Sosyal medyada geçirilen süre uzamaya başladı.
Özellikle bugünlerde dijital dünya ile daha sıkı bir ilişki içerisindeyiz. Evlerimizde kalmaya çalışırken, işleri online yapmaya çalışırken, psikolojimizin nasıl etkilendiğini hiç düşündünüz mü?
Peki, son dönemlerde gündeme gelen Social Dilemma belgeseli sosyal medya uygulamalarında kişisel bilgilerin kullanım sosyal medyada nasıl olmaması gerektiğini de akıllara getiriyor.
Global sosyal medya ajansları We Are Social ve HootSuite[1] tarafından yayınlanan "Dijital Türkiye 2020" raporuna göre, Türkiye’de yetişkinlerin yüzde 74’ü, yani 62,7 milyonu internet kullanıyor. Ayrıca, ülkemizde insanlar günde ortalama 7 saat 29 dakikalarını internette zaman geçiriyor.
ODTÜ psikoloji bölümünden mezun olduktan sonra Hollanda Leiden Üniversitesi’nde klinik psikoloji yüksek lisansı yapan Cevdet Acarsoy, sonrasında iki sene kadar fonksiyonel MR görüntüleme araştırmalarında çalışırken, bir yandan Leiden Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde ders verdi. Rotterdam Erasmus Üniversitesi, Erasmus Tıp Merkezi, Epidemiyoloji bölümünde nöroepidemiyoloji alanında doktora yapan Acarsoy, migrenin sebepleri ve sonuçları üzerine çalışıyor.
Yirmi yılı aşkın süredir teknoloji yazarlığıyla uğraşan Levent Pekcan, dergilerde yayınlanan ilk yazılarının ardından 1997 yılında Internetteki ilk Türkçe bilgisayar-teknoloji yayını olan DarkHardware web sitesini kurdu. 2011 yılında TeknoSeyir’in kuruluşunda yer alan Levent Pekcan halen çalışmalarını bu sitede sürdürüyor.
Sabancı Üniversitesi'nde bilgisayar mühendisliği ve matematikte çift anadal yapan Selim Önal, Brown Üniversitesi'nde master yaptıktan sonra Silikon Vadisi’nde Oracle, Google gibi birçok teknoloji devi firmada çalışmaya devam ediyor.
Erasmus Tıp Merkezi’nden Psikolog Cevdet Acarsoy, Teknoseyir'den Levent Pekcan ve Silikon Vadisi’nden Yazılım Mimarı Selim Önal sosyal medyanın etkileri ve aslında nasıl kullanmamamız gerektiği üzerine çarpıcı bilgiler verdiler.
"Birçok çalışmada Facebook kullanımı artan kişilerde yalnızlık hissi ve depresyonla, bazen de özgüveninin azalmasıyla ilişkili çıkıyor"
Twitter, Facebook ve Instagram gibi sosyal medya sitelerinin kullanımının psikolojimiz üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olabildiğini kaydeden Psikolog Cevdet Acarsoy, "Birbirimize daha önce hiç olmadığımız kadar "bağlı" olduğumuz bir çağda yaşıyoruz. Her yıl internet istatistikleri yayınlayan, We Are Social şirketinin 2020 yılı raporuna göre dünyada 4.5 milyar internet kullanıcısı var ve bunların 3.8 milyarı aktif bir şekilde sosyal medyayı kullanıyorlar. Bu sayılar 2012’den beri hızlı şekilde artıyor. Son yıllarda, psikologlar olarak bizim açımızdan önemli bir değişiklik ise, internetin bilgisayardan çok mobil cihazlarda kullanılması. Akıllı telefonlarımız, yataktan tuvalete kadar her zaman her yerde yanımızda. Dolayısıyla sosyal medyanın olumlu olumsuz etkileri de günün her saatine yayılmış durumda. Sosyal ağ siteleri yaşam biçimimizde kesinlikle devrim yarattı, bunu yadsıyamayız. Genelde kötü anılsalar da aslında psikolojik sağlığımıza faydaları da var. Sosyal medya birbirimizle sosyal temasımızı kuvvetlendirirken[2], özgüvenimizi[3] ve sosyal sermayemizi arttırıyor[4]. Bununla beraber, çok yaygın olarak kullanıldıkları için olumsuz etkileri de yıllar içinde fazlaca araştırılmış. Artık yeni kuşağın gündeminden çıksa da diğerlerinden erken kurulduğu için, Facebook üzerinde daha çok araştırma yapılmış. Birçok çalışmada Facebook kullanımı artan kişilerde yalnızlık hissi ve depresyonla[5], bazen de özgüveninin azalmasıyla[6] ilişkili çıkıyor. Yani, Facebook’ta zaman geçirdikten sonra kendimizi "anlamlı hiçbir şey yapmadım" hissiyle baş başa buluyoruz. Bu da duygu durumumuzu kötü yönde etkiliyor. Benzer şekilde Instagram kullanımı, kendimizi diğer insanlardan kıyasla daha kötü görmemize yol açarak ruhsal sağlığımızı etkileyebiliyor ve mutsuz hissetmemize yol açabilir[7]-[8]." dedi.
"Sosyal medya kullanımında üç stratejik yöntemi uygulayın"
Sosyal medyanın olumsuz etkilerinden korunmak için üç stratejik yöntem olduğunu belirten Acarsoy, "İlk olarak, gerçek hayatta tanıdığımız insanları takip etmeliyiz. İkincisi, sosyal ağ sitelerini etken yani sadece tüketici olarak değil, o mecralarda bir şeyler paylaşarak üretici şekilde kullanmalıyız. Son olarak, sosyal ağ sitelerinin bağımlılık yapıcılığına karşı uyanık olmalı ve bağımlılık belirtilerini izlemeliyiz. Unutmayın, iyi ya da kötü olan sosyal ağ siteleri değil, onları nasıl kullandığımızdır" diye konuştu.
"Sosyal medya sitelerinde daha çok, gerçek hayatta tanıdığınız kişileri takip edin"
"Belki de doğru soru, ‘Sosyal medyayı nasıl kullanmalıyız?’ değil, ‘Nasıl kullanmamalıyız?’ sorusu" diyen Acarsoy, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sosyal medyayı, sağlıksız kullanmanın birçok yolu var. İlk olarak, New York Pace Üniversitesi’nden psikolog Katerina Lup ve arkadaşlarının 2015 yılında yaptığı bir araştırmaya7 göre; Instagram’da daha fazla yabancıyı yani gerçek hayatta tanımadığımız kişileri takip etmenin, kendimizle ilgili olumsuz duyguları güçlendirebileceğini ortaya koydu. Araştırmacılar, bunun nedeni olarak olumsuz kıyaslamayı gösteriyor. Instagram gibi görsel ağırlıklı ve insanların çoğu zaman "en iyi" hallerini paylaştıkları bir mecrada gezindiğimizde, "Herkes çok iyi, çok mutlu. Ben neden böyleyim?" gibi bir düşünceye kapılabiliyoruz. Buradaki püf nokta, insanların aslında her zaman, o kadar güzel ya da yakışıklı görünmediği, o kadar mutlu olmadıkları. Fakat paylaşımın doğası gereği, Instagram’a girdiğinizde öyleymiş gibi algılayabilirsiniz. Bu etkiyi bir nebze de olsa kıran şey, paylaşımını gördüğünüz kişiyi gerçek hayatta da tanımanız. Çünkü o kişinin gerçekte her zaman mutlu olmadığını bilirsiniz. Yabancılara özellikle ünlülere gelince, olumlu görüntünün sahte ya da gerçek olup olmadığını değerlendirmek için bir kaynak noktamız yok, bu yüzden onlarla kendimizi kıyasladığımızda daha kötü hissedebiliriz. Bu nedenle, takip ettiklerinizle, yabancılar ile arkadaş ya da aile arasında denge kurmak çok önemli. Akışınızda sürekli gerçek hayatta tanımadığınız insanlar olmamalı."
"İnsanlar yalnızca sosyal medyadaki bilgiyi kullanırlarsa, kendileri de benzer etkinlikler hakkında paylaşım yapmadıkları için kıskanç hissetme olasılıkları artıyor"
Bir diğer noktanın 2015 yılında Belçika Leuven Üniversitesi’nden psikolog Philippe Verduyn
ve arkadaşları tarafından yapılan bir araştırmanın[9] ilginç bir sonucu olduğuna değinen Acarsoy, "Sosyal medyayı "edilgen" kullanmak sorunun kaynağı olabilir. Sosyal medya kullanımında etken ve edilgen kullanım arasında ayrım yapabiliriz. Etken kullanım, başkalarıyla doğrudan etkileşim için olan aktiviteler anlamına gelir. Mesela, gönderme, yükleme veya yorum yapma etkin kullanım olur. Edilgen kullanım ise, doğrudan etkileşim olmadan bilgi tüketme anlamına gelir, akışta gezinme, videolar izleme veya mesajları okuma gibi durumlar olur. Edilgen kullanımın duygusal sağlık üzerindeki zararlı etkisi kıskançlık ile açıklanıyor. Diğer bir deyişle, insanlar yalnızca sosyal medyadaki bilgiyi kullanırlarsa, kendileri de benzer etkinlikler hakkında paylaşım yapmadıkları için kıskanç hissetme olasılıkları artıyor. Sadece pasif bir şekilde paylaşımları tüketirsek, biz sanki "kendimiz hiçbir şey yapmıyoruz hep başkaları yapıyor" gibi algılıyoruz. Fakat, aktif şekilde paylaşım, üretim, yorum yaparsak kontrolü elimize almış oluyoruz. Bu nedenle, eğer sosyal ağ sitelerini kullanıyorsanız, edilgen değil etken bir şekilde kullandığınızdan emin olmanızı öneririm."
"Sosyal ağ ya da medya bağımlılığının internet oyun bozukluğu veya kumar bozukluğundan çok da farklı olmadığını düşünüyorum"
Sosyal medya bağımlılığı ya da internet bağımlılığı gibi hastalıkların adını çok sık duyuyoruz fakat bunlar henüz Dünya Sağlık Örgütü kılavuzu (ICD) ve Psikolojik bozukluklar el kitabı (DSM) gibi kaynaklarda yer almıyor" diyen Acarsoy, "Mesela, bir doktor ya da klinik psikolog böyle bir tanı koyamaz. Her ne kadar resmi olarak tanınmış bir tanı olmasa da Norveç Bergen Üniversitesi’nden Klinik Psikolog Prof. Schou Andreassen ve Prof. Stale Pallesen tarafından sosyal medya bağımlılığı belirtileri şöyle tanımlanıyor[10], iş yaşamı veya özel hayatı kötü etkileyecek şekilde, sosyal medya konusunda aşırı derecede kaygılanmak, sosyal medyaya giriş yapmak veya bunları kullanmak için güçlü bir dürtü hissetmek, sosyal medyaya diğer sosyal aktivitelere zarar verecek kadar çok zaman ve çaba harcamak. Davranışsal bağımlılıklarının nörobiyolojisi hakkında çok sayıda araştırma[11] yapıldığından, bilim insanları sosyal medya bağımlılığının internet oyun bozukluğu veya kumar bozukluğundan ki bunlar resmi hastalık tanılarından çok da farklı olmadığını öne sürüyorlar. Kişisel tavsiyem, bu belirtileri fark ederseniz, bu tür site ya da uygulama kullanımınızı sınırlandırmaya çalışmak iyi bir fikir olabilir. Ardından, yoksunluk belirtileri yani, stresli veya huzursuz olma ve sosyal medyaya giremediğinizde kendinizi kötü hissetme gibi durumların olup olmadığını görebilirsiniz. Kendinize bir mola vermek, bağımlılığınızı test etmenize ve fark etmenize yardımcı olabilir ve bu nedenle sosyal medya kullanımınızı sağlıklı tutar." şeklinde uyarıda bulundu.
"Paylaş düğmesini sanki her bastığımızda para ödeyecekmişiz gibi görmemiz lazım"
"Esasen sosyal ağların yapısında değişen önemli bir şey yok, ancak yaygınlıkları arttıkça elbette etki potansiyelleri de artıyor" diyen Teknoseyir'den Levent Pekcan, "Bu etkinin iyi ya da kötü kullanılabilirliği değişken bir şey. Tehlikenin değil ama tehlike potansiyelinin arttığını söyleyebiliriz. İnternette paylaşılmış hiçbir şeyin gerçek olması gerekmediğini güçlü şekilde kabullenerek daha güvende olabiliriz. Yazı, görüntü, ses her şey sahte olabilir. Çağımızda hepsi, istenen amaca göre üretilebiliyor. Kuşkucu yaklaşım şart. "Paylaş" düğmesini sanki her bastığımızda para ödeyecekmişiz gibi görmemiz lazım. Önümüze gelen her bilgiyi başkalarına aktarmayı biraz olsun yavaşlatmak, yalan bilgilerin yayılımını da azaltır. Keza, kendi kişisel bilgilerimizi daha az, başkalarının bilgilerini ise, asla paylaşmamak asla kötü sonuç vermeyecek bir alışkanlık olur. Sosyal ağlara aktarılan her türlü bilginin tüm dünyaya açılmış olacağını hiç unutmadan paylaşım yapılmalı." diye konuştu.
"Tüm sosyal ağların birer "yalancı çoban" durumuna düşmeleri ihtimal dahilinde"
Kişi bazında düşünüldüğünde, anlık heyecanlarla, düşünmeden internete aktarılan kişisel bilgi ve düşüncelerin gelecekte sorun yaratması her zaman olası olduğunu ve örnekleri sıkça görüldüğünü hatırlatan Pekcan, "Keza, sürekli asılsız bilgileri yayan kişilerin zamanla masaldaki "yalancı çoban" durumuna düşecekleri ve gerekli hallerde bile güven sağlayamayacakları tahmin edilebilir. Bu tür kullanımlar arttığındaysa, tüm sosyal ağların birer "yalancı çoban" durumuna düşmeleri ihtimal dahilinde" dedi.
"Bugün gittiğimiz hastanelerde, evimize gelen kargo şirketlerinde, bankamızda veya sigorta şirketimizde, internet sağlayıcımızda, bilgisayarımızdaki virüs tarayıcımızda, kısacası her sektörde, birçok bilgimiz var"
Son dönemlerde gündeme gelen Social Dilemma belgeselinde yanlış bir bilgi olmadığını ancak bu sektörün içinde olanlar için çok da şaşırtıcı bir şey olmadığını söyleyen Silikon Vadisi’nden Yazılım Mimarı Selim Önal, "Belirli bir farkındalık yarattığı için başarılı buluyorum, ama birçok eleştirim de var. Bence sorunlar biraz çorba hale getirilmiş. Yani ortadaki problem, bu şirketlerin çok veri toplaması mı, bu verileri saklama veya kullanmadaki olası problemler mi, yoksa bu servislerin bağımlılık yapması mı, ya da diğer kötü etkileri mi? Eğer veri toplamaları ise problem, aslında bu servislerin bir kısmının veri toplamayan versiyonları var ama hiçbir zaman çok da başarılı olmadılar. Mesela DuckDuckGo, Searx gibi kişisel bilgi tutmayan, kullanmayan arama motorları var, ama kaç kişi kullanıyor ya da kaç kişi bunları Google’a tercih ediyor çok tartışılır. Google’ın bu kadar iyi bir arama motoru olmasının tam da nedeni topladığı verileri çok çok iyi kullanabilmesi. Eğer esas problem buysa, insanlar alternatiflerini kullanabilir ya da ayarlardan Google’ın topladığı verileri sınırlandırabilir, kişiselleştirilmiş sonuçları kapatabilir. Son kullanıcı sözleriyle verilerimiz toplanmasın dese de davranışlarıyla hiç de öyle demiyor. Eğer problem bu verileri saklamalarına güvenmememizse, bu sadece belgeselde adı geçen şirketlere özgü bir problem değil. Bugün gittiğimiz hastanelerde, evimize gelen kargo şirketlerinde, bankamızda veya sigorta şirketimizde, internet sağlayıcımızda, bilgisayarımızdaki virüs tarayıcımızda, kısacası her sektörde, birçok bilgimiz var. Ben kişisel olarak Google’a diğer birçok sektördeki firmadan veri güvenliği açısından daha çok güveniyorum. Bugün diğer sektörlerde, hangi çalışanın hangi veriye ulaşımı var, bu ne kadar kontrol ediliyor, buna ne kadar dikkat ediliyor, bu sorun üzerinde ne kadar kafa yoruluyor, açıkçası çok emin değilim. Yani bu teknoloji firmalarına ait bir problem değil, günümüz dünyasına ait bir problem." diye konuştu.
"Önlemek üzerine değil, doğru kullanmak üzerine odaklanılmalı"
Bu ürünlerin bağımlılık yapmasının önemli bir problem olduğunu dile getiren Önal, şunları söyledi: "Ben bunun sigara veya uyuşturucu bağımlılığına benzetilmesini doğru bulmuyorum. Bunu aşırı yemek yemeye benzetiyorum. Yemek yemek aslında hepimiz için en temel ihtiyaçlarımızdan biri, Maslow’un piramidinde en altta olan, fizyolojik ihtiyaçlarımızdan biri, ama aşırı yemek yemek ya da bulimia, anoreksiya gibi yeme bozuklukları çok sağlıksız hatta bazen ölümcül problemler. Burada çözüm hiç yemek yememek değil, yemekle olan ilişkinizi yeniden düzenlemek veya bu problemlerin altında yatan diğer psikolojik nedenleri anlayıp, onlara yönelmek. Bence sosyal medya veya teknoloji bağımlılığına da böyle yaklaşmalıyız. Günümüz dünyasında neredeyse yemek yemek kadar hayati bir ihtiyaç teknoloji, hayatımızın her alanında var. Muasır insan için teknolojiden, onun nimetlerinden vazgeçmek neredeyse imkansız. Bence ilk adım olarak bu gerçek kabul edilmeli, önlemek üzerine değil, doğru kullanmak üzerine odaklanılmalı. Bir de bağımlılık sanki sadece sosyal medya platformlarına oluyormuş gibi bir hava yaratılıyor ama yıllardır oyun sektörü, medya sektörü ve benzer birçok sektör zaten benzer taktikler uyguluyor. Saatlerce bırakamadığınız bilgisayar oyunu da her gün günde 3-4 saat izlediğiniz gündüz kuşağı programı, bir oturuşta 10 bölüm izleyebileceğiniz dizi de aslında tam da insanın aynı zaaflarına sesleniyor. Hepimiz insanız, hepimizin zaafları var, ama bir yandan hepimizin bir iradesi de var. Bunları problemin önemsizleştirmek veya firmaların tüm sorumluluğunu son kullanıcıya yüklemek adına söylemiyorum ama bu çözülecekse, bence daha kapsayıcı problemi tüm yönleriyle ele alan bir bakış açısı ile yaklaşılmalı. Belgeselde yer verilen Tristan Harris’i 2014’te bu konuda yazdığı bir raporu okumuştum, ondan sonra Aralık 2014’te yaptığı bir TED[12] konuşmasını izlemiştim ve hatta o dönemde Türkiye’de katıldığım etkinliklerde o konuşmasından slot makineleri ile ilgili olan kısmı gösterirdim. O zaman da söylediklerinin özüne katılıyordum, şimdi de katılıyorum. O konuşmada slot makinelerinin Amerika’daki film sektörü, beyzbol sektörü ve tüm oyun parkı sektörlerinin toplamından daha fazla gelir getirdiğini anlatır ve telefonu gösterip, işte telefonlarda artık bir slot makinesi oldu diye bir benzetme yapar ve genel olarak bu işin psikolojisi üzerine biraz konuşur. Bu konuya ilgi duyanların mutlaka izlemesini öneririm."
"Bu alanda yaşanan gelişmelere sosyal bilimler bence daha yetişemedi, çok geride kaldı"
Belgesel ile ilgili olarak diğer bir eleştirisini Önal, şöyle dile getirdi: "Orada konuşan kişilerin hepsi değil ama azımsanmayacak bir kısmı yıllarca o şirketlerde karar verici konumda bulunmuş kişiler, her yıl milyonlarca, bazıları on milyonlarca dolar kazanmış kişiler. Şimdi bu tespitleri yapıyorlar ama bununla ilgili ‘ah çok kötü, tu kaka’ demek işin kolay kısmı, tam olarak çözüm önerileri ne, bu bahsettikleri problemlere nasıl yaklaşılmalı, birçoğunun önerisi ne, ben anlamadım. Bir noktada vergiden bahsediyorlar ama bu sorunu nasıl çözecek, ne işe yarayacak tam onu da anlamadım. Bence artık bu sorunu çok daha yoğun bir biçimde sosyal bilimciler, psikologlar, sosyologlar ve hukukçular tartışmaya başlamalı. Hala tartışma çok fazla sektörün içinde olan insanlar üzerinden yürüyor, bence en büyük problemlerden biri de bu. Bu alanda yaşanan gelişmelere sosyal bilimler bence daha yetişemedi, çok geride kaldı. Yani bence sosyal medya zaten olmayan hiçbir problem yaratmadı, var olan problemlerin şekil değiştirmesini, evrilmesini sağladı. Ben bu problemlerin özünün sosyal medyayla alakalı olmadığını, sosyal medyada yaşananların sadece semptom olduğunu, hastalığın kendisi olmadığını düşünüyorum."
[1] https://wearesocial.com/blog/2020/07/digital-use-around-the-world-in-july-2020
[2] The Impact of Social Media on Children, Adolescents, and Families | American Academy of Pediatrics (aappublications.org)
[3] Mirror, Mirror on my Facebook Wall: Effects of Exposure to Facebook on Self-Esteem | Cyberpsychology, Behavior, and Social Networking (liebertpub.com)
[4] Benefits of Facebook "Friends:" Social Capital and College Students’ Use of Online Social Network Sites | Journal of Computer-Mediated Communication | Oxford Academic (oup.com)
[5] Facebook’s emotional consequences: Why Facebook causes a decrease in mood and why people still use it - ScienceDirect
[6] The Relationship Between Facebook and the Well-Being of Undergraduate College Students | Cyberpsychology, Behavior, and Social Networking (liebertpub.com)
[7] https://doi.org/10.1016/j.tele.2019.101240
[8] Instagram #Instasad?: Exploring Associations Among Instagram Use, Depressive Symptoms, Negative Social Comparison, and Strangers Followed | Cyberpsychology, Behavior, and Social Networking (liebertpub.com)
[9] Passive Facebook usage undermines affective well-being: Experimental and longitudinal evidence - PubMed (nih.gov)
[10] Social Network Site Addiction - An Overview - Current Pharmaceutical Design
[11] The neurobiology of substance and behavioral addictions - PubMed (nih.gov)
[12] https://www.ted.com/talks/tristan_harris_how_better_tech_could_protect_us_from_distraction
© The Independentturkish