Hayatı, sanatı, mücadelesi ve Atatürk'e sunulamayan mektubu ile doğumunun 119. yılında Nazım Hikmet'i yeniden hatırlamak

Prof. Dr. Zehra Aslan ile Prof. Dr. Mehmet Temel, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı 

Beni küçük felaketler yıkar. 
Büyük felaketlerde daima cesurum.


Türk edebiyatının ünlü şairi, romancı ve yazarı Nazım Hikmet, 61 yıllık ömrüne sığdırdıkları ve geride bıraktıklarıyla şair olmanın çok ötesinde bir kişilik olarak tarihe iz bırakmıştır.

Düşünceleri nedeniyle 12 yılı aşkın süre hapis yatan, vatandaşlıktan çıkartılarak ağır bedeller ödettirilmesine rağmen inandığı doğrular uğruna mücadelesini sürdüren Nazım Hikmet, aslında bir muhalifti.

Öyle ki kendisiyle aynı ideolojiye mensup kişiler ve örgütlerle de çatışmıştı. Bu nedenle Türkiye Komünist Partisi'nden çıkartılmış, hatta Komintern tarafından savunması istenmişti.  

Marksist düşünce yapısını benimsemiş, çağdaşlaşma mücadelesinde ise Namık Kemal ve Tevfik Fikret gibi aydınların yolundan gitmişti.

Fakat Attila İlhan'ın deyimiyle siyasi bağımsızlık ve özgürlükle yetinmeyen, ekonomik özgürlüğü de şart olarak gören bir anlayışa sahipti. 


Birçok insan gibi Nazım Hikmet'in de doğduğu ve yetiştiği ortam, karakterinin ve fikirlerinin belirginleşmesini sağlamıştı.

Doğumunun 119'ncu yıl dönümünde kimi çevrelere göre zararlı düşüncelerin ülkeye yayılmasında öncü rol üstlenen zararlı bir kişilik, kimi çevrelere göre vatan şairi Nazım Hikmet'i hayatı, fikirleri ve geride bıraktıklarıyla hatırlayalım istedik.
 

Yön, 3 Şubat 1967.jpg
Yön, 3 Şubat 1967


15 Ocak 1902 tarihinde Selanik'te doğan Nazım Hikmet'in babası, Sivas Valisi Şair Mehmet Nazım Paşa'nın oğlu Matbuat Genel Müdürlerinden Hikmet Nazım Bey, annesi ise ressam Ayşe Celile Hanım'dı.

İlk eğitimini Göztepe'deki Taş Mektep'te tamamlamış, bir süre Galatasaray Lisesi'nde okuduktan sonra Nişantaşı Sultanisi'ne geçmişti.

1917 yılında bu okuldan da ayrılarak Heybeliada Bahriye Mektebi'ne kaydolmuştu. Burada beş yıl öğrenim gördükten sonra yakalanmış olduğu plörezi (zatülcenp) hastalığından iyileşemeyeceği anlaşılınca Bahriye Mektebi Komutanlığı tarafından askerlikten ihraç edilmişti.


1921 yılında Milli Mücadele'ye katılmak için arkadaşları Vâlâ Nurettin, Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nâfız Çamlıbel ile birlikte İnebolu üzerinden Ankara'ya geçmiş ve İsmail Fazıl Paşa tarafından Mustafa Kemal Atatürk'le tanıştırılmıştır.

Atatürk'ün, "Bazı gençler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar, size tavsiye ederim gayeli şiirler yazınız" tavsiyesinin ardından cepheye gönderilmeyerek 30 lira maaşla Bolu Sultanisi Kısm-ı İptidaî muallimliğinde görevlendirilmiştir.

Arkadaşı Vâlâ Nurettin de 56 lira maaşla aynı okulun Fransızca öğretmenliğine atanmıştır. 


Anne ve babasının ayrılmasından da etkilendiği için öğretmenlikten istifa edip Bolu'dan da ayrılmak isteyen Nâzım, aynı yıl içinde Vâlâ Nurettin'le Trabzon ve Batum üzerinden Moskova'ya gitti.

Batum'da Komünist Parti'ye üye olduktan sonra da Kızıl Sendika gazetesinin edebiyat kısmında görev aldı.

Nazım, Moskova'da Şark Zahmetkeşleri Komünizm Darülfünunu'nun (KUTV) Fransızca bölümünde öğrenim görürken sosyoloji, politoloji, konstrüktivizm ve sanat tarihine de ilgi duymuş, fütürist şair Vladimir Mayakovski ile tanışmış, kültürel etkinliklerde bulunmuş, Nüzhet Hanım'la evlenmişti.

Troçki'nin birçok konuşmasına dinleyici olarak katılmış, Troçki üzerine izlenimlerini kaleme almış, Kızıl Ordu kumandanı üzerine şiirler yazmıştı.


Türkiye Komünist Partisi'nin toparlanış ve yeniden yapılanış kongresine katılmak üzere 1924 yılında Türkiye'ye dönmüş, partinin 1 Ocak 1925 tarihinde İstanbul'da yapılan kongresine KUTV delegesi olarak katılmıştı.

Parti içi eğitim ve örgütlenme faaliyetleri için de aynı yıl içinde İzmir'de görevlendirilmişti. Güvenlik kuvvetleri tarafından komünist faaliyetlerin ve yayınların takibinin yoğunlaşması üzerine "memleketin sükûn, asayiş ve nizam-ı içtimaisini ihlal"den Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından gıyabında 15 yıl kürek cezasına çarptırılınca tekrar Moskova'ya kaçmış ve burada Lena Yurçenko ile evlenmişti. 

1928 yılında çıkarılan Af Kanunu'ndan yararlanarak tekrar Türkiye'ye döndüğünde, pasaportsuz sınırı geçtiği için Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından üç aya mahkûm edilmiş ve İstanbul'da bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmıştı. 


Nazım Hikmet'in Türkiye'de bundan sonraki hayatı kolay olmayacaktı. 1931 yılında yazdığı bazı şiir ve manzumelerde (Jokond ile Si-ya-u, Varan 3, Sesini Kaybeden Şehir) komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle mahkemeye verildi.

7 Mayıs 1931 tarihinde 2. Ceza Mahkemesi'nde davası görüldü ve savunmasında "Ben, komünistim. Hem de sapına kadar komünist bir şair ve daha mükemmel olmağa çalışıyorum…" diyen Nazım, 11 Mayıs günü Savcılığın da talebi doğrultusunda beraat etti.   

Ne bir motor uğultusu, ne dönen bir tekerlek var…
Caddenin ortasında bağırıp durmayın,
topuklarınızı yere vurmayın,
NAFİLE,
Asfaltı getiremezsiniz dile!!!
NAFİLE,
konuşmaz sesini kaybeden şehir:
okşamazsa eğer ONLARIN ceplerinde kilitlenen elleri,
bakır telleri… 

N. Hikmet, Sesini Kaybeden Şehir, s.7.


1933 yılında bu sefer "Gece Gelen Telgraf" adlı şiir kitabında bazı manzumelerin halkı komünistliğe tahrik ettiği gerekçesiyle hakkında tahkikat yapıldı.

Bu tahkikat sonucunda Savcılık tarafından dava açılmış ve kitabı toplattırılmıştı. Rahatsızlığı nedeniyle mahkemeye gidemeyen ve rapor gönderen Nazım Hikmet, iyileşince 7. Sorgu Hâkimi tarafından dinlendikten sonra 18 Mart 1933 tarihinde tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Kefaletle tahliye talebi de Savcılık tarafından reddedilmişti.

Saat beş. Polis düdükleri, saatlar…
Yatağım bozulmamış.
Çekmecemde kâatlar: bazıları, onun el yazıları…
Avuçlarımda, ellerinin gölgesi dolaşan adam,
demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü.
Mahpushane doktoru, örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü…
Bakıyorum gece gelen telgrafa.
O, mükemmel bir kafa mükemmel bir yürek,
yumruklarıyla erkek gözleriyle çocuktu.
Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o. Yoldaştı o…

Nazım Hikmet, Gece Gelen Telgraf, s.5-7.


    
Nazım Hikmet, komünist faaliyetler nedeniyle tutuklananlarla birlikte Bursa'ya gönderildi. Yargılamalar burada devam etti.

29 Temmuz'da Gece Gelen Telgraf eserinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hakkında açılan davada 6 ay 3 gün hapis cezasına çarptırıldığı açıklandı.

Ağustos ayında da Eski İstanbul Milletvekili Süreyya Paşa'nın, aleyhinde açtığı hakaret davası nedeniyle 1 yıl hapis, 200 lira para cezası ve 500 lira da tazminat ödemeye mahkûm edildi.

31 Ocak 1934 tarihinde komünistlik suçu yargılamalarında karar açıklandı. Nazım Hikmet kendisiyle bu davada yargılanan beş kişiyle birlikte, 5 yıl ağır hapse mahkûm edilmişse de Af Kanunu'ndan yararlandırıldı. 
 

Vakit, 29 Nisan 1930.jpg
Vakit, 29 Nisan 1930

 
Nazım Hikmet, yaşadığı zorlu bir süreçten sonra afla yeniden özgürlüğüne kavuşmuştu. Özel hayatında önemli bir adım atmış ve 31 Ocak 1935 tarihinde Piraye Altınoğlu ile resmen evlenerek "Ran" soyadını almıştı.

Fakat Nazım için sorunlar bitmemişti. Gözaltına alınma, mevkufiyet gibi haberler onunla ilgili basına yansıyan rutinler haline gelecekti. 
 

Akşam, 28 Ağustos 1935.jpg
Akşam, 28 Ağustos 1935

 
Öte yandan özgür kaldıktan sonra faaliyetlerine devam eden Nazım, Türkiye Komünist Partisi'ndeki program, örgüt içi demokrasi, Leninist örgütlenmeyle ilgili çalışma tarzı ve işçi sınıfına güven gibi konulardaki muhalefeti nedeniyle partiden çıkarılmış, 1935 yılında tekrar geri alınması için yaptığı başvuru kabul edilince 1936 yılından itibaren TKP'nin Türkiye'de açtığı "halk cephesi" etrafında mücadeleye katılmıştı. 

Nazım Hikmet'in yaklaşık 15 yıl sürecek olan cezaevi yaşamı ise Harp okulu ve Donanma davalarıyla ilgili yargılamalardan sonra başlamıştır.

Ordu içinde sosyalizm esaslarının yayılması ve bir ihtilal hareketiyle memleketin komünist bir devlet şekline dönüşmesi için orduda komünizmin ne şekilde yayılacağına ilişkin direktiflerde bulunduğu iddiasıyla 1938 yılında yargılandığı davada 15 yıl ağır hapis, hemen ardından 29 Ağustos 1938 tarihinde görülen Donanma davasında da Erkin gemisinde askeri isyana teşvikten 13 yıl 4 ay olmak üzere toplam 28 yıl 4 ay ağır hapisle cezalandırıldı.     

Nazım Hikmet, bu kararın ardından son çare olarak Atatürk'e başvurmaya karar verdi. 

Atatürk'e duygularını, yaşadığı hayal kırıklığını anlattığı ve "suçsuz" olduğunu adeta haykırdığı bir mektup yazdı.

"Cumhur Reisi Atatürk'ün Yüksek Katına" başlığı ile kaleme aldığı mektubunda Türk Ordusu'nu isyana teşvik ettiği iddiasıyla 15 yıl ağır hapis cezası aldığını, şimdi ise Türk donanmasını da isyana teşvikle töhmet altında bırakıldığını belirterek "Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum" diyordu.

Nazım Hikmet, deli, serseri, satılmış bir vatan haini değil, sadece inanmış bir şair olduğunu vurgulayarak ve suçsuzluğuna da and içerek mektubunu tamamlamıştı.

Askeri isyana teşvik etmedim. 

Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamlesini anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var.     

Askeri isyana teşvik etmedim. 

Yurdumun ve inkılapçı senin karşında alnım açıktır. Yüksek askeri makamlar, devlet ve adalet, küçük bürokrat gizli rejim düşmanlarınca aldatılıyorlar. 

Askeri isyana teşvik etmedim.

Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki, bunu bir an olsun düşünebileyim.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Senin eserin ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirdim. Büyük işlerin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim.

Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu 'inkılap askerini isyana teşvik' damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. 

Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm'den ve senden adalet istiyorum.

Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki, suçsuzum. 

Nazım Hikmet Ran


3 Şubat 1967 tarihli Yön dergisinde tam metni yayınlanan bu mektup, (dergide verilen bilgiye göre) Nazım Hikmet tarafından Atatürk'e sunulması için bir yakınına verilmişti.

Fakat o sıralar Atatürk'ün hastalığı ağırlaşmıştı. Bu nedenle mektup sahibine ulaştırılamamış, sonradan Haluk Şehsuvaroğlu'nun eline geçmiş ve Yücel arşivinde saklanmak üzere Muhtar Enata'ya tevdi edilmişti.
 

Yön, 3 Şubat 1967.jpg
Yön, 3 Şubat 1967


Nazım için uzun yıllar sürecek kesintisiz hapis hayatı, son umudun da tükenmesiyle birlikte başladı. O, hapse girdiğinde II. Dünya Savaşı henüz başlamamıştı.

Savaş bitmiş dünya yeni bir düzene doğru yol almıştı. Sadece dünya değil Türkiye ve herkes için de bir şeyler değişiyordu. Nazım için ise dokuz yıl geçmesine rağmen, saatler adeta durmuştu. 

Karlı bir gecede sofrasından kaldırılarak başlayan hapishane macerasını, 20 Ocak 1946 tarihinde şu sözleriyle yazıya döktü:

Dizboyu karlı bir gece, sofradan kaldırılıp, polis otomobiline bindirilip, bir trenle gönderilerek, bir odaya kapatılmakla başladı maceram. Dokuzuncu yılı biteli üç gün oluyor…


İktidar 1946'daki ikinci olağanüstü ve 1947'deki olağan kongrelerinde demokratikleşme yönünde önemli adımlar atmıştı.

Türkiye'de iktidar-muhalefet kavramları birlikte yaşamaya başlamış, "demokrasi" sözcüğü, bu isimle kurulan muhalefet partisinin de büyük katkısıyla, gerçek anlamıyla daha fazla dillendirilir olmuştu. 

Nazım Hikmet için yeni bir gelişme yoktu. Uzun süren esaretle birlikte beklentilerin gerçekleşmemesi, Nazım'ın umudunu zaman zaman kırmış o bu zamanlarda en iyi yaptığı şeyi yaparak kalemine sığınmıştı. 

Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene. Bir haftada yaza yaza tükeniverdi. Ona sorarsanız: Bütün bir hayat. Bana sorarsanız: Adam sen de bir iki hafta… 

Nazım Hikmet, "Ben İçeri Düştüğümden Beri"

 

Nazım Hikmet, demir parmaklıklar arasında "Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın…" diye başladığı "Yaşamaya Dair" şiirleriyle, yaşam hakkının kutsallığını anlatmış, iç dünyasında kopan fırtınalara rağmen, nasıl ve nerede olursa olsun, yaşama inancını ve umudunu canlı tutmaya çalışmıştı. 

Fakat esaretinin 12'nci yılında beklediği afla da özgürlüğüne kavuşamamıştı. Nazım, "Bir Nehre Atılan Canlı Cenaze" adlı şiirinde tükenmişliğini şöyle dile getirmişti:

…Üç aydan beri canlı cenaze halindeyim.
Cenaze olan ben, serilmiş yatıyordu.
Canlı olan ben, onu ibretle seyrediyordu.
Başka bir şey gelmiyordu elinden…


Nâzım Hikmet'in hapishaneden çıkarılması için özellikle 1949-1950 yıllarında yurt içinde ve dışında yoğun çaba gösterilmişti.

Bu kampanyaya yerli ve yabancı aydınlar, yazarlar, demokrat örgütler, politikacılar, yabancı yazar birlikleri katılmışlardı.

Yurt dışında, Şair Nazım'ı kurtarmak için birçok komite kurulmuş, protestolar düzenlenmiş, hakkında yayınlar yapılmıştı.

ABD, İngiltere, Fransa, İsviçre, Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Bulgaristan, Yugoslavya, Hindistan, Irak, Macaristan, Lübnan, Mısır ve Suriye'de protesto gösterileri düzenlenmişti.

Simone de Beauvoir, Jacques Prévert, Raymond Queneau, Albert Camus, Oskar Daviço, Jеаn Paul Sartre gibi tanınmış birçok aydın ve yazar da bu protestolara katılmıştı. 

Bu kampanyalar 1950'de Türkiye'de zirveye ulaşmış ancak adaletin yerini bulacağından ve tekrar affedilmekten umudunu yitiren Nazım, sağlığının elverişsizliğine rağmen 18 gün süren açlık grevine başlamıştı. 


Nâzım'ın açlık grevi dünyada büyük yankılar uyandırmış, 15 Mayıs 1950 tarihinde Türk hükümetine 22 ülkeden protesto telgrafları çekilmiş, birçok gazetede açlık grevi hakkında yazılar yayınlanmış, ünlü şairler şiirler kaleme almış, Türkiye'deki elçiliklerin önlerinde gösteriler yapılmıştır.

Nazım'a destek olan kadınlar kapı kapı dolaşarak tanınmış aydınlardan imza toplamış, Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet, Nâzım'a destek için üç günlük açlık grevinde bulunmuşlardı.

Nazım'ın annesi Celile Hanım, iyi görmeyen gözlerine ve yaşlı haline rağmen Haliç Köprüsü'nde elinde baston ve pankartla, oğlunun kurtarılması için imza toplamıştı.

Türk aydınları, yazar ve sanatçıları bu faaliyetlere büyük ilgi göstererek kendi imzalarıyla şairin açlık grevini sonlandırması, parlamentodan yeni af yasası çıkarması isteğinde bulunmuşlardı. 

Nihayet bu çabalar sonuç vermiş ve Nazım Hikmet'in, İstanbul, Çankırı ve Bursa Cezaevlerinde süren yaklaşık 12 yıllık mahkûmiyet hayatı 1950 yılında çıkarılan af kanunuyla son bulmuş ve tahliye edilmişti. 


Özgürlüğüne kavuştuktan sonra özel hayatında çalkantılar devam etmiş eşi Piraye Hanım'dan boşanarak dayısının kızı Münevver Hanımla evlenmişti. 

Nazım Hikmet'in, Gizli Türkiye Komünist Partisi'nin hakkında Türkiye'den ayrılması ve yurt dışında çalışmasına karar vermesi üzerine, Tuzla'da yedek subay olarak görev yapan Refik Erduran tarafından Romanya bandıralı Plekhanov şilebine bindirilerek 17 Haziran 1951 tarihinde Sovyetler Birliği'ne kaçması sağlanmıştı. 

Moskova'ya ulaşmasının ardından 20 Temmuz 1951 ve 27 Aralık 1951 tarihlerinde Moskova Radyosu'nda Türkiye'nin Amerikan müstemlekesi haline getirildiğini savunarak Türk dış politikasını eleştiren konuşmalar yaptı.

Pasaportsuz olarak kaçtığı Moskova'da memleketi aleyhinde beyanatta bulunduğu, radyo yayınlarında Türkiye'nin hükümet şekli ve hükümeti idare edenler aleyhinde geniş propaganda kampanyasına girişerek komünizmi yaymak maksadını güden neşriyatıyla Sovyet hükümetinin verdiği hizmeti ifa etmekte olduğu gerekçesiyle, bu hizmeti terk etmesi hususunda yapılacak tebligatın da bir fayda vermeyeceği kanaatiyle 25 Temmuz 1951 tarihinde bakanlar kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı. 


Türkiye'den kaçışından dört yıl sonra Türk vatandaşlığından atıldığı ve vatansız olduğu gerekçesiyle 28 Eylül 1955 tarihinde Polonya hükümetinden vatandaşlığa kabul edilmesi için başvuruda bulunan Nazım'a, Polonya devlet kurulu tarafından 5 Ekim 1955 tarihinde Borzecki soyadıyla birlikte vatandaşlık verildi.

Polonya vatandaşlığına başvurmasında büyük dedesi Konstanty Borzeçki'nin (Mahmut Celaleddin Paşa) Polonya'da doğup büyümesi etkili olmuştu. Nazım Hikmet, Sovyetlerde Borzecki soyadını kullanmıştır.

1959 yılında son kez Vera Tulyakova ile evlenen Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Mezarı Rusya Federasyonu'ndaki Novodeviç mezarlığındadır.

Son eşi Tulyakova da 19 Mart 2001 tarihinde yaşamını yitirince mezarlıktaki yer darlığı nedeniyle yakılan cesedinin külleri eşinin yanına gömülmüştür. 

Hayatının yaklaşık dörtte birini Türkiye'de hapishanelerde geçiren Nazım Hikmet'e Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulunun 5 Ocak 2009 tarihli kararıyla 58 yıl sonra Türk vatandaşlığı iade edilmiştir. 
 

Yön, 3 Şubat 1967 -.jpg
Yön, 3 Şubat 1967


Nazım Hikmet, Türkiye'de komünizmin sembolü olarak algılanmış olsa da Azerbaycan'da Türkiye'nin ve Türklüğün simgesi olarak görülmüş, piyesleri sahnelenmiş, eserleri Azerbaycan Türkçesi ile yayımlanmıştır.

Yaşamı boyunca Türkçenin ve Türk şiirinin gelişim sürecini izlemiş, Türkçesini geliştirmiş, Türkçenin edebi alanda gelişmesine katkı sağlamıştır.

Hatta milli şair olarak nitelendirilen Mehmet Emin Yurdakul'u "lisanı Türkçe olmayan, lisanının kökünü canlı dilden almayan bir şair Türk şairi, millî şair olabilir mi?" sözleriyle eleştirmiştir.

Türk dilinin zengin ses sisteminden ve ses uyumlarından yararlanarak Türk şiirine serbest nazmı getirmiş, hecede vezni kırarak geleneksel uyak anlayışını değiştirmiş, halk dilini şiire dâhil ederek zenginliğe ulaştırmıştır.

Doğal şiir yeteneği ile Türk şiirine yenilik getirmiş, özgün şiir ifadesi, ritmi, müziği, yeni yapı ve konularla Türk şiirinde yeni bir çığır açmıştır.

Şiirde siyaseti teşhis etmiş, aydın kimliğin sol görüşteki temsilini tanımlamıştır. İşgal İstanbul'unda doğması, Anadolu seyahatinde ve hapishane yaşamındaki anıları, tanık olduğu sosyal eşitsizlikler, adaletsizlikler, siyasi mücadeleleri şiirlerinin temasına yansımış, poetikasına ilham vermiştir.


Nazım Hikmet'in şüphesiz en belirgin sanatsal yönü şairliğidir. Onu şiire babasının yönlendirdiğine ve desteklediğine dair bilgiler vardır.

Akşam gazetesinde "Edebiyatımız Ne Halde?" başlıklı yazılar kaleme alan Hikmet Feridun Bey, bu makalelerine zaman zaman Nazım Hikmet'i de konu edinmiştir.

4 Temmuz 1929 tarihinde yayımlanan makalesinde onun şiire başlama hikâyesini "…Lâkin babası Hikmet Bey bir gün bana ilk şiirlerinden birini getirdi: Eğer bunda bir istidat görüyorsan oğlumu şiire teşvik edeyim… Dedi… Okudum, büyük bir istidat gördüm…" sözleriyle anlatmıştı.


Nazım'ın şiirlerinde halk ve divan edebiyatından, Mevlevilikten, tasavvuftan izler ve öğeler görülmesinin yanı sıra 1929 yılına kadar fütürizmin (gelecekçilik) etkisi vardı.

Yine Hikmet Feridun Bey'in Akşam gazetesinde 27 Nisan 1929 tarihinde yayımlanan bir makalesinde, Nazım'ın şiirleri ile ilgili şu değerlendirmeler yapılmıştı:

Harpten sonraki Nazım Hikmet neslin iyi şairi Le style c'est l'homme lui même yani üslub-u beyan ayniyle insandır kaidesi Nazım Hikmet Bey mevzuubahis olduğu vakitte çok doğrudur. Nazım Hikmet adaleli ve iri yapılı kuvvetli bir gençtir, şiirleri cismanî varlığının ayinesidir ve ilhamındaki kuvvet adalelerindeki kuvvet kadar beliğdir…


Hikmet Ferudun Bey'in bir makalesinde "kimseye benzemeyen genç bir şair" olarak tanımladığı Nazım, toplum tarafından çok sevilmişti.

Eserlerinde müphem ve seyyah bir ruhla, zamanın toplumsal hayatını yakından ilgilendiren fikir cereyanlarına temas ediyordu.

Zamanın ideallerini yansıtan şiirleri, o ideallere gönülden bağlı veya sempati besleyenlerde heyecan yaratıyordu.

Cenap Şahabettin, kendisiyle yapılan bir röportajda yeni şairlerden en çok beğendikleri arasında Nazım Hikmet'i göstermiş ve ondan beklentisini dile getirmişti.

Şahabettin'e göre Nazım, yenilikti geleceğe dair umuttu:

…Ben artık edebiyatta inkılap yapacak bir çağda ve vaziyette değilim. Yenilerden en fazla beğendiklerim arasında Nâzım Hikmet vardır. Ben onun her sahifesinde yeni birçok ide yeni birçok imaj buluyorum.

Nazım Hikmet için 'delidir!' diyorlar, Fakat Hugo için de Şekspir için de daha birçok büyük adamlar için de deli demişlerdi. Hatta Abdülhak Hamit Bey'e de katiyen 'abdal' derlerdi. Ne çıkarsa Nazım'dan çıkacak. Fakat ötekilerin hepsi eskiyi tekrar ediyorlar. Hepsi yaşları az birer eski...

 

Akşam, 17 Haziran 1931.jpg
Akşam, 17 Haziran 1931

 
İlk dönemlerde "Güneşi İçenler" ve "Salkım Söğüt" gibi şiirleri, gelecekte de yaşayacak kadar kıymetli bulunmuş fakat bazı şiirlerinin sanatsal yönü tartışılmıştı.

Nazım'ın şiirlerinde, 1929-1936 yılları arasında konstrüktivizmin (yapısalcılık) etkisi hissedilmiştir.

Şiirlerinde işlediği vatan özlemi, tarih, ulus, savaş acıları, açlık, kahramanlar, işçilerin gücü, merhamet, barış, köy, şehir, hapishane, aşk, sevgi, özlem, ayrılık, gönül kırgınlığı, hayal, umut, iyimserlik, günlük yaşam, tabiat, insan, kadın, çocuk sevgisi, yaşlılık, hastalık, ölüm, ay, iyilik, paylaşma ve ülkü gibi konular, düşünsel, siyasal, kültürel ve duygusal hayatını yansıtmıştır. 

Yayımlandıkları dönemde Nazım Hikmet'in şiirlerine yönelik "sanatsal olmadıkları yönünde" eleştiriler de yapılmıştı.

Bunlar arasında ünlü gazeteci, yazar ve siyaset adamı Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey'in "tulumbacı lisanı" benzetmesi, belki de en dikkat çekici olandır. 
 

Akşam, 8 Haziran 1931.jpg
Akşam, 8 Haziran 1931


Cumhuriyet'in ilk yıllarında toplumun hemen her katmanında kendisini gösteren yeni-eski kavgası edebiyata da yansıyınca Nâzım Hikmet yeni fikirlere ve yeni düşünce akımlarına yol açmak amacıyla "putları kırıyoruz" kampanyası başlatarak geçmişe karşı savaş açmış, böylece Türkiye'de toplumcu, gerçekçi bir sanat anlayışı için önemli ortam yaratmıştır. 

Nazım Hikmet, 61 yıllık yaşamına çok sayıda eser kazandırdığı gibi, Aydınlık, Resimli Ay gibi dergilerin yanı sıra Akşam ve Tan gibi gazetelerde yazılar yayımlamış, Rusçadan Türkçeye çeviriler yapmış, film stüdyolarında çalışmıştır.

Türkiye Hakkında Hikâye adlı piyesi, yabancı dillerdeki tercümeleri ve Paris'te Le Chant Du Monde şirketi tarafından hazırlanan 13 şiirden oluşan LDY.6019 plağının Türkiye'ye sokulması ve dağıtılması Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmışsa da şiirleri elliden fazla dile tercüme edilmiş, çok sayıda ödül almıştır. 

Hakkında çok şey yazıldı ve muhtemelen de daha çok şey yazılacak. Ziya Gökalp'e ve Şevket Süreyya'ya göre o, Türkçeyi güzelleştiren isimdi.

Kazım Nami'ye göre Faruk Nafiz kadar milli bir Türk şairiydi. Halide Edip'e göre "Benerci Kendini Niçin Öldürdü?" başta olmak üzere eserleriyle şaheserler yaratan bir "dâhi" idi. 

Bu örnekleri arttırmamız mümkün. Fakat Oktay Akbal'ın "Bu toprağın nimetlerini, insanlarını, kokusunu vermeğe çalışan ilk şairimiz Nazım Hikmet'tir" tarifi sanırız onu en iyi niteleyenlerdendi.

Nazım, aşkı, yoksulluğu, esareti, özgürlüğü iliklerine kadar yaşamış bir şair olarak, yaşadıklarını gördüklerini sanatıyla canlandırmış ve kitlelere ulaştırmıştı. 


II. Dünya Savaşı yıllarında karartılan sokakları anlatırken "Şehir iki kısım. Eskisi kalenin dibinde. Zifiri karanlık. Orda gaz lambası yakılıyor. Sene 1940. Şehirde gaz yok…" dedi.

Yine bu yıllarda ekonomik olarak büyük buhran yaşayan sınıfların başında gelen memurun durumunu "Kızlı kahvenin önünden iki erkek hayaleti yan yana ağır ağır geçti. Memurdular sanırım. Çok vakurdular ve çok yorgun. Herhalde konuşmuyorlardı…" diyerek gözler önüne serdi. 


Gündelik olayları yazdı. Bazen bir belediye bahçesinde ağlayan bir çocuğun, bazen de yaşayan ölülerin ağzından söylenmesi gerekenleri söyledi:

Dört adet nefer, yaşayan ölülerden. Ellerimiz yok. Başımız yok. Bir öğle sıcağında düştük toprağa yüzükoyun. Ellerimizle örttük başımızı. Ve ağır tanklar geçti üzerlerinden… Bedenimiz yok…


Nazım Hikmet, gerçek bir dava adamıydı. Nurullah Ataç'ın dediği gibi okuyucusunu, hakikati dinlemeye, kabule, kendisiyle duyuş ve görüş birliğine davet etmiş, orijinallik diye ayrılık peşinde koşmamıştı.

O, ileri bir kavganın neferi olarak kendi içine dönüp kalmamış hayata karışmış, geride bıraktıklarıyla da birçok hayata dokunabilmeyi başarmıştı. 

 

 

Kaynakça

Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), 30.10.0.0/5.24.8; BCA, 30.10.0.0/133.864.1; BCA, 30.10.0.0/102.632.10; BCA, 30.10.0.0/210.428.7; BCA, 30.18.1.2/131.27.8; BCA, 30.18.1.2/190.69.6; BCA, 30.18.1.2/126.56.11. 

"Nâzım Vera'sına Kavuştu", Hürriyet, 20 Mart 2001.
Akşam, 10 Mayıs 1929, s.2.
Akşam, 12 Ekim 1935.
Akşam, 17 Haziran 1931.
Akşam, 20 Mart 1933, s.2.
Akşam, 25 Mart 1933, s.2.
Akşam, 27 Nisan 1929, s.2.
Akşam, 28 Ağustos 1935.
Akşam, 4 Temmuz 1929, s.6.
Akşam, 8 Haziran 1931, s.2.
Akşam, 8 Haziran 1931.
Anar, Nazım Hikmet Kerem Gibi "Nazım Hikmet'in Hayatı ve Sanatı Hakkında Düşünceler" Bakı, 2012. 
Atilla İlhan, Sosyalizm Asıl Şimdi, Türkiye İş Bankası yayınları, 3.baskı, İstanbul 1995.
Emin Özarslan, Nâzım Hikmet Hayatı ve Şiiri, (Basılmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003).
Gülce Başer, "Garip: Politik ve Apolitik Arasında", Yeni e, Sayı, 42, (Nisan 2020), s.70-73. 
Hâkimiyet-i Milliye, 12 Mayıs 1931, s.3.
Hâkimiyet-i Milliye, 27 Ağustos 1933, s.2.
Hâkimiyet-i Milliye, 30 Temmuz 1933, s.2.
Hâkimiyet-i Milliye, 8 Mayıs 1931, s.3.
https://www.tustav.org/yayinlar/kutuphane/nazim-hikmet-kutuphanesi/icerik-sesini-kaybeden-sehir.pdf, Erişim: 1.01.2021.
Kemal Sülker, Nâzım Hikmet Dosyası, İstanbul, 1974.
Kemal Sülker, Şair Nâzım Hikmet, İstanbul, 1976.
Komintern Belgelerinde Nâzım Hikmet, Der: Erden Akbulut, İstanbul: TÜSTAV, 2002.
Mariya Leontiç, "Nâzım Hikmet'in Hayatı ve Şiirleri", Bal-Tam Türklük Dergisi, Sayı, 17, (Eylül 2012), s. 263-278.
Nazım Hikmet (Hayatı Edebi şahsiyeti hakkında Hükümler-Şiirlerinden Örnekler), Derleyen: Yalçın Kaya, Osmanbey Matbaası, İstanbul 1950.
Nazım Hikmet Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2008.
Nâzım Hikmet Hakkında Yeni Bir Komintern Belgesi, Hazırlayan: Dr. Mehmet Perinçek, Teori, (Şubat 2016), s. 78-80.
Nazım Hikmet Hayatı-Edebi Şahsiyeti Hakkında Hükümler-Şiirlerinden Örnekler, Derleyen ve hazırlayan: Yalçın Kaya, İstanbul, 1950.
Nazım Hikmet, "Ben İçeri Düştüğümden Beri", Henüz Vakit Varken Gülüm, YKY, 23. Baskı, İstanbul 2015.
Nazım Hikmet, Jokond ile Si-Ya-U.., Akşam Matbaası, İstanbul 1929. https://www.tustav.org/yayinlar/kutuphane/nazim-hikmet-kutuphanesi/icerik-jokond.pdf, Erişim: 1.01.2021.
Nazım Hikmet, Sesini Kaybeden Şehir, Remzi Kitaphanesi, İstanbul 1931.
Nazım Hikmet, Yatar Bursa Kalesinde Şiirler 4, YKY, 18.baskı, İstanbul 2020.
Nazım Hikmet, Yatar Bursa Kalesinde, YKY, 18. Baskı, İstanbul 2020.
Nureddin Vâlâ Vâ-Nu, Bu Dünyadan Nazım Geçti, İstanbul, 1999. 
Öztürk Emiroğlu, "Nazım Hikmet'in Polonya Vatandaşlığı Meselesi", Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi Turkish World Journal of Language and Literature, Sayı/ıssue: 48 (Güz-Autumn 2019), s. 289-298.
Resmî Gazete, Tarih, 10 Ocak 2009, Sayı, 27106. 
Sungur Savran, "Tutsak Bolşevik: Nâzım Hikmet ve Stalinizm", Devrimci Marksizm, Sayı, 20, (İlkbahar 2014), s. 38-89.
Vakit, 10 Mayıs 1931.
Vakit, 11 Mayıs 1931.
Vakit, 12 Haziran 1933.
Vakit, 19 Mart 1933.
Vakit, 29 Nisan 1930.
Vakit, 7 Mart 1933.
Yön dergisi, 3 Şubat 1967.
Zafer Toprak, "Nazım Hikmet'in "Putları Kırıyoruz" Kampanyası ve Yeni Edebiyat", Toplumsal Tarih, Sayı, 261, (Eylül 2015), s. 34-42.


Nazım Hikmet'in eserleri şunlardır:

Kuvâyi Milliye, 1965-1968;

Güneşi İçenlerin Türküsü, 1928;
Memleketimden İnsan Manzaraları I-V, 1965-1967; 835 Satır, 1929;
Jokond ile Si-Ya-U, 1929; Varan 3, 1930; 1+1=Bir, 1930;
Sesini Kaybeden Şehir, 1931;
Gece Gelen Telgraf, 1932;
Benerci Kendini Niçin Öldürdü?, 1932;
Portreler, 1935;
Yatar Bursa Kalesinde, 1993;
Taranta Babu'ya Mektuplar, 1935;
Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı, 1936;
Saat 21.00-22.00 Şiirleri, 1965;
Dört Hapisane'den, 1966;
Rubailer, 1966;
Yeni Şiirler, 1989;
İlk Şiirleri, 1969;
Son Şiirleri, 1989;
Yeşil Elmalar, 2016;
Fatma Ali ve Diğerleri, 2011;
Kadınların İsyanı, 2013;
Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar, 2016;
Sevdalı Bulut, 2019;
Henüz Vakit Varken Gülüm, 2017;
Kafatası, 1932;
Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi, 1932;
Unutulan Adam, 1934-1935;
Ferhad ile Şirin, 1965;
Enayi, 1965;
İnek, 1965;
Sabahat, 1965;
Ocak Başında Yolcu, 1966;
Yusuf ile Menofis, 1967;
Demokles'in Kılıcı, 1974;
Kan Konuşmaz, 1965;
Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, 1967;
Kemal Tahir'e Mahpusaneden Mektuplar, 1968;
Va-nu'lara Mektuplar, 1970;
Nâzım ile Piraye, 1977.


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU