Göçmenlerin ölümle burun buruna olmasının sorumlusu Britanyalıların riyakarlığı

"Trajedilere" üzülüyor ama arka planda duran siyasete karşı çıkmayı beceremiyoruz. Hem sol hem de sağdaki seçmenler yaşananların suç ortağı

Akdeniz'de her yıl yüzlerce göçmen boğularak hayatını kaybediyor (Reuters)

Sandy Hook İlkokulu'ndaki silahlı saldırının ABD'yi ulusal düzeyde silah kontrol yasalarını hayata geçirmeye yönlendirmeyeceğinin belli olduğu anın, silah kontrolü tartışmasının sonsuza dek kaybedildiği an olduğu sıkça iddia edilir. Britanyalılarla Avrupalıların mülteci ve sığınmacılar karşısındaki tavırları söz konusu olduğunda buna muadil an ise yaklaşık 5 yıl önce Alan Kurdi'nin cesedinin Türkiye kıyılarına vurduğu zamandı.

Küresel kedere, baş sayfalara, Kurdi'nin küçük bedeninin tablolara konu olmasına ve yolunu kaybetmiş bir dünyanın sembolü haline gelmesine rağmen hiçbir şey olmadı. Aslına bakılırsa, AB'nin göç politikaları daha da merhametsiz hale geldi. Britanya'ya ulaşmaya çalışırken boğulan Sudanlı göçmen Abdulfatah Hamdallah'ın cesedi geçen hafta Fransız kıyılarında bulununca Britanya kamuoyu yeniden hareketlendi. Aynı süreçte daha şanslı bir göçmen güvenli bir şekilde Kent'e ulaştı ve anında saldırıya uğradı.

Bu ikircikli durum göçmenlere, sığınmacılara ve mültecilere yönelik tutumumuzun merkezinde yatıyor: Bir an kederle dolup taşıyorken, bir dakika sonra siyasi bir yumruk atılıyor. Nazik olduğumuzu ve belli başlı vakaların trajedisinden etkilendiğimizi düşünmekten hoşlansak da sempatimizi belirtmekten başka bir şey yaptığımız yok. Windrush mağdurlarına yapılan muamele karşısında dehşete düşerken bu skandala yol açan düşmancıl ortam ve politikalar karşısında dehşet duymuyoruz. Birleşik Krallık'a (BK) doğru tehlikeli ve ölümcül yolculuklar yapan insanlara karşı çaresiz olduğumuz aklımızdan çıkmasa da çoğumuz, onların geçtiği rotaları "geçilmesi imkansız" hale getirmeyi vaat eden siyasetçilere oy vererek akıbetlerine suç ortağı oluyoruz.

Bugünlerin dayanışma ifadelerinde, abartılı öfke sahneleriyle göçmen ve sığınmacılara yönelen zulmümüzü düzenli olarak silme çabamızda neredeyse performatif bir şey var. Bunu, Hamdallah'ın boğulmasından ve Manş'ı geçmeye çalışan çaresizlerin karşılaştığı ölümcül risklerden bahseden geçen haftaki Daily Mail'in birinci sayfasından daha iyi gösteren çok az örnek bulunabilir. Dağıttığı sayısız göçmen karşıtı birinci sayfayı birleştirsek Manş'ın bir ucundan diğerine uzanabilecek olan bu gazete, "Artık bu trajediye uyanacak mıyız?" diye sordu.

Britanya'nın göçmen karşıtı politikasına yönelik ince ama gerçekten de akıllıca değişiklikler son birkaç yıldır yapılıyor. "Düşmanlık" dili, "itaat" dili için sessizce terk edildi: Theresa May'in "Eve Dönün" kamyonetleriyle yaptığı güç gösterisi yerini daha soyut kültürel vatandaşlık ve aidiyet kavramlarına bıraktı. Amaç, göçmenlik karşıtı politikaları kazançlı bir oy kapısı haline getirmeye devam ederken gözle görülen zulümden geri adım atmaktı ki seçmenler suç ortaklığı yaptıklarının farkına varmasın.
 


BK İçişleri Bakanı Priti Patel bu paradoksal tavırdan vazgeçemiyor. Bir solukta başına gelen ırkçılık hikayelerini kendini insancıl ve inandırıcı göstermek için kullanırken, sonrasında sistematik ırkçılığın varlığını reddediyor. Sudanlı göçmenin trajik ölümüne dair haklı yorumlar yapıyor, ardından da Britanya'nın sığınma için kullanılabilecek tüm güvenli güzergahları engellemesi yerine "suç çetelerini ve insan kaçakçılarını" suçluyor. İçişleri Bakanlığı'yla sağcı basın arasında tiyatro maskelerinin değiş tokuş edildiği planlı bir ölüm oyunu var: Bir an yüzü düşmüş ve üzgünken bir anda tuhaf bir şekilde kızgın oluyorlar.

Üstelik bu işe de yarıyor. Britanya kamuoyu göçmen karşıtı olmanın kaba değil, ekonomilerinin ve yaşam tarzlarının meşru bir savunması olduğuna başarıyla ikna edildi. Anketler bu kişilik bölünmesini gözler önüne seriyor. YouGov'un geçen haftaki anketi, Britanya kamuoyunun neredeyse yarısının Manş'ın bir ucundan öteki ucuna bu tehlikeli yolculuğu yapan sığınmacılara ya çok az sempati duyduğunu ya da hiç sempati duymadığını ortaya çıkardı.

Son 4 yılda yapılan diğer anketlerse Britanya'nın göç karşısındaki tutumunun "yumuşadığına" dair görünüşte cesaret verici haberleri sürekli karşımıza çıkarıyor. Bu "yumuşama", göçmen karşıtlığını temel ideolojisi haline getirmiş hükümete teslim edilen çoğunluğa pek etki etmemiş gibi görünüyor. Aksine bu yumuşama; salaş, mülksüz ve sandalla kıyıya hücum edenler yerine sadece özenle seçilmiş, incelemeden geçmiş, zengin ve tercih edilen ırk ile sınıflardan olanların içeri girmesine izin veren bu ülkenin kamuoyunda yarattığı artan rahatlığın ve kolaylığın bir yansıması.

Sol, hoş karşılanmayan bu göçmen sınıfını savunmakta başarısız olunca göç konusunda kesin bir şekilde geride kaldı. İnsani durumun ötesinde ahlaki bir argüman üretmekte ve seçmenlerin "meşru kaygılarının" altındaki bağnazlıkla mücadele etmekte başarısız oldu. Irkçılık ya da yabancı düşmanlığı söyleminden uzaklaşarak göç karşıtı olmanın etikle ilgili değil de ekonomiyle, kültürle veya Britanya halkının sadece daha iyi "denetimler" istemesiyle ilgili olduğunu kabul etmiş oldu. Bu hata, sağın ses getiren başarısının, seçmenlerin sağ politikalar sonucu mağdur olanların ölümle burun buruna olması ve bu politikaların yazarları arasındaki bağlantıyı görebilmesini engellediği bir ülkede solun karşı karşıya olduğu daha büyük zorluklarının bir parçası. Yani seçmenlerin başları belada olanlara duyduğu sempatiyle bu durumda oynadıkları rol arasındaki bağlantıyı kurma becerisinden bahsediyorum. Görmek zorunda olduğumuz esas "trajedi", Britanya'daki pek çok kişinin başka birinin durumunun iyiye gitmesi için kendilerinin kaybetmesi gerektiğine ikna olmuş olması.

Böylece, Patel'in yaptığı gibi onlar da "trajik durum" için "üzüntülerini" ifade ederken bunu sürdürmeye de devam ediyorlar. Hamdallah hayatta kalma olasılığının düşük olduğunu biliyordu. Ölümünden önceki gün kuzenine onu bir daha asla göremeyebileceğini söyledi. Son anlarındaysa bu kumarın işe yaramadığını biliyordu. Haberdar olsa da bu riskleri yine aldı çünkü sadece yaşamak değil bir hayata sahip olmak istiyordu. Ona bu hakkı vermeyen Britanya, Hamdallah'ın ölümüyle onun kıyılarına güvenli bir şekilde ulaştığında olacağından daha fazla yoksullaştı.

* Nesrine Malik, Guardian'ın köşe yazarıdır ve We Need New Stories: Challenging the Toxic Myths Behind Our Age of Discontent (Yeni Hikayelere İhtiyacımız Var: Hoşnutsuzluk Çağımızın Ardındaki Toksik Efsanelere Meydan Okumak) kitabını kaleme almıştır

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

theguardian.com

Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu

DAHA FAZLA HABER OKU