ABD, 2020'nin sayfasının dürülmesinin ardından önümüzdeki iki haftayı gözlüyor. Geride bıraktığımız on iki ayın hatıraları ve gerçekleri bizimle olan birlikteliğini sürdürüyor. Bunlarla yaşamanın bir yolunu bulmalıyız.
Muhtemelen gözlemci, ABD'deki bu gerçeklere iki büyük küresel rakibi Çin ve Rusya'dan daha aşinadır.
Bunun sebebi iki eski komünist devde bir kültür haline gelen kapalılık ve gizliliğe karşılık ABD'nin şeffaflığıdır. Kovid-19 salgınının damgasını vurduğu bu uzun seçim yılı normal bir yıl değildi.
ABD'deki son başkanlık seçimlerinin sonuçlarıyla ilgili koparılan yaygara ve karmaşa, Amerikan ulusal mutabakatındaki çatlağın endişe verici işaretidir.
Amerikan demokrasisi gibi batıdaki eski demokrasiler, parti bağlılıklarını ve kişisel rekabetleri aşan; anayasaya ve yargının bağımsızlığı gibi kavramlara saygıya dayanan ortak kültürel bir mirasa sahiptir.
Geçen Kasım ayından bu yana yaşananlar, tehlikeli bir çatlağın varlığını ve kültürel paydalarda bir sarsıntının meydana geldiğini teyit etti.
Ayrıca Amerikan demokrasisi kurumlarının çok başlı bir saldırı karşısında zor bir sınavla karşı karşıya olduğunu gösterdi.
Bunun arkasında siyasi popülizm, şahsa mutlak sadakat, etnik ve dini fanatizm, söylentiler yaymak için çıkarcı grupları ve iletişim araçlarını kullanmak, komplo teorileriyle insanların beyinlerini yıkamak ve -üst düzey Amerikalı siyasilerin itirafıyla- yabancı güçlerin kamuoyunu etkileme ve sonuçları manipüle etme noktasına kadar ülkenin ulusal güvenliğe nüfuz etmedeki başarısı vardır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Başkan Donald Trump döneminin başından itibaren 'ulusal güvenliğe nüfuz etme meselesi' gündemde oldu.
Demokrat Parti liderleri, Rusya'yı Demokratların adayı Hillary Clinton karşısında Trump'ın lehine sürece 'müdahale' etmekle suçladı.
Özel Yetkili Savcı Robert Mueller, suçlama kampanyasından sonra iddia edilen Rus müdahalesini soruşturmak üzere komiteye başkanlık etti.
Mueller'in soruşturmaları gri bir tonla neticelendi. Soruşturma sonucu, Rusları ya da Trump'ı kınamayan, her tarafa çekilebilecek teknik terimlerle ifade edildi.
Fakat sonuçlar her iki tarafı da temize çıkarmadı ve her fırsatta kullanıldı. Her halükârda, demokratik uygulamanın kurumlara ve güçler ayrılığına dayalı olarak yürütüldüğü tüm 'kırmızı çizgiler' kayboldu ve art niyetin kendini gösterdiği bir atmosfer hâkim oldu.
ABD'nin dünyanın sıcak noktalarındaki varlığı bu atmosferden doğrudan etkilendi.
Demokratik Başkan Barack Obama'nın politikalarına 'ütopyacılık' damgasını vurmuştu. Ortadoğu, bu dönemdeki hayal kırıklıklarının en büyüğüydü.
Çünkü Washington, İran'la nükleer anlaşma yapmayı kolaylaştırmak adına Rusların ve İranlıların Suriye üzerindeki hakimiyetini kutsadı.
Obama döneminde yaşananlar, Trump tarafından 2016 seçim kampanyasında kullanıldı. Trump, 'Amerika'nın büyüklüğünü geri getirmek' sloganıyla milliyetçi duyguları okşadı ve zaferi garantiledi.
Ancak son dört yıl içerisinde uluslararası alanda kararsız politikalar uyguladı.
Washington, üst düzey askeri komutanların tavsiyesine rağmen kuvvetlerini sıcak noktalardan çekmeyi tercih etti. Bu şekilde Rusya'ya önemli nüfuz alanlarını bırakmış oldu.
Tahran'ın, Maşrık* ve Yemen'deki genişleyen nüfuzunu kırmak için entegre bir strateji oluşturamadı. Burada önemli olan bir diğer husus ise Trump yönetiminin odak noktasının 'Çin tehdidi' olmasıdır.
Bu sebeple Rusya'nın Doğu Akdeniz, Kafkaslar, Güneydoğu Avrupa'da artan rolüne, Rus-Türk yakınlaşmasına ve bunun siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından sonuçlarına yeterince dikkat edemedi.
Fakat Çin'in ABD için en büyük tehdit olduğu da bir gerçek. Çünkü rakamlar yalan söylemez.
Çin'in yurtiçi ve yurtdışındaki projeleri ve yatırım planları hayranlık uyandıracak düzeydedir. Asya ve Hint Okyanusu'ndan Avrupa ve Afrika'ya Çin ticaretinin ve nüfuzunun önünü açan dev "Bir Kuşak, Bir Yol" projesi bunun bir örneğidir.
Çin'in, ABD ve Avrupa da dahil olmak üzere bir dizi dünya limanında ekonomik çıkarları vardır. Çin'in Gwadar (Pakistan), Pire (Yunanistan) ve Hambantota'da (Sri Lanka) sahip olduğu, inşa ettiği ve işlettiği üç büyük liman bulunmaktadır.
Çin Sivil Havacılık İdaresi, 2035'e kadar en az 216 yeni havalimanı inşa etmeyi planlıyor ve halihazırda 234 olan havalimanı sayısını 2035 yılı itibarıyla 450'e çıkarmayı amaçlıyor.
Çin, 2019'da 25 milyon otomobil ile küresel otomobil üretimi listesinde birinci oldu. ABD, 10 milyon otomobil ile ikinci, Japonya, 9 milyon otomobil ile üçüncü sırada yer aldı.
2017'de yayımlanan istatistikler, Çin'in Amerikan üniversitelerindeki mühendis sayısının her yıl iki katından fazla mezun verdiğini gösteriyor.
Dünya Fikrî Mülkiyet Örgütü'nün rakamlarına göre ABD, 1990 yılından bu yana yıllık ortalama10 bin kadar keşif veya buluşa imza attı.
Çin'in 2000'deki patent başvurusu 782 iken bu sayı 2017'de 48 bin 899'a yükseldi ve böylece Japonya'yı ilk kez geride bıraktı.
Son olarak Amerikan ve Atlantik çevreleri, Çin ve Rusya'nın siber başarılarından ve bunun gelecekte askeri alandaki sonuçları ile ilgili olarak endişe içindeler.
Bütün bunlar Çin'in gerçek bir tehdit olduğunu göstermektedir. Peki, ABD'nin bununla yüzleşme ya da en azından birlikte yaşama adına hazırlığı var mı?
Bu soruya bir an önce cevap verilmesi gerekmektedir. Ancak Washington'un şu anda içerisinde bulunduğu atmosfer ve anlamsız siyasi manevraları göz önüne alındığında bu soruya verilecek sadra şifa bir cevap yoktur.
*Maşrık: Suriye, Irak, Filistin ve Ürdün'ü içine alan bölge.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish