Devlet borcunun enflasyon yoluyla halkın sırtına yüklenmesi nasıl oluyor?

Uluslararası Finans Enstitüsü'nün verilerine göre 2020'de küresel borç, 281 trilyon dolar ile rekor kırdı; Küresel milli gelirin yüzde 355'ine ulaştı. Peki bu borcun "en masum" görünen çözümü enflasyon nasıl kullanılıyor?

Fotoğraf: AFP

Dünya büyüyen ve yönetilmesi zor bir borç stoku ile karşı karşıya. Devletler, bu borcun altından nasıl kalkacağını hesap ediyor. En masum görülebilecek çözüm enflasyon yaratmak. 

Enflasyon yoluyla zaman içerisinde bu borçları eritmek. Bütün yükü de topluma yaymak.


Türkiye'de ekonomi gazeteciliği denilince ilk akla gelen isimlerden Abdurrahman Yıldırım'ın 15 Mart tarihinde katıldığı BloombergHT yayınında yaptığı açıklamadan bir kısım bu. 

"Borç" artık bir "yiğidin kamçısı" güzellemesi değil, en eğitimli ekonomistten sabah 9'da dükkânını açan esnafa, online eğitimde öğrencilerinin dikkatini toplamaya çabalayan öğretmene kadar herkesin yarası. 

Peki bu yaranın, vatandaş üzerinden kapanması ve bunun için "enflasyonun" bir yol olması ne anlama geliyor? Habertürk'ün duayen yazarı Abdurrahman Yıldırım'a sorduk… 

"İkinci Dünya Savaşı'ndaki borç seviyesine ulaşmış durumdayız"

Dünyada toplam borç stokunun 281 trilyon dolar olduğunu hatırlatarak başlıyor Abdurrahman Yıldırım söze. 

Üstelik bu borç, hem devletlerin hem özel sektörün hem de hanehalkının borcu. Sadece devletlerin borcu bile dünyanın milli gelirine yaklaşmış durumda, yani ikisini birbirine oranladığımızda yüzde 100'ü buluyor. ABD gibi gelişmiş ülkelerde yüzde 100'ü de geçiyor. 

"İkinci Dünya Savaşı'ndaki seviyeye ulaşmış durumdayız" diyen Yıldırım'a göre bunun normal yolla bir çözümü var: Üreterek, dolayısıyla tüketimi de artırarak büyümek. Birleşmiş Milletler verilerine göre 2019'da yüzde 2,3 olan küresel büyümenin yüzde 5 ya da yüzde 6 seviyesine çıkarabilmek ve bunu devam ettirebilmek, borç sorununun en "doğal" çözümü. 

Ancak pek çok ekonomist gibi Yıldırım da bunun uzun ve zor bir yol olduğunu söylüyor. Dolayısıyla "en az zararlı" çözüm, enflasyon. 
 

Abdurrahman Yıldırım Habertürk
Habertürk yazarı Abdurrahman Yıldırım/ Fotoğraf: ciner.com.tr


"Enflasyonla borcu eritip, alacaklıların sırtına yıkıyorsunuz" diyor Habertürk yazarı. 

Peki bu nasıl oluyor? 

Elbetteki artan enflasyonla tüketicilerin daha fazla ödemesini sağlamak ya da vergileri artırmakla. Her iki yolda da devletlerin kasasına giren miktar artıyor. 

Abdurrahman Yıldırım, bu durumu şu şekilde açıklıyor: 
 

Enflasyon yoluyla topluma vergi salmış oluyor ve toplumun sırtına yıkıyorsunuz. Bu şekilde kamu kesimi borçlarını eritebiliyor. Bu da bir zaman gerektiriyor. 

Önümüzdeki dönemde, bir ticaret savaşı ve onun getirebileceği bir savaş dışında, eğer bir kriz olacaksa bu, borçtan dolayı olacak. Dünyadaki ekonomistlerin ve düşünce kuruluşlarının fikir birliğine vardığı konu bu. 

Gelir dağılımından kaynaklanacak bir çatışma olması da pekala mümkün ancak o da "kriz" olarak yorumlanmıyor. Özellikle 2008'deki küresel kriz sonrasında artan parasal teşvikler, kamu teşvikleri, pandemiyle birlikte ikinci tura katlandı ve borçlulukla ilgili olarak böyle bir sonuç ortaya çıktı. 


"Başka çözümü yok mu?" diyoruz. "Başka bir çözüm para basmak ama para basmak da zaten enflasyon demek. Merkez bankalarının şu anda yaptığı bu" yanıtını alıyoruz. 
 

dolar afp
Fotoğraf: AFP


Habertürk yazarı Abdurrahman Yıldırım, önce ABD daha sonra Türkiye örneğini veriyor. 
 

Örneğin Amerikan Merkez Bankası, aylık 120 milyar dolarlık varlık alımı yapıyor. Bunun büyük kısmı Hazine kağıdı. Kimden alıyor? Bankalardan. Bankalar da sonra Hazine kağıtlarını talep ediyor. Amerikan hazinesi borçlanmış oluyor. Neden? Vatandaşına 1,9 trilyon dolar yardım yapabilmek için. Daha sonra altyapı yatırımları gelecek, yeşil ekonomi finanse edilecek. ABD'nin borcu büyüyecek. Büyüyen borcu Hazine finanse edecek. Ama Hazine'nin kağıtlarını da finansal sistemden Fed geri alacağı için, bu borç bir yerde finansallamış olacak. 


ABD'de şubat enflasyonu yüzde 0,4, 12 aylık enflasyon ise yüzde 1,7. 

2020'yi yüzde 14,6, şubat ayını yüzde 15,61 oranında enflasyonla kapatan Türkiye vatandaşları için ABD'nin enflasyonu "iyi senaryo" gibi gözükse de düşük enflasyon da iyi bir şey değil.

Zira bu, insanların harcamadığı anlamına geliyor. Harcamamasının nedeni de genelde gelirlerinin olmaması, pandemi gibi bir dönemde işsiz kalmış olabilecekleri anlamına geliyor. 
 

ABD ekonomi reuters
Fotoğraf: Reuters


Merkez Bankası yıllardır yüzde 2 gibi enflasyon hedefleyen ABD'nin enflasyon yaratamadığını söyleyen Abdurrahman Yıldırım, bunun gerekçelerinden birinin Çin olduğunu ifade ediyor. 

Zira, 2000'li yıllarda Dünya Ticaret Örgütü'ne katılarak küresel ticaretteki payını büyüten, ürettiği mal kalitesini artırıp "ucuz ve kaliteli" malı dünyaya pompalayan Çin, dünya üretiminin yüzde 28'ine sahip. 

"Bugün Çin mallarıyla rekabet edebilen ülke yok" diyen Yıldırım, "Çin devreye girince üretim kapasitesinde artış oldu. Dolayısıyla ABD'de parasal genişlemeye rağmen enflasyon görülmedi. Elbette üzerine 2008 küresel krizinin ve pandeminin binmesi de etkili oldu" değerlendirmesini yapıyor. 

"Enflasyona devlet de vatandaş da aldırmıyor"

Türkiye'ye gelelim…

Enflasyonun yüzde 16'ya dayandığı bir ortamda, iki yıllık hazine tahvillerin faizinin yüzde 16,37, 10 yıllık tahvil faizinin ise yüzde 14 olduğunu hatırlatarak söze başlıyor Abdurrahman Yıldırım ve ekliyor: 
 

Bu, "borç aldığın kişilerden kendine reel bir transfer yapıyorsun" demek. Ya da daha önce yüzde 8 ya da yüzde 9 ile borçlandığın kişilerden transfer yapıyorsun. Ucuza borçlanmış oluyorsun. 

Almanya'nın yaptığını bir ölçüde Türkiye yapmış oluyor. Almanya'da enflasyon yok eksi faiz var. Bizde enflasyon yüksek, faiz yüksek. Ama hazine tahvili faizleri ve enflasyon arasındaki farka bakmak lazım.  


Enflasyon meselesinin, "gündem listesinde" gerilerde kaldığını söyleyen Habertürk yazarına göre ekonomi yöneticileri öncelikli olarak büyümeyi konuşuyor. Bunu faiz ve istihdam takip ediyor, enflasyonun ise dördüncü sırada geliyor. 
 

enflasyon reuters
Fotoğraf: Reuters


"Enflasyon, devlet için öncelikli sorun değil. Halk da fazla aldırmıyor. ‘Ben kendi gelirime ve geçimime bakarım' diyor" ifadesini kullanan Yıldırım'a göre bunun için en önemli çözüm makroekonomik okuryazarlık.

"Şirketler, 'bizi döviz ya da faiz vuruyor' diyor, enflasyonu konuşan yok"  

Yıldırım, Türkiye'de yaşayanların çoğunun ve şirketlerin olaylara mikro açıdan baktığını ancak mikroyu etkileyen şeyin makro olduğunu söylüyor: 
 

Şirketler, enflasyon ortamında kâr ettiğini zannediyor ama dönüp geriye baktığımızda kâr artışından kaynaklı özvarlık artışı yok. Özvarlıkları eriyor, doğru dürüst kâr payı dağıtamıyorlar. 

"Bankalar çok kârlı" deniliyor. Bankanın açıkladığı kâr 7-8 milyar olunca çok büyük görülüyor ama özvarlık kârı yüzde 10. Bu iyi bir oran değil, dünya ölçütü yüzde 15. Yani sermayeyi eritmeden uzun vadede koruyabilmenin anahtarı yüzde 15 özvarlık kârlılığını yakalamak. 

Türkiye'de bunu büyük sanayi şirketleri tuttursa bile reel kesim ortalaması tutmuyor. Borsa şirketleri için bu oran yüzde 12, bankalar için yüzde 10 çıkıyor. 

Peki bu para nereye gidiyor? Şirketler, "bizi döviz vuruyor" diyor. Kur düşse bu sefer "faizden dayak yiyoruz" diyorlar. Ama kimse enflasyonu dile getirmiyor. 

Enflasyona yol açan sebeplerden biri özel sektör. Çünkü o zamları, özel sektör yapmak zorunda kalıyor. 


Ekonomi yazarı Yıldırım, "Enflasyon özel sektörün kârını düşürüyor, devletin borcunu azaltıyor ama devletin çok umurunda değil. Fatura, Türkiye'de yaşayanlara kesiliyor. Arada işin farkına varamayan kesimlere oluyor. Altta kalanın canı çıkıyor" değerlendirmesini yapıyor. 

"Türkiye'de yeni vergiler gelirken, eskisi kaldırılmıyor"

Bir de vergi meselesi var tabii ki… 

Yıldırım'a göre devletlerin borcunu ödemek için uyguladığı vergiler, zenginden alınsa sorun yok. Ancak bu da tercih edilmiyor. 

Türkiye'de ise farklı bir durum daha var: Yeni vergiler icat edilirken, eski yaratılan vergilerin kaldırılmaması. Yıldırım, bunu bir örnekle açıklıyor: 
 

Biz yüzde 70 seviyesindeki enflasyonla 45 yıl yaşadık. O zamandan kalma vergiler var. Örneğin banka krediler üzerinden alınan yüzde 2 vergi. Açılan her kredi üzerinden yüzde 2 devletin payı var. 

Banka topladığı paranın üzerine devletin vergisini, kendi komisyonunu, sermayedarın hakkını vs.yi ekleyip satacak. Dolayısıyla 3-4 puan fark ediyor. Yüzde 2'lik vergi çok yüksek kaldı artık. Çünkü yüzde 70-80 enflasyon döneminde değiliz. 

Yurt dışında yüzde 2-3 kredi faizi var. Türkiye'de ise devletin yüzde 2,5'a yakın kesintisi mevcut. Böyle bir durumda banka ne yapsın? 


2008'den 2020'ye kadar kamu harcamalarının milli gelirin yüzde 3,5-4'ü kadar arttığını belirten Abdurrahman Yıldırım, "Yani devlet büyümüş. Devletin küçüleceğine yönelik beyan ve tartışma da yok. Bütçenin yapılış tarzı da yanlış. Diyelim ki geçen seneki bütçe 100 liraydı. Enflasyon yüzde 10 olsun. Otomatikman 'Bütçemi 110 lira yapayım' deniliyor. Harcama kalemi gerekli mi gereksiz mi bakılmıyor" değerlendirmesini yapıyor. 

"Borcu ödemek, borç servisini yükseltir"

Peki en temel soruyu sorarak bitirelim: Devletler borcunu hiç ödeyemeyecek mi? 

"Devletler borcunu ödemeye kalktığı zaman borç servisleri yüksek olacak" diyerek başlıyor cevap vermeye Abdurrahman Yıldırım ve şöyle devam ediyor: 
 

Diyelim ki devletlerin dünya hasılası kadar borcu olsun. Bu borcun ortalama vadesi 10 yıl olsa milli gelirin yüzde 10'u kadar borç servisi yapacak demektir. Bu yüksek bir oran. 

Devlet çarkı içinde kamu yatırımlarıyla, ihalelerle - hatta yolsuzluklar da diyebiliriz -, bu borcu azaltmak için halktan kesiliyor.

Ya da borç ödemesi için milli gelirin çok daha hızlı büyümesi lazım. Zor görünüyor. Milli gelirin normal artış hızıyla bu borcun altından kalkılamaz. En az can acıtıcı yol enflasyon gibi görünüyor. 

 


 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU