“İnsan hakları savunucuları: Pandemi tecridin gerekçesine dönüştü.”
Az sonra okuyacağınız satırları Emin Çölaşan bir süre önce Sözcü gazetesindeki köşesinde yayınladı. Mektup, Ahmet Erbay adlı Bursa Cezaevi’ndeki bir tutukludan geliyordu. Şöyle diyordu Erbay, mektubunun bir bölümünde:
“Ülkemizde korona çıkmayan herhalde tek cezaevi olan ve bir kale gibi korunan Bursa Cezaevi de şu an koronaya yenik düştü. Bugüne kadar kurum personelinin çabası ve ciddi emeğiyle bizim cezaevinde vaka dahi yoktu. Fakat 3 hafta önce 58 vaka çıktı. Son iki hafta birçok koğuş karantinaya alındı. Bizim 14 kişilik koğuşumuzda ise üç kişi hariç herkes pozitif çıktı. Bunun üzerine tedavi gördük. Çok şükür şu an bizim koğuşta bir kişi hariç herkes iyileşti ama maalesef geçen hafta bir tutuklu hayatını kaybetti cezaevimizde. Yanlış olmasın, tutuklu kişinin durumu ağırlaşmış, hemen hastaneye götürüp yoğun bakıma alınmış. Bitkisel hayata girince savcılık infazın ertelenmesi kararı verip, tahliye ediyor. Sonra kişi aynı hafta hastanede vefat ediyor. Sonuç olarak resmi kayıtlarda cezaevinde vefat gözükmüyor. Ne de olsa önemli olan zaten tabloya yansıtılan istatistikler değil mi?"
Çölaşan’dan bir süre sonra İHD Eşgenel Başkanı Av. Eren Keskin, sosyal medya hesabından bir mektup yayınladı. Keskin paylaşımında Gebze Cezaevi’nden aldığı mektupta şu ifadelerin yer aldığını yazdı:
“Bir mektup aldım, Gebze cezaevinden. 27.11.2020 günü Kadın mahpusların hayatı ‘talan’ edildi diye yazmış. Çöplere soktukları elleri ile üzerimizi aradılar. Elbise- iç çamaşırlarımıza ellediler. Yıllardır yazdığımız defterlerimize, ‘anılarımıza’ el koydular. Duyuyor musunuz?”
Bir mektup aldım, Gebze cezaevinden. 27.11.2020 günü Kadın mahpusların hayatı ‘talan’ edildi diye yazmış. Çöplere soktukları elleri ile, üzerimizi aradılar. Elbise- iç çamaşırlarımıza ellediler. Yıllardır yazdığımız defterlerimize, ‘anılarımıza’ el koydular. Duyuyor musunuz?
— Eren Keskin (@KeskinEren1) January 3, 2021
HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da aynı mektubun kendisine de gönderildiğini belirterek, mahkûmların gardiyanların tavırlarını “Kovid bulaştırma operasyonu gibiydi” diye nitelediklerini ifade etti.
Evet, aynı mektup bana da geldi
— Ömer Faruk Gergerlioğlu (@gergerliogluof) January 3, 2021
"Covid bulaştırma operasyonu gibiydi" diyorlardı
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) verileri de Ahmet Erbay’ı ve Eren Keskin’e mektup yazan tutuklunun ifadelerini doğruluyor. Salgının başından bugüne kadar 127 farklı hapishaneden başvuru alan dernek, öncelikli olarak hapishanelerdeki kapasite sorununa dikkat çekiyor. Kendilerine yapılan başvurularda mahpusların; koğuşlarının kalabalık, yatakların birbirlerine yakın mesafede olduğunu, bu yakınlıkta uyumak zorunda kaldıklarını, sosyal mesafe koyamadıklarını, açık hapishanelerde farklı koğuşlarda kalan mahpusların ortak alanlarda ve yemekhanelerde bir araya gelmek zorunda kaldıklarını aktaran derneğin dikkat çektiği bir başka sorun ise, hapishanelerdeki hijyen mevzusu.
CİSST'in tespitlerine göre; salgın başlangıcında hapishaneler belli aralıklarla ve düzenli şekilde dezenfekte edilirken son dönemde bu sıklığın azaldığı, altı aydır dezenfekte edilmeyen koğuşlar olduğu belirtiliyor. Ayrıca bazı hapishanelerde bazı koğuşların karantina koğuşuna çevrilmesi sebebiyle diğer koğuşların kalabalıklaştığı, kalabalık sebebiyle koğuşlarda temiz hava akışının sağlanamadığı da kaydediliyor. Yine CİSST'in edindiği bilgilere göre; bazı hapishanelerde infaz koruma memurlarının sosyal mesafe kurallarına uymadan üst araması ve koğuş araması yaptıkları, sayım sırasında sosyal mesafeye uyulmadığı ve maske takmadıkları da bir başka önemli hijyen sorunu.
CİSST'in bu tespitlerini Rize Cezaevi’nde kalan iki tutuklu da doğruluyor. Faruk Kızılkaya adlı tutuklu, avukatlarıyla yaptığı görüşmede pandeminin başında iki hafta boyunca maske, dezenfektan ve çamaşır suyu verildiğini aktardı. Kızılkaya, daha sonra ayda bir kez 1 litre sıvı sabun ve 1 litre çamaşır suyu dışında temizlik malzemesine erişemediklerini belirtti. Kızılkaya, CİSST'in tespitlerinde belirtildiği gibi gardiyanların önlemlere hiçbir şekilde dikkat etmediğini, bazen koğuşlara iki gardiyanın geldiğini, bazen 25 gardiyanın aynı anda koğuşa girip bir süre durduklarını, gardiyanların maskelerinin bazen başlarında bazen de ellerinde olduğunu da söyledi.
Aynı cezaevinden Kemal Yiğit’in de avukatlarına aktardığı bilgilere göre, koğuşta hasta tutuklular olmasına rağmen, diğer tutuklulara maske verilmiyor. Yiğit de, hijyen malzemelerinin yetersiz olduğunu, her koğuşa ayda bir verilen 1 litre çamaşır su ve 1 litre dezenfektanın 25 kişinin ihtiyacını karşılamadığını anlatıyor.
Cezaevlerindeki koronavirüs süreciyle ilgili Independent Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Bolu Cezaevi’nden L. B. Mektubunda şunları anlatıyor:
“Koronavirüsten kaynakları izolasyon uygulamaları cezaevinde 9 Mart 2020 tarihinden itibaren yürürlüğe konuldu. F tipi cezaevi resmi tanımı oda ancak tutsaklarca hücre olarak adlandırılan kısımlardan oluşuyor. Tek kişilik hücreler 7-9 metrekaredir. Bunlarda ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılanlar tutulur. Üç kişilik hücreler ise yaklaşık 20 metrekarelik yatma ve oturma yerlerinden oluşur. Üç kişiye göre dizayn edilmiş bu hücrede dört kişi tutuluyoruz. Sadece üç ranza bulunduğundan dördüncü tutsak yatağını çıplak betona serip yerde yatıyor. Ayrıca adına havalandırma dediğimiz, kapıları sabahları 8,15 civarında açılıp 16.45’te kapatılan yaklaşık 40 metrekarelik bir avlu bulunuyor. Tüm yaşam alanlarımızı bu yapılar oluşturuyor… Pandemi koşullarında cezaevinde nasıl yaşadığımız merak ediliyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki 2020, 1999’dan sonra en kötü yıldı hepimiz için. Dışarıdaki insanlar için çok sıradan görülen gereksinimleri karşılamak bile kimi zaman cezaevinde olağanüstü bir çabayı gerektiriyor. Her şey bir yana günün sadece 8-10 saati açık tutulan havalandırma avlusu da dahil, dört kişi tüm yaşam alanımız 70-80 metrekarelik bir yer. Neredeyse bir yıl boyunca kendimize ait herhangi bir mahrem an ve alanınız olmaksızın barınma alanı olan 30-40 metrekarelik bir yerde hep aynı üç insanlar paylaştığınızı hayal etmeye çalışsanız bile içinde tutulduğumuz koşuları kafanızda canlandıramazsınız.”
CİSST de bu bilgileri doğruluyor:
“Bazı hapishane idareleri koğuşlara sabun, çamaşır suyu ve dezenfektanı ücretsiz dağıtırken bazı hapishanelerde bu malzemelerin ücretsiz dağıtmıyor. Yine bazı hapishanelerde telefon görüşmesi yapan mahpuslara maske verildiği, bazı hapishanelerde ise mahpuslar talep etmelerine rağmen telefon görüşmesi veya koğuştan çıktıkları diğer alanlarda maske verilmediğini öğrendik. Ücretini ödeyemeyen, maddi durumu iyi olmayan mahpuslara da hijyen malzemesi sağlamayan cezaevleri de var. Öğrendiğimiz kadarıyla bazı hapishanelerde sular kirli ve kullanılamaz durumda. Bu durumlar da mahpusların kişisel hijyenini doğrudan etkiliyor.”
CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi de, hijyen meselesine dikkat çekenlerden. Hakverdi 5 Ocak’ta Meclis’e verdiği soru önergesinde Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde hükümlülere sadece bir kova su verildiğini belirterek, salgının yayılma hızıyla ters orantılı olan bu davranışa dikkat çekti. Konuyla ilgili Independent Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Hakverdi; geçen ay Maltepe Cezaevi’nde 50’li rakamlarda olan pandemi vakalarının 150’ye ulaştığını bilgisini paylaşarak şu bilgileri veriyor:
“Cezaevindeki verilere dair bilgimiz yok, o yüzden bize en fazla hijyen ile ilgili şikayetler ulaştırılıyor. Mevcut suyun yeterli olmadığı, hijyen dezenfektanlarının, maskelerin verilmediğini biliyoruz. Hatta bundan infaz koruma memurları da şikâyet ediyor. Geçtiğimiz günlerde Tekirdağ’da Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ederken dahi, infaz koruma memurlarının bu yönlü şikâyetlerini aldık.”
Hakverdi cezaevlerinde dışarıdan yeni gelenler için karantina uygulanmasının önemli olduğunu belirterek, ancak içeride benzer şikâyetleri olanlar için bir tedbir alınmadığını belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Kovid bir yerde patlak verdiği zaman, neredeyse her yere yayılıyor. İnfaz koruma memurları donanım yetersizliği nedeniyle kendilerini koruyamadığı zaman, dışarıdan virüs taşıyabiliyor.
Kapalı görüş uygulaması doğru ve bir süre katlanılabilir bir yöntem. Mesela Ayhan Bilgen ilk tutuklandığında 15 gün tek kaldı, bence bu doğru bir uygulama. Kendisini ziyaretimde bunu anlattı. Bence öncelikli yapılması gereken şey, hijyen materyallerinin infaz koruma memurlarına ve mahkumlara ücretsiz verilmesi ve şikayeti olanların daha seri takip edilmesi.”
Hasta mahkûmların pandemi süresince ‘elektronik kelepçe’ gibi uygulamalarla salınabileceğini söyleyen Hakverdi; pandeminin başında uygulanan salıverilmenin sadece adli suçluları kapsamasının anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu da vurguluyor:
“Anayasa’nın 10’uncu maddesine uygun bir düzenleme değildi. Aksine çetecilerin, mafya mensuplarının salıverilmesini sağladı. Sadece kendilerine yakın mafyatik isimleri çıkardılar, diğer çıkanlar da süs olarak eklendi.”
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği Savunuculuk Kordinatörü Berivan Korkut; pandeminin başında açık cezaevlerindeki ‘izin’ uygulamasının devam ettiğini, bunun cezaevlerini bir nebze de olsa rahatlattığını belirterek, “Ama bu uygulamadan sonra kaç kişi bırakıldı, şu anda hapishanelerde kaç kişi var sorusunun yanıtını bilmiyoruz” diyerek şu bilgileri veriyor:
“Yine de cezaevlerinin kalabalık olduğu yönünde şikayetler almaya devam ediyoruz. Hapishanelerde pandemiden sonra genel bir kapatma eğilimi hâkim. Bu, ilk zamanlar için anlaşılabilir bir önlemdi ancak yaklaşık bir yıldır insanlar hiçbir sosyal faaliyet gerçekleştiremiyorlar, koğuşlarda kilitli tutuluyorlar. Tamam, pandemi var bunu inkâr etmiyoruz ama açık havada spor yapmanın ya da kapalı spor salonlarına belli aralıklarla çıkarılmalarının önünde de pandemi bir engel değil. Sağlık sadece pandemiden korumak ya da fiziksel sağlık değildir, cezaevlerinde daha bütünlüklü bir sağlık politikasının yaratılması gerekir.”
Adalet Bakanlığı’nın cezaevlerindeki pandemi önlemlerine dair en son 2020’nin kasım ayında açıklama yaptığını ve bu açıklamada temizlik malzemelerinin dağıtılacağını söylediğini belirten Korkut, buna dair de şöyle konuşuyor:
“Ama bu temizlik malzemesi ne kadar dağıtılıyor, kaç kişiye dağıtılıyor diye bir net ifade yok. Çok belirsiz. O yüzden de bu konuda gerçekten çok şikayet alıyoruz. Yakın zamanda da temizlik malzemelerinin düzenli olarak mahkûmlara verilmesi için bir kampanya yaptık. Bazı hapishanelerde sadece 1 litre çamaşır suyu veriliyor, bazı hapishanelerde el sabunu veriliyor, bazı hapishanelerde ikisi birden veriliyor, bazılarında hiçbiri verilmiyor.”
İnfaz koruma memurlarının PCR testi yapılan nadir meslek gruplarından olduğunu ve bunun olumlu bir şey olduğunu belirten Berivan Korkut; bu memurların virüs bulaşması durumunda evde karantina altına alındığını söyleyerek, “Yine de PCR testlerinin güvenilirliği ve ev karantinasının delinebileceğinden hareketle, biz memurların maske-mesafe kuralına uymasını öneriyoruz. Hatta koğuşlara mecbur kalmadıkça girmemeleri gerektiğini söylüyoruz” diye konuşuyor.
Peki bu uyarılar dikkate alınıyor mu? Berivan Korkut’un yanıtı ‘hayır’. Korkut; cezaevlerinde vaka sayıları veremediklerini ancak son zamanlarda çok sayıda Kovid şüphesi ve test talepli başvuru aldıklarını ve hapishanelerde oluşabilecek herhangi bir salgında nasıl bir kriz yönetimi yapılacağına dair kamuoyunu aydınlatılması gerektiğini vurguluyor. Düzenli aralıklarla veri paylaşılmamasının, başta tutuklu aileleri olmak üzere herkes için bir gerilim kaynağı olduğunu belirten Berivan Korkut; cezaevlerindeki adli ve siyasi tutukluların pandemiden nasıl etkilendiğine dair sorumuza ise şöyle yanıt veriyor:
“Adli tutuklu ekonomik durumu kötüyse, dayanışma ağlarına da sahip olmadığı için, önlemlerden daha az yararlanabiliyor ve virüse daha açık bir halde oluyor. Siyasi mahpuslar bir şekilde, gerek ek besin, gerekse temizlik malzemesine ulaşmada daha dayanışmacı oluyorlar. Adli tutuklular çorap gibi en temel ihtiyaçlarını bile bize yazıp isteyebiliyorlar.”
Korkut diğer ülkelerle kıyaslandığında pandemi nedeniyle salınan mahkûm sayısının yüksek olduğu ülkelerden birinin Türkiye olduğunu ancak siyasi tutukluların bundan faydalandırılmamasının, bu adıma gölge düşürdüğünü belirtiyor: “Kovid öncesi de ağır hasta mahkûmlarla ilgili ciddi sıkıntılar vardı. Biz bunun artacağını tahmin etmiştik, ne yazık ki tahminlerimiz doğru çıktı. Mesela pandemi nedeniyle, cezaevi personeli mahpusu hastaneye götürmek istemeyebiliyor. Çünkü hastaneye gittiğinde kendisi de riske giriyor. Üstelik mahpuslar hastaneye giderken çok fazla insanla temas etmek durumunda kalıyor.”
Hasta ve 65 yaş üstü mahpusların, yaklaşık 8-9 aydır düzenli tedavi görme koşullarının kalmadığını anlatan Korkut, “Buna hastanelerin iş yükü, randevu almakta yaşanan sıkıntılar da eklenince tedavi olmak bir yılan hikayesine dönüşüyor” diyor. Rakamlar resmi olarak açıklanmadığı için, kendilerine gelen bilgiler üzerinden hapishanede ölüm oranlarının arttığını düşündüklerini belirten Korkut; “Maalesef düzenli aralıklarla mahpusların ölüm oranlarını, ölüm sebeplerini, ölüm yaşlarını talep ediyoruz ama bu bilgilere hiçbir zaman ulaşamadık” diye konuşuyor.
İHD Eşgenel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Türkiye hapishanelerindeki sorunların yapısal olduğunu ve bunun pandemi öncesinde de varlığını sürdürdüğünü belirterek başlıyor sözlerine:
“Sounların ilki ve en önemlisi tecrit meselesidir. Özellikle yüksek güvenlikli hapishanelerde pandemi tecridin uzamasının sebebi yapıldı. 2020’de yapılan infaz kanunu değişikliğiyle cezaevlerindeki yoğunluk azaltılmak istendi. Kasım 2020’deki bütçe görüşmelerinde cezaevlerinde 283 bin mahkûm olduğu söylendi, ama biz mahkumların kaçının tahliye olduğunu, kaç kişinin bu tarihten sonra tutuklandığını bilmiyoruz. Pandemiden önce bakanlık bu rakamları açıklardı, şimdi açıklamıyor. Pandemi döneminde gözümüze çarpan en önemli sorunlardan bir tanesi de, Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki mahpuslara yönelik ayrımcı uygulamalar. Bu insanlar infaz kanunundan yararlandırmadılar. Düzenlemeye rağmen 65 yaş üstü tutuklular, kadınlar, hastalar hariç bırakıldı.”
Türkdoğan da, Hakverdi gibi mafya liderlerinin tahliye edildiğini hatırlatarak “Kişilere karşı işlenen suçlar affedilmez, söylemiyle iktidara gelen bir parti 2020’de pandemiyi bahane ederek kişilere karşı suç işleyenlerin önemli bir kısmını tahliye etti. Yani kişilerin güvenliğinin öncelendiği politika ortadan kalktı, klasik ‘kutsal devlet’in korunduğu ve savunulduğu bir güvenlik algısına dönüldü. Bunun hapishanelere yansıması, siyasi mahpusların pandemide içeride tutulmasıdır” diye konuşuyor. Gazetecilerin, milletvekillerinin, belediye başkanlarının, aydın ve yazarların, insan hakları savunucularının bu güvenlik algısıyla içeride tutulduğunu öne süren Türkdoğan da ağır hasta mahpuslara dikkat çekiyor ve Adli Tıp Kurumu’nun ayrımcı uygulamalarının pandemide de devam ettiğini söylüyor: “Bu yıl 2020 pandemi döneminde hapishanede yaşamını yitiren çok sayıda hasta mahpus var. Bize ulaşan verilere göre 457’si ağır 1334 hasta mahpus şu anda hapishanelerde tutuluyor. Bu insanların durumları kötüleşti, çünkü tedavi için hastaneye gittiklerinde 14 gün karantina koğuşuna alınıyorlar ve bu yüzden birçok insan hastaneye gitmekten vazgeçti.”
Türkdoğan, gündemde olan çıplak arama mevzusuna da sözü getirerek, bunun da eskiden beri var olan bir uygulama olduğunu belirtiyor ve “Bu bir yönetmelik maddesi, iktidar sözcüklerinin kendi hapishanelerinden haberleri yok” diyor:
“O yönetmeliğe göre bazı suç tiplerinin istisnai olarak aranması gerekiyordu ama şimdi herkese uygulanıyor.”
İHD Eşgenel Başkanı Türkdoğan, koğuş aramalarında da pandemi kurallarına kesinlikle uyulmadığını, üstelik bunu yapan infaz koruma memurlarının kendilerini de riske attıklarını hatırlatarak, diğer başka gözlemlerini de anlatıyor:
“Pandemide avukat-müvekkil görüşmesinin mahremiyeti de yok oldu. Görüşme telefonla yapıldığı için konuşulması gereken birçok konu, dinleme olasılığı nedeniyle konuşulamıyor ve bu savunmalara yansıyor.”
Kendilerinin neredeyse her hafta 50’ye yakın başvuru aldıklarını, bunu ilgili mercilere ilettiklerini belirterek, mahpusların ailelerinden uzak cezaevlerine konulmasının da pandeminin önemli sorun başlıklarından biri olduğunu, ailelerin yakınlarından haber almakta güçlük çektiğini belirterek, son olarak şunları söylüyor:
“En önemli talebimiz, infaz kanunundaki ayrımcılığa son verilmesi. Alaattin Çakıcı’nın serbest kaldığı bir yerde Osman Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı tahliye edilmiyorsa zaten bakış açısında bir problem vardır. Koşullu salıverilme sürelerinin eşitlenmesi gerekir. Ve tabii ki ağır hasta mahpusların salıverilmesi gerekir. Son olarak da mahpuslar ailelerinin bulunduğu kentlerdeki cezaevlerine konulmalıdır.”
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği’nden Av. Destina Yıldız pandemiyle birlikte en göze çarpan hak ihlalinin tecrit olduğunu, bunu sağlık hakkıyla ilgili ihlallerin izlediğini söylüyor. Yıldız sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Pandemi süreci bahane edilerek mahpusların en temel insan hakları dahi askıya alınmış ve mahpuslar üzerindeki tecrit en üst seviyeye çıkarılmıştır. Yine son dönemlerde muhaliflere yönelik artan baskılar nedeniyle tutuklamalar daha da artmış, hapishanelerdeki mahpus sayısı kapasitenin çok üzerine çıkmıştır. Bununla doğru orantılı olarak mahpusların maruz kaldığı hak ihlalleri de artmıştır. Bu ihlallerin başında ise işkence yasağının ihlali gelmektedir. Son günlerde basında da geniş bir şekilde yer bulan çıplak arama bunun bir örneğidir.”
Yıldız ayrıca pandemi nedeniyle mahpusların iletişim haklarının da sınırlandığını şu sözlerle anlatıyor:
“Mahpusların açık görüşlerinin yaptırılmaması, pandemi koşullarında anlaşılabilir olsa da kapalı görüşlerde kişi sınırlaması uygulanması, 40 dakikalık açık görüşlerin yerine sadece 10 dakikalık ek telefon hakkı tanınmasının ve bu telefon hakkının da açık/kapalı görüş yapılabilecek kişilerle değil de sadece telefon numarası verilen kişi ile sınırlı tutulması mahpusların aile ve özel hayatına saygı hakkını ihlal ediyor. Her ne kadar pandeminin ilk zamanları mahpusların aileleri ile görüntülü konuşmalarına imkân sağlanacağı belirtilmişse de, buna dair hiçbir adım atılmadı.”
Tecrit yani yalıtmaya da dikkat çeken Yıldız gözlemlerini şöyle aktarıyor:
“Özellikle yüksek güvenlikli hapishanelerde tutulan mahpusların beden ve ruh sağlıkları için uzun süre veya süresiz sosyal yalnızlaştırmaya maruz bırakılmamaları gerekir. Spor, sohbet gibi faaliyetler sayesinde mahpuslar sürekli kaldıkları hücrelerin dışına çıkmakta, 7 gün 24 saat birlikte kaldıkları sınırlı sayıdaki kişilerden farklı kişilerle sohbet ederek sosyalleşme imkanı bulabiliyor. Pandemi ile birlikte başlayan süreçte mahpusların ortak alan faaliyetlerinin yaptırılmaması mahpusların içinde bulunduğu tecrit koşullarının ağırlaşmasına neden oldu. Mahpusların dışarı ile temasının kesildiği bu koşullarda, hâlâ hapishane içerisinde ortak alan faaliyetlerine çıkartılmalarının hiçbir mantıklı gerekçesi yok. Ortak alan faaliyetlerinin yaptırılmıyor olması mahpuslar açısından ceza içerisinde cezaya dönüştürülmüştür. Bu uygulamaya son verilerek içeride izole olan mahpusların birbirleri ile iletişim kurarak sosyal ilişkilerini devam ettirebileceği spor, sohbet gibi ortak alan faaliyetlerinin yaptırılması gerekiyor.”
Pandemi sonrası mahpusların tedavi ve sağlık hakkı üzerinde yaşanan hak ihlallerinin de arttığını söyleyen Yıldız bu konuda da şunları söylüyor:
“Pandemi ile birlikte duran hastane sevkleri son dönemlerde yeniden başlamışsa da hastane dönüşleri uygulanan 14 gülük karantina süresinin koşulları nedeniyle mahpuslar hastaneye gitmek istemiyor. Zaten hasta olan ya da tek başına kalamayacak durumda olan mahpuslar karantina hücrelerinde çok kötü koşullarda kalmak zorunda bırakılıyor. Bazı hapishanelerde 20-30 kişi aynı karantina koğuşunda kalırken bazı hapishanelerde tek başına temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak mahpuslar tek başına tutuluyor.”
Devletin alıkonulan kişiye tıbbi bakımı her zaman ve derhal sağlamakla yükümlü olduğunu söyleyen Yıldız; pandeminin devletin bu yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını da sözlerine ekliyor.
© The Independentturkish