Yani demem o ki, oruçta esas olan; aça, yoksula, çaresize, daha ötesi hatta türlü baskılara, tecrit ve benzeri insanı dışlayan uygulamalara karşı 100 gün, 185 gün ve muhtemel ki daha fazla gecesiyle gündüzüyle sürekli ve kesintisiz bir nevi oruç tutma ve aç kalma yoluyla vicdanlara seslenenlere, bu uğurda ölenlere empati (duygudaşlık) yapmaktır da mesele.
Ramazan "ramda" kelimesinden türeme bir sözcük ve "yanma" anlamına geliyor. "Ramaz" güneşin aşırı hararetinden, taşların, toprağın ve kumun ısınması, kızgınlaşması demek oluyor. Ramda bu kızgınlaşan yerde insanın yalın ayak yürümesi nedeniyle ayaklarının yanması ve acı çekmesidir.
Oruçlu kişinin bir anda, günlük yeme içme alışkanlığından kopması sonucu başlangıçta başı ağrır, giderek artan ölçüde açlık çeker, gün sıcaksa hararet basınca susuzluk çeker, içi yanar. Özellikle yaz sonunda katlanarak artan kuru sıcağa karşı yağmurun yağması, yeryüzünü temizler.
Oruç, güneş tanrılı inanışlardan geldiğinden olmalı, güneş ayarlı. Tanyeri ağarırken başlaması, güneş batımında bitmesi bundan olmalı zahir! Güneşin ve karanlığın aylarca sürdüğü coğrafyalar düşünülememiş. Çünkü o çağlarda bilim, teknoloji üzerinden çağ açan, çağ kapatan keşifler henüz yapılamamıştı. Emsal olsun, kutuplar...
İnanışa göre bu ay, yani Ramazan ayında oruç tutan, ihlasla tövbe eden müminlerin günahlarının yandığı, ruhlarının günahların kirinden pasından arındığı, kalplerin temizlendiği bir ay. Bu aya Ramazan denmesinin nedeni de bu. Ramazan İslamiyet’ten önce Araplarda Temmuz/Ağustos aylarına, İslamiyet’te ise yılın Eylül ayına tekabül ediyor.
Oruç, ilk ve orta zamanlardan beri insanlığın adeti olmakla birlikte, eski Türklerde oruç yokmuş. Oruç, Farslar ve Kürtlerden İslamiyet üzerinden Türklere geçmiş. Oruç, Arapçada “savm” sözcüğünün karşılığı ve anlamı “direnç, sabır” oluyor. Arap lügatçılar “tutmak, zapt etmek” anlamına gelen “imsak” sözcüğünü yerleştirir bunun yerine. Buradan doğru oruç tutmaktaki amaç, beşeri ihtiyaçlara karşı nefse hakim olmak ve ruhu terbiye etmektir. Ve Ramazan denilince ilk elde akla oruç gelir.
Bakara Suresi'nde, “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç size de yazıldı. Umulur ki sakınırsınız” der. Neden “sakınırsınız”? Nefsi ve ruhu, aşağı değerlerden “sakınırsınız”... “Sakınanlar korunurlar”... Ancak inanışın aşağı değerlerini “terk etmeyi” bilenler “direnebilirler”... “Korunurlar”... “Terk etmeden”, “bedel ödemeden” istemenin karşılığı olmuyor. İnanışın yüksek değerlerine “ulaşmak ve korunmak” için, inanışın aşağı değer olarak gördüğü değerleri terk etmek şart oluyor.
***
Ramazan, ruhun beslenmesi için bedenin aç bırakıldığı bir ay.
Yılın yürekte bıraktığı kiri pası temizleme, yüreği ve ruhu bakıma alma ayı oluyor Ramazan.
Toplumsal eşitsizlikleri, yozlaşmaları, adaletsizlikleri, baskıları ve türlü haksızlıkları hazmedemeyenler, bunlara çözüm gücü olmak istiyorlarsa şayet, öncelikle kendilerini tanıma arayışına girecekler... İnanışları gereği emsal alma durumunda oldukları Hz. Muhammed'in yaptığı gibi, Ramazan ayında maddi dünyadan kopma yolunu benimseyecekler... Buna uygun bir ruhsal/zihinsel/mekansal ortama “hicret” edecekler.
Bu nokta üzerinden yürüme, inanışın ölçülerine göre doğru olduğuna göre, Ramazan'ın, hicret için “Hira” olması gerekiyor. Hira'da (Ramazan'da) maddi dünyaya kalp gözünün derinliğiyle bakacaklar, şahsiyetlerini sigaya çekecekler, içlerindeki insana ve topluma zararlı yanlarından ve günahlarından arınacaklar, insana dönecekler, insanlaşacaklar...
***
Çünkü mesele bir başına oruç tutmak değildir. Oruçlu günleri Hira yapmak, insanlaşmak, insanlığa dönmek, insanı insan yapan değerleri temsil etmek, insani değerleri ayakta tutmaktır mesele...
“İnsani değerleri temsil etmek ve ayakta tutmak”, haramzadelere ve deveyi havuduyla yutan haramilere inat, bu coğrafyanın ulusal/sınıfsal/cinsel baskı altında tutulan halklarını anlamak, toplumsal sınıf ve cins katmanlarının helalini, hakkını hukukunu ve özgürlüğünü savunmaktır mesele...
Her gün iftarda ve sahurda konforlu yemeği düşündüğümüz türlü yiyeceğin bedelini, insanlık ve özgürlük mücadelesinde her şeyini kaybedenlere ayırmaktır mesele...
Soframızı açlarla, işsizlerle, sığınmacılarla, mülksüzlerle paylaşmak ve de mütevazi bir sofraya gönülden rıza göstermek, böylece insanlığın yüksek değerlerini yukarıda tutmaktır mesele.
Yani demem o ki, oruçta esas olan; aça, yoksula, çaresize, hatta türlü baskılara, tecrit ve benzeri insanı dışlayan uygulamalara karşı 100 gün, 185 gün ve muhtemel ki daha fazla gecesiyle gündüzüyle, sürekli ve kesintisiz bir nevi oruç tutma ve aç kalma yoluyla vicdanlara seslenenlere, bu uğurda ölenlere empati (duygudaşlık) yapmaktır da mesele.
***
Oruçla insanı bulanlara, açları, evsizleri, ezilenleri, horlananları, direnenleri duyanlara, hissedenlere selam olsun!
Selam olsun bu duyguyla oruç tutanlara! Hayırlı olsun onlara Ramazan!..
Selam olsun soğumuş vicdanlara can bedeli seslenenlere!
Selam olsun umudu vicdanın gümüş ışığında arayanlara!
© The Independentturkish