Günlük hayatımızda "Aydınlanma" sözünü çok kullanırız. Bir konuda bilmediklerimizi, merak ettiklerimizi öğrendiğimizde "aydınlandım" deriz.
Aydınlanma felsefesinin çok daha kapsamlı bir anlamı vardır. Aydınlanma başkaları tarafından vaz edilmiş şeyleri ezberleyip tekrarlamaktan kurtularak gerçeğe ulaşmak için aklın yolunu seçmek, gözlem ve deneylerle doğruya ulaşmaktır.
Kuşkusuz tarih içinde öncüleri olmakla birlikte, aydınlanma, Avrupa'da feodalizmin yerini kapitalizmin almaya başladığı ve buna bağlı olarak Rönesans ve reform hareketlerinin başladığı bir çağda yaygınlık kazandı.
Ünlü bir örnektir: Atın kaç dişi olduğunu İncil'e bakarak karar verme yerine "Hele bir atın ağzını açarak bakalım" demek aydınlanma çerçevesinde ele alınabilir.
Aydınlanma sayesindedir ki, dünyanın güneşin bir uydusu olduğu, onun çevresinde döndüğü, dünyanın bilinmeyen başka bölgelerinin de olduğu, insanın ve bütün canlıların evrim geçirdiği öğrenilmiş, muazzam bir icat ve keşifler dönemi başlamıştır.
Buna bağlı olarak da eskiden beri süregelen tabular tepe takla olmuştur.
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür
Aydınlanmanın, Dünyanın öteki bölgeleri gibi Osmanlılara ulaşmasını önlemek de imkansız idi. Nitekim Batılılaşmaya başladığımız Tanzimat sonrasında Türkiye'de de akıl ve bilimin üstünlüğünü kabul eden görüşler yaygınlaşmaya başladı.
Tevfik Fikret'in "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür" bir şair olduğunu belirtmesi, burjuvazinin feodalizmin dinsel tapularına karşı serbest bir alan açma isteğini yansıtıyor.
Bu sözü Cumhuriyet'in kurucuları da aynı niyetle tekrarlamışlardır. Fikirler, irfan ve vicdan feodal değerlere karşı hür olacaktır. Ancak uygulama göstermiştir ki, bu hürriyet burjuva çıkarlarının izin verdiği çerçevenin dışına çıkamayacaktır.
Batı'dan gelen aydınlanma akımı, İslam dininin güncellenmesi ve çağa uyumlu hale getirilmesi düşüncesini de doğurdu.
Cemalettin Efgani ve Mısırlı Muhammed Abduh'un etkisindeki Mehmet Akif'in "Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı" sözü İslam'ı çağdaşlaştırma çabasıdır.
Aydınlanmanın siyasi yönü
Felsefi olarak doğru ile yanlışı ayırmak ve gerçeğe ulaşmak için aklı kullanmak anlamına alınan aydınlanmanın siyasi bir yönü olduğu da apaçıktır.
'İktidarın başı ne söylerse doğrudur' anlayışında olan birinin aklını kullandığını söyleyemeyiz. Onun aklı yok değildir. Günlük hayatında karşılaştığı sorunları çözmek için aklını kullanma ihtiyacı doğar.
Fakat siyasi tercihe gelince bu akıl liderin aklına teslim edilmiştir. Başka herhangi bir siyasi partinin, şeyhin, tarikat liderinin görüşlerini de gözü kapalı doğru kabul eden bir anlayış da aydınlanmadan nasibini almış sayılmaz.
Siyasi aklın ipotek altında olduğu toplumlarda, özgür akıl baskı altındadır. Kendi aklını kullanan insanlar çeşitli yaptırımlar karşılaşmışlardır.
Türkiye bir aydınlanma devrimi yaşadı mı?
Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte, özellikle Cumhuriyet'in üst yapı reformlarıyla bir aydınlanma dönemine girildiği birçok aydın tarafından dile getiriliyor.
Bu görüşe göre, Cumhuriyet devrimleri yarım kaldığı ve birçok noktada ondan ödün verildiği için bu aydınlanma yarım kalmıştır.
Böyle bir aydınlanma anlayışı gerçeğin açıklamaktan uzaktır. Cumhuriyet döneminde devlet tarafından baskı altına alınmaya çalışılan, toplum kültüründen silinmek istenen Osmanlı döneminden kalan inanç sistemleridir.
Onun yerine koyduğu şey ise Şef'in her şeyin doğrusunu söylediğidir. Onu eleştirmek mümkün değildir.
Kişiye tapmak anlamına gelebilecek bu anlayış adeta gelenekçi bir dinden, laik bir dine geçişin ifadesidir. Öyle bir rejim altında muhalefete, değişik görüş ve önerilere yer yoktur.
Günümüzde bile dinin, bilim açısından irdelenmesi, Turan Dursun örneğinde de görüldüğü gibi nasıl ölümü göze almak anlamına geliyorsa, seküler dünyevi "din"i eleştirmek de bu dinin mensupları tarafından vatan hainliğine varacak kadar suçlamalara neden olabiliyor.
Birinciler, daha çok yoksul ve bilgisiz halk ve onları politik olarak kullananlar topluluğu iken, ikinciler okumuş yazmış ve belli bir statü kazanmış kentlilerden oluşuyor.
Kuşkusuz bunun nedeni ekonomik kaynaklar hâkim olma çabasından kaynaklanan bir sınıf mücadelesidir.
Böylece, gerek insanlık tarihini, gerek yakın çağ Türk tarihinin uygulamalarını eleştirmek tehlikelidir. Öyle bir siyasi ortamda sosyal bilimlerin gelişmesine olanak yoktur.
Televizyonlardaki tartışmalara bakalım
Televizyonlarda gördüğümüz iki türlü tartışma programı var:
Bazı programlarda bir konunun uzmanları kendi alanlarındaki gelişmeleri ve gerçekleri ele alıp tartışıyorlar ve dinleyicide yeni ufukların açılmasına neden oluyorlar.
İkinci tür tartışmalara ise hemen her gün birden çok televizyon kanalında tanık oluyoruz. Tartışan taraflardan biri canhıraş bir gayretle iktidar partisini savunuyor, diğeri muhalefetin her konuda haklı olduğunu savunmaya özen gösteriyor.
Her iki tarafın sözlerinde gerçeklik arayan ve gerçeğin nerede olduğunu anlatan tartışmacı kalmamış gibidir.
Bu durum iradelerini liderlerine teslim etmiş aydınların siyaseti nasıl bir kısır noktaya taşıdığını gösteriyor.
Olguları elekten geçirmeyen, iyi ve kötünün, doğru ile yanlışın neler olduğunu, bir lidere bağlı olmaksızın kendi aklıyla bulmayı göze alamayan insan aydınlanma felsefesini özümsemiş sayılabilir mi?
Herhangi bir konuda gerçeğin ne olduğunu öğrenmek için "Kara kaplı kitaba" bakmayı isteyenlerle, Kurtuluş Savaşı'nı öğrenmek için Nutuk'tan başka kaynak kabul etmeyenler, birbirlerinin zıtları gibi görünüyorlarsa da yöntem olarak akıl ve bilimi değil, körü körüne tabi olmayı seçmiş kardeşlerdir.
Birinin sırtında cübbe ve bir karış sakalla gezmesi, diğerinin redingot giyip kravat takması, arasında şekil farkı vardır.
Sosyalizme gelince
Türkiye'de şimdi feodal kalıntıların silahşorları ile burjuvazinin sözcüleri kıyasıya yarışıyor. Orada sosyalistlere yer yoktur.
Sosyalizm düşüncesine gelince: Dünyada hatırı sayılır sosyalistler, önlerindeki felsefi ve ekonomik ezberleri yıkarak başarıya ulaşmışlardır.
Bu aynı zamanda Aydınlanmanın kapitalizmin sonsuza kadar hüküm süreceğini savunan burjuvazinin elinden emekçi sınıfların eline geçmesi demektir.
Ancak bu konuda başarıya ulaşmış sosyalistlerden yöntem öğrenmek yerine, onların kurdukları sistemleri aynen taklit etmeye kalkışan takipçileri oldu.
Bu konuda işlenen hatalar, Türkiye sosyalizminin gelişmesi ve kitleleri kucaklaması önünde engel oluşturdu. Türkiye tarihi bunun deneyimleriyle doludur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish