor mu?" sorusuna "Böyle bir toplumsal yasa yok. Klasik anlamda modernleşme ile birlikte dini bağların zayıflayacağı varsayılıyordu. Ama bu olmadı; hatta modern zamanlar inancın çoğaldığı, karmaşıklaştığı bir sürece de tanıklık ediyor" diye cevap veren Kentel, ardından şöyle devam etti:
Tabii, şu kesin: artık insanlar eskisi gibi inanmıyor; çünkü tek bir referansla (köydeki papaz ya da imam, Vatikan ya da Diyanet vs.) inanmıyor. Hem televizyonlardan hem kitaplardan, hem sivil toplumdan, Google'dan, sosyal medyadan, farklı referansları olan komşudan gelen mesajlarla inanıyor. İnanca dair enformasyon ve yorumların ve de inanç rekabetinin alabildiğine çoğaldığı bir dünyada inanıyor. Her şeyden önce dinsel söylemlerin içine giren sayısız dalga var… İnsanlar artık sadece ABD'li ve Hıristiyan değil; sadece Türkiyeli ve Müslüman değil…
"Türkiye'de gençler daha sorgulayıcı dinsellikler yaşıyorlar"
Kentel, modernleşmenin Türkiye'de de gelecekte dine bakışı değiştirmesinin mümkün olup olmadığına dair soruya da "Geleceği beklemeye gerek yok; şimdiden o ihtimalin bizatihi içindeyiz" dedikten sonra sözlerini şöyle açtı:
Özellikle yeni kuşaklar tam da sözünü ettiğim küreselleşmeyi ve karmaşıklığı çok güçlü bir şekilde yaşıyorlar. Bu yüzden ebeveynlerinin yaşadığı standart, ezber dinsellikler ve cemaatler yerine çok daha akışkan, çoğul ve sorgulayıcı dinsellikler yaşıyorlar.
"Ait olmadan inanmanın yaşanabileceğini görüyorlar"
Kentel, Türkiye'de gençler arasında değişen din ve inanç algısına ilişkin iddialarını şu iddialarla tamamladı:
Bir yandan, 'madem öyle gerekiyor, tamam ben de sizdenim' diyerek pragmatik birtakım çözümler buluyorlar, mesela ana partinin kapısının etrafında bulunmaya çalışıyorlar. Yani güçlü olmak için 'inanmadan ait' görünüyorlar. Diğer yandan da o kadar çok zengin tecrübelerle inançlarını zenginleştiriyorlar ki, tek bir kalıp, cami, tarikat ya da cemaat onlara yeterli gelmiyor. Dinin ait olarak değil, tam tersine 'ait olmadan inanmanın' yaşanabileceğini görüyorlar. Çünkü onların anlam dünyasını geliştirecek referansların sadece sınırlı cemaatleşmiş yapılarda değil, başkalarında olduğunu görüyorlar. Yani kendine güvenini kaybeden, dolayısıyla otorite kuran kurumların krizini yaşıyoruz. Bu yüzden otoriter kurumlaşma çabalarına da bu kadar çok tanık oluyoruz. Bu yüzden 'deist' olmaya doğru kayan gençliği 'yeniden irşat etmek' gibi kriz dönemi propagandalarına tanık oluyoruz.
© The Independentturkish