Beyaz birisi hakkında konuşurken ona 'Beyaz insan' demiyor, sadece 'insan' diyorsunuz. Peki neden siyah bir insan hakkında konuşurken 'Siyah insan' diyorsunuz ki?
Bu sözler UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Medipol Başakşehir'in Paris Saint-Germain'e konuk olduğu maçın 18. dakikasında karşılaşmanın dördüncü hakeminin, Pierre Webo'ya ırkçı saldırıda bulunmasının ardından Demba Ba tarafından söylendi.
Futbolun 'birleştirici unsur' olduğu mottosuyla hareket edilen ancak bunu her fırsatta ırkçılığa kurban veren yeşil sahalar, dün akşam Başakşehirli oyuncuların ırkçı saldırı sonrası tüm baskılara rağmen sahaya çıkmayarak dik duruş göstermesiyle bir ilke sahne oldu.
4. hakemin Pierre Webo'ya yönelik ırkçı söylemlerinin görüntüleri pic.twitter.com/cQADtZKsCQ
— beIN SPORTS Türkiye (@beINSPORTS_TR) December 8, 2020
Paris Saint-Germainli oyuncularında bu karara arka çıkmasının ardından UEFA, karşılaşmanın bugün saat 20:55'te oynanmasına karar verdi.
Avrupa ve dünyanın birçok yerinde spor alanlarında sıkça karşılaşılan ırkçı saldırılar, son yıllarda etkisini sürdürmeye devam ediyor.
Özellikle ABD'de siyahi George Floyd'un bir polis tarafından boynuna basılarak nefessiz bırakılması sonucu hayatını kaybettiği görüntülerin yayınlanmasının ardından dünyanın birçok ülkesinde ırkçılık karşıtı gösteriler düzenlenmişti.
Başta Amerikan Basketbol Ligi'nde (NBA) Los Angeles Lakers forması giyen LeBron James'in desteğine diğer birçok ünlü sporcu da katılmış ve daha önce ırkçılıktan muzdarip olan Colin Kaepernick'in diz çökme hareketi, "Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Değerlidir)" protestolarına da ilham kaynağı olmuştu.
Unity is strength. #BlackLivesMatter pic.twitter.com/sSu2sarAXa
— Liverpool FC (@LFC) June 1, 2020
ABD'de ve Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de birçok spor kulübünün destek verdiği Black Lives Matter hareketiyle sportif alanlardaki ırkçılık ciddi ölçüde azalmışken, dün akşam Paris'te yaşananlar, ırkçı kabusun ne ilk ne de son olacağını gösterdi.
Spor yorumcusu ve yazar Rıdvan Akar ile spor hukukçusu uzman avukat Mert Yaşar, yeşil sahaların kanayan yarası 'ırkçılıkla mücadele' konusunda Independent Türkçe'ye değerlendirmelerde bulundu.
Akar: Ekilen rüzgar, fırtına olarak biçiliyor
Genel olarak dünyada ve Türkiye'de tribünlerin milliyetçi olduğunu ve bu görüşün devlet politikası olarak uygulandığını dile getiren Akar, "Özellikle içerisinde bulunduğumuz konjonktürde milliyetçilik ve şovenizm daha yaygın bir politika olarak kendisini hakim bir görüş olarak ortaya koyuyor" değerlendirmesinde bulundu.
Geçmişte tribünlerin farklı siyasal oluşumlar içinde olduklarını ve hatta sol olarak bilinen tribünlerin bile zaman içerisinde bu milliyetçi dalganın etkisinde kaldıklarını belirten Akar, şu ifadeleri kullandı:
İdeolojinin kendisi ayrıştırıcı olduğu için bu doğrultuda da tribünlerde ırkçı eğilimler belirdi. Geçmişte belli kulüpler ya da isimlerle özdeşleştirilen ırkçı ve ayrımcı tavır, yıllar içerisinde hem tribünlere hem de genel bir eğilime yansıdı. Hatırlayın 1998'de Fransa Milli Takımı dünya şampiyonu olduğunda Le Pen gazetesi, 'Bu futbolcular, milli marş okumadı, okumasını bilmiyorlar" gibi bir manşetle çıkmıştı. Dolayısıyla bu durum, belli bir birikimin bugüne yansıyan tasviri niteliğinde. Ekilen rüzgar, fırtına olarak biçiliyor. Bu tür şampiyonalarda önce sponsor firmanın ismi yazar, sonrasında "Irkçılığa karşıyız" sloganıyla adeta sosyal sorumluluk projesi gibi ortaya konulur. Dolayısıyla ortaya çıkan durum tribünleri bilen ve hasbelkader maç izlemeye gayret gösteren beni şaşırtmıyor.
ABD'de siyahi vatandaş George Floyd'un bir polis tarafından öldürülmesi sonrası sporcuların ve kulüplerin ırkçılıkla mücadelede etkin rol oynadıkları ve bu sayede ırkçılığın önüne geçilmek için mücadele sergilenmesini olumlu değerlendiren Akar, "Sporcuların veya kulüplerin çabalarıyla ırkçı saldırıların önüne geçilebilir mi" sorusuna şu yanıtı verdi:
Tabii ki geçilebilir ama bu zaman ve eğitim işi. Örnek olması için söylüyorum. Bugün Türkiye'de modern statlarla övünülüyor. Bu statların alameti farikası sadece yeni yapılmış olmaları değil, içinde gerekli iç güvenlik donanımlarının da var olması. Nedir bu güvenlik donanımları? Yüzlerce kamera ile 6222 sayılı spor yasası ile ilgili maddeye karşı hareket edenlerin tespit edilerek tribünlerden uzaklaştırılmasını vadediyor. Ancak bu kameralar kullanılmıyor. Eğer bir siyah ten renkli oyuncuya taraftar muz atıyor ya da muz uzatmaya gayret ediyorsa o kişinin fotoğrafı bugün hala sosyal medyada ve basında görülebiliyor. Ama o kişi aynı zamanda hala maç seyredebiliyor. Dolayısıyla kağıt üzerinde kalmış, sadece söylemden ibaret olan bir ırkçılıkla mücadele içerisinde gelişiyor.
"Samimiyetsizlik, ırkçılıkla mücadelede olanaklı değil"
Dün akşam Pierre Webo'ya yapılan ırkçı saldırı sonrası sosyal medyada paylaşılan iletileri de eleştiren Akar, şunları kaydetti:
Bugün bazı kulüp taraftarları var ki ülkede en önemli alameti farikaları 'ırkçı yaklaşımları!' Ama onlar da dün akşam UEFA'nın İngilizce paylaştığı 'No to racism (Irkçılığa hayır)' sözünü paylaştılar. Bu samimiyetsizlik, kulüplerin '-miş gibi' yapmaları karşısında ırkçılıkla mücadele çok da olanaklı değil. Ama eldeki enstrümanlar etkin bir biçimde kullanılır ve tıpkı 1980'lerden sonra İngiltere'de holiganizm sergileyen insanların tribünlerden uzaklaştırıldığı gibi bu insanlar da uzaklaştırılırsa Türkiye'de de bunu yapmak mümkün. Ama bu konuda samimiyet ve kararlılık gerekiyor.
"Zokora'ya yapılan ile Webo'ya yapılanın arasındaki farkı sorgulamaz mısın?"
Türkiye'de medyanın bu konuda yetersiz olduğunu düşünen Akar, yazılı, görsel ve sosyal medyayı şu sözlerle eleştirdi:
Medya bir anda bir takımı ya da bir oyuncuyu ötekileştirebiliyor ve bunu kolaylıkla yapıyor. Zokora ile Emre Belözoğlu arasında yaşanan hadiseyi hatırlayın. Emre Belözoğlu'na eğer Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ırkçı yaklaşımı nedeniyle 8 ile 12 maçlık cezayı uygulamış olsaydı, medya da bunu onaylamış olsaydı sahalarda ırkçılığı daha az görebilirdik. Ama ne oldu. Zırva tevil edilmeye çalışıldı. Emre Belözoğlu sonuç itibariyle kurtarıldı, sonunda da futbolcular adaleti sahada aramak durumunda kaldı ve bir sonraki maçta Emre Belözoğlu onlarca faule maruz kaldı. Ne Emre Belözoğlu sakatlanma riskiyle karşı karşıya kalmalıydı ne de TFF dün söylediği 'No to racism' konusundaki samimiyetini geçmişteki davranışlarıyla sorgulatmamalıydı. Söylemeye çalıştığım şey, medyanın bir spor sayfası belli bir kulübü destekliyorsa o zaman bir kişinin ırkçı davranışını 'O öyle yapmadı, öyle şeyler yapmaz' şeklinde geçiştirerek o kulüp adına o futbolcuyu kurtarmış oluyor. O zaman şimdi Zokora'ya yapılan ile Webo'ya yapılanın arasındaki farkı sorgulamaz mısınız? Sorgularsınız.
"Irkçılıkla mücadelede en önemli etken 'kararlılık ve ortak duruş"
Irkçılıkla mücadele etmede en önemli etkenin "kararlılık ve ortak duruş meselesi" olduğunu belirten Akar, "Bunlar gerçekleşmediği sürece, ırkçı söylemde bulunan tribünler boşaltılmadığı, ırkçı paylaşımda bulunan kulüpler ceza almadığı, ırkçı davranış sergileyenler medyada karşılık bulmadığı zaman ırkçılıkla mücadele edilebilir" dedi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
UEFA ve FIFA gibi kuruluşların ırkçılık karşısında kanunlar, tüzükler ve yönetmeliklerle mücadele ettiğini dile getiren Akar, "Hepsi insan tarafından yazılan ve uygulaması da insan eliyle gerçekleştirilecek enstrümanlar. Bunları uygulayacak olan insanların, kanaat önderlerinin, medya temsilcilerinin, yetkililerin ve üzerine vazife düşenlerin gereğini yapması gerekiyor" şeklinde görüş belirtti.
"Futbol aslında bir etikler manzumesi değil, bir endüstri" diyen Akar, bu endüstriden para kazananlar ve geçimini sağlayanların var olduğunu belirterek, şu öneriyi yaptı:
Futbolun endüstrileşmeden önceki döneminde futbolun önceliği ahlaki ve etik duruş üzerinden tanımlanıyordu, şimdi böyle bir tanım yok. Mevcuttaki düzende, 'Tribünlere seyirci gelsin, ırkçı da olsa forma alsın, reklam verenler bu olaydan etkilenmesin' şeklinde kaygılar ve algılar söz konusu. Önceliğin 'etik' olmadığı böyle bir ortamda etkin mücadele yapılacağını düşünmüyorum. Bu konuda bir model alınmak isteniyorsa 1985'teki ünlü katliam sonrasında İngiltere'de tribünler ve kulüpler nezdinde alınan önlemler ilham verici bir örnek olabilir. Yaptırımları son derece sertti. Bugün İngiltere'de sözünü ettiğimiz tribün şiddeti ya da ırkçılığa çok çok daha az rastlandığını hepimiz biliyoruz. Hakikaten orada çok sayıda insanın ölmesinden kaynaklanan bir ibret vardı. O ibret nedeniyle alınan kararlar ciddi bir iradeyle uygulandı. İlle de insanların ölmesi mi gerekiyor diyelim ve umut edelim ki ellerinde yetki olan insanlar, ırkçılıkla gerektiği gibi mücadele ederler.
Yaşar: Irkçılıkla mücadele sadece soyut, genel düzenlemelerle sınırlı kalmamalı
Spor hukukçusu uzman avukat Mert Yaşar, ırkçılıkla mücadele konusunda UEFA, FIFA ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin (IOC) kağıt üzerinde mücadele ettiğini belirtti:
Her bir kurumun, talimatlarında ırkçılığın cezalandırılacağının öngörüldüğünü hatırlatan Yaşar, "Hatta olimpiyatlar, avrupa şampiyonası ve dünya kupasının ev sahiplerinin belirlenmesinde temel alınan kriterler arasında 'insan hakları' yer alıyor. Ancak bu çalışmalar yeterli değil. Irkçılıkla mücadele sadece soyut, genel düzenlemelerle sınırlı kalmamalı! Bu düzenlemeler hayata geçirilmeli!" ifadelerini kullandı.
"Öncelikle yöneticiler kuralları uygulamalı" diyen Yaşar, ırkçılıkla mücadele için sporun paydaşlarına eğitimler verilmesi önerisinde bulunarak, şu görüşü paylaştı:
Farkındalık yaratılmalı. Disiplin ihlalinde bulunanlar ise cezalandırılmalı! FIFA ve UEFA ırkçılık konusunda beklenen cezaları pek vermiyor. FIFA, şike ile mücadele ve insan hakları konusunda çok geniş davranıyor. 'Mevzuatı ister uygular, ister uygulamam' diyor. Trabzonspor’un şike başvurusunda bunu yakından gördük. Oysa kağıt üzerinde FIFA şike ile de mücadele ediyor. Uluslararası kurumlarla işbirliği yapıyor. Kurallar uygulanmadıktan sonra her türlü çalışma sadece halkla ilişkiler faaliyetinden öte anlam taşımıyor.
"Katar, Rusya gibi ırkçılığın had safhada olduğu devletlere büyük organizasyonları veriyorlar"
FIFA ve IOC’nin insan hakları sicilinin çok kötü olduğunu dile getiren Yaşar, "Katar, Rusya gibi ırkçılığın ve diğer ayrımcılıkların had safhada olduğu devletlere büyük organizasyonların ev sahipliklerini veriyorlar. Formula 1 de benzer durumda. Zengin ama insan hakları sorunu yaşanan ülkeler organizasyonları alıyor. Bu kurumlar için maddi menfaat daha önemli. İnsan hakları, ırkçılıkla mücadele sadece maddi menfaatler için tehdit doğarsa dikkate alınıyor" şeklinde konuştu.
Yaşar, "Yasalar, kişilerin bu eylemleri gerçekleştirmemeleri için gerekli caydırıcılığa sahip değil mi" soruma şu yanıtı verdi:
Yasalar tek başına yeterli değil. Irkçılıkla mücadele bir kültürdür. Önce topluma hangi davranışların ırkçı olduğunun öğretilmesi gerekiyor. Türkiye’de birçok ırkçı davranış içselleştiriliyor. Doğal addediliyor. “Ne var ki bunda?” deniyor. Kişiler ırkçı olduklarının farkında değiller. Bu davranışlar cezalandırıldığı zaman ise kişiler pişman olmuyor; aksine, daha şiddetli davranışlar sergileyebiliyorlar. Cezalar öngörmenin yanında farkındalık yaratmaya da özen gösterilmeli! Bakanlıklar, spor federasyonları ve STKlar birlikte hareket etmeli.
Irkçılıkla mücadele etmek için sadece yasaların yeterli olmayacağını savunan Yaşar, Türkiye'deki yaptırımların da yetersiz olduğu görüşünde.
Türk Ceza Kanunu’nda halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor ifadelerini kullanan Yaşar, "Irkçılığın cezası en fazla bir yıl hapis cezası. Hüküm de erteleniyor. Oysa cezanın daha ağır olması gerekir. Cezanın ağır olması tek başına yeterli değil. Otoritenin bu kuralları uygulaması, cezaları vermesi gerekir" değerlendirmesinde bulundu.
"Türk sporunda ırkçı davranışta bulunan sporcular korunuyor"
"Türk sporunda ırkçı davranışta bulunan sporcular korunuyor" sözlerini kullanan Yaşar, Fenerbahçe'de forma giydiği dönemde Trabzonsporlu Zokora ile tartışan Emre Belözoğlu ve milli güreşçi Rıza Kayaalp örneklerinden bahsederek, şunları kaydetti:
Türkiye’de ırkçı davranışı sebebiyle yargılanan tek sporcu olan Emre Belözoğlu uzun süre milli takımda görev aldı. TFF, Belözoğlu’na ırkçılık sebebiyle ceza veremedi. Belözoğlu, bu olayın ardından uzun süre Başakşehir’de forma giydi. Belözoğlu bugün Fenerbahçe’nin sportif direktörü. Gezi döneminde 'Yazıklar olsun size Ermenilere bıraktınız meydanı Allah belanızı versin eylemci çapulcuları' diyen Rıza Kayaalp, olayın üzerinden iki ay geçmeden Akdeniz Oyunları’nda Türk bayrağını taşıdı; ardından spor müşavirliğine atandı. Bu sporcular korunduğu müddetçe, spor kamuoyunda 'cezasızlık' algısı oluşuyor. Cezalar az veya çok olsun, bu cezaların verilmeyeceğinden emin olan yönetici, sporcu ve antrenörler rahatça ırkçılık yapabiliyorlar.
Uluslararası federasyonların, STK'lar ile ortak projeler ürettiklerini ve ırkçılıkla mücadele ettiklerini iddia ettiklerini düşünen Yaşar, sözlerini şöyle noktaladı:
Bu federasyonlar ulusal federasyonları da bu mücadeleyi vermeye zorluyor. Ancak Türk spor federasyonlarının ırkçılıkla mücadele gibi dertleri yok. Bu federasyonlar Türkiye’de ırkçılık olmadığını iddia ediyor. İnkar, mücadeleyi başlamadan bitiriyor. Dün olanlara bakalım. UEFA yönetim kurulu ve TFF yürütme kurulu üyesi Servet Yardımcı, 'Türk halkı olarak ırkçılık konusunda çok duyarlıyız. Bizim ülkemizde dil, din, ırk ayrımı yapılamaz. Ülke olarak çok hassasız bu konuda' dedi. Bu sözü söyleyen bir spor yöneticisinin yönettiği federasyonun ırkçılıkla mücadele edeceğini söyleyebilir miyiz?
© The Independentturkish