Fransız tarihi; Ortadoğu ve Afrika'da bir devletin değil, bir hastalığın adıdır

Beyrut sokaklarında Lübnan'ın iç işlerinin Fransa'nın kendi meselesi olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Macron, Akka'yı kuşatan General Napolyon'u aratmadı

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 6 Ağustos 2020'de Lübnan'ın Beyrut Limanı'ndaki patlamada harap olan bölgeyi ziyaret etti / Fotoğraf: Reuters

Lübnan'ın Beyrut kentinde meydana gelen patlamada yaklaşık 158 kişi hayatını kaybetti.

Kıyameti andıran patlama görüntülerinden sonra dünya ve Türkiye kamuoyu biranda Lübnan'a odaklandı. 

Devlet liderlerinin açıklaması ve ziyaretleri peş peşe yapıldı.

Bu noktada Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un vakit kaybetmeden Lübnan'ı ziyaret etmesi ve burada yaptığı açıklamalar dikkati çekti. 

Fransa'nın Lübnan'a müdahalesinin tarihsel bir sorumluluk ve kaçınılmaz bir durum olduğunu belirten Fransız Cumhurbaşkanı; eğer ki Fransa üzerine düşeni yerine getirmezse Lübnan'ın Türkiye ve İran'ın müdahalesine açık bir hale geleceğini savundu.

Sonrasında bazı Lübnanlıların Fransız mandasını tekrar istediklerini beyan eden imzaları, Lübnan'ın Fransızlarla olan geçmişini merak konusu haline getirdi.

Ünlü Fransız düşünür Jean-Paul Sartre, Fransa'nın Afrika ve Ortadoğu'nun yakasını bırakmamasını sert bir şekilde eleştirirken "Fransa eskiden bir ülkenin adıydı, dikkat etmezsek bir ruh hastalığının adı olacak" uyarısında bulunuyordu.

Sartre bu sözleri sarf ettikten kısa bir süre sonra evi bombalandı ve adli makamlar yakasını hiç bırakmadı. 

Fransız milliyetçiler ne Afrika'dan ne de Ortadoğu'dan Fransız bayraklarının indirilmesini ve ordularının çekilmesini asla kabullenemedi.

Bu ülkü uğruna milli kahramanları Charles de Gaulle'ye defalarca suikast ve askeri darbe girişiminde dahi bulundular.

Macron'un Beyrut'ta söylediği sözler tesadüfen veya heyecanla söylenmiş değildi.

Cezayir'den Tunus'a, Suriye'den Lübnan'a uzanan bir Fransız sömürge imparatorluğunu tarih karşısında aklama çabası ve o günlere duyulan özlemin bir tezahürüydü. 
 

macron lübnan.jpg
Fotoğraf: Reuters


Bu imparatorluğu daha yakından tanımak ve Lübnan üzerindeki etkisini anlamak için tarihte biraz geri gitmek gerekiyor.

Bu zaman yolculuğunda patlayan bombalar, katledilen siviller, savaşlar, işgaller ve özgürlük arayışı büyük Fransız Sömürge İmparatorluğunun tarihini meydana getirecek.
 

frantz fanon.jpg
Frantz Fanon / Fotoğraf: Twitter


Frantz Fanon, Fransa'nın bu şanlı tarihini şöyle açıklayacaktı;

Yazdığı tarih yalnızca yağmaladığı ülkenin tarihi değil, bütün yağmaları, tecavüzleri ve açlıktan öldürülmeleriyle kendi ulusunun da tarihidir.

(Yeryüzünün Lanetlileri)


Fransızların Osmanlı topraklarında kolonileşmesi

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Fransızlara verilen kapitülasyonlar Fransa'nın Ortadoğu'da, özellikle önemli bir liman olan Beyrut'ta güçlü bağlantılar geliştirmesini sağladı.

Sonrasında bölgedeki Hıristiyanların hamiliğini de üzerine almayı başaran Fransızlar, Lübnan denkleminde söz sahibi güçlerden birisi haline gelmeyi başardı.

Osmanlı topraklarına yönelik ilk ciddi işgal girişimi 1798 yılında Napolyon tarafından yapıldı. Büyük bir donanmayla yola çıkan General Napolyon sırasıyla önce Malta'yı ardından da İskenderiye'yi alarak Mısır'ı resmen işgal etti. 
 

napolyon.jpg
Napolyon Bonapart / Görsel: Pinterest


Napolyon, karaya ayak basar basmaz Mısırlı yerli halka İslam dostu olduğunu ve onları kurtarmaya geldiğini söyleyen meşhur bildiriyi okuyacaktı:

Ey Mısırlılar!

Size, benim buraya dininizi yıkmak için geldiğim söylenecektir. Bu açık bir yalandır, inanmayınız.

Zalimlere benim buraya gasp edilmiş haklarınızı iade için geldiğimi, Allah'a Memluklerden daha fazla inandığımı ve Hazreti Muhammed ile hayranlığımı celbeden Kur'an-ı Kerim'e hürmetkâr olduğumu söyleyiniz.

Nerede verimli arazi, kıymetli elbiseler, güzel esirler ve mükemmel evler varsa, hepsi Memluklere ait. Eğer Mısır onların çiftliği ise Allah'ın bunu onlara verdiğine dair tapu senetlerini göstersinler.

Allah adildir ve merhametlidir. Bundan böyle herkes idareye ortak olacak ve mutlu şekilde yaşayacak.

Ey şeyhler, imamlar ve diğer önde gelenler!

Halka Fransızların da hakiki Müslüman olduklarını ve Osmanlıların şevketli padişahı ile her zaman dost bulunduklarını söyleyiniz.

Amacımız, padişaha asi olan Memlukleri ezmektir. Bize hemen destek verecek olanlar müsterih bulunsunlar. Fakat Memluklere katılacak olanların vay haline!. Onlar için hiçbir selamet yoktur ve dünyadan izleri silinecektir.


Napolyon; Mısır'dan sonra Suriye'yi işgal etmek için hazırlanırken İngilizler, Fransız donanmasını 1798 senesinde Ebuhir'de yaktı.

Bunun üzerine merkezden gönderilen Osmanlı ordusu Fransızları Mısır'dan çıkartmayı başardı.

Fransızlar tarafından bir Osmanlı toprağına fiili ilk tecavüz Mısır'a yönelik olsa da Cezayir'e 1830 yılında yapılan harekâtta bu kez zafer elde edilecekti. 

Barbaros Hayrettin tarafından Osmanlı idaresine kazandırılan Cezayir ‘Dayılar' denilen bir tür otonom rejimle idare ediliyordu.

Fransızların Cezayir'e yönelik ilk işgal girişimi 1682 yılında olmuş; ama bu teşebbüs herhangi bir neticeye ulaşamamıştı.


Yelpaze olayı

Tarihe ‘Yelpaze Olayı' olarak geçen vakada Osmanlı Dayısı (Cezayir Yönetici-Beylerbeyi) Fransız elçisinden Fransa'nın kendilerine olan ve yıllardır ödemedikleri borçlarını kapatmasını ister.

Uzun süredir Cezayir'i bir bahane ile işgal etme planları yapan Fransa'nın Cezayir elçisi, Dayı'nın bu isteğine küstahça cevap verir.

Dayı bunun üzerine elindeki yelpaze ile elçinin yüzüne tokat atar; Fransa İmparatorluğu bu davranışı devletin izzet-i nefsine yapılmış bir saldırı olarak yorumlar ve Cezayir'e savaş ilan eder.

Bu gelişmelerin neticesinde Fransa 1830 yılında Cezayir'i işgal ederek ilk kez bir Osmanlı toprağını resmen hâkimiyetine almayı başarmıştı.

Osmanlı ise bu işgali ancak protesto edebilmiş, herhangi bir irade gösterebilmiş değildi.

Cezayir'de kurulan Fransız yönetimi büyük bir direniş ile karşılaşmadan 1945 yılına kadar varlığını sürdürmeyi başardı.

1945 yılında meydana gelen Setiff Katliamı ise Fransa ve Cezayir ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. 

Fransa'nın özgürlüğü için Hitler'e karşı savaştırılan Cezayirliler, efendilerinin artık eski gücünde olmadığını gördü.

Tunus ve Fas kolonilerini yakın zamanda kaybeden Fransa ise Cezayir'i her yönüyle Fransızlaştırdığını düşünüyor ve herhangi bir bağımsızlık talebini dikkate dahi almıyordu.

1945 yılında Fransa'nın özgürlüğünün kutlandığı sırada Fransız milliyetçisi kolluk kuvvetlerinin açtığı ateş sonucunda Sétif ve Guelma'da bir günde yaklaşık 45 bin Cezayirli hunharca katledildi. 
 


Fransa; Afrika ve Ortadoğu'dan çıkartılması fikrini büyük Fransız medeniyetine yapılan büyük bir hakaret olarak algılıyordu ve Nazi işgalinden henüz yeni kurtulmuş olmasına rağmen en acımasız katliamlara girişmekten çekinmiyordu.

FLN ile Cezayirlilerin başlattığı bağımsızlık mücadelesi karşı Fransız elitleri 1958 senesinde "Yaşasın Fransa! Yaşasın Fransız Cezayiri! Yaşasın de Gaulle!" sloganlarıyla de Gaulle'yi yeniden iktidara taşıdı; ama gelinen noktada Cezayirlilerin bağımsızlığa giden yolda bir hayli mesafe kaydettiğini gören Gaulle, bu süreci destekleme kararı aldı.
 

de gaulle.jpg
Charles de Gaulle / Fotoğraf: Twitter


Bunun üzerine Gaulle'yi iktidara getiren milliyetçi kesim 14 Haziran 1960 tarihinde bu kez onu bir askeri darbe ile indirmeye teşebbüs etti; fakat başarılı olamadı.

Mete Çubukçu, Birikim dergisinde bağımsızlık sonrası Fransa'nın Cezayir üzerinde yarattığı manevi travmayı şöyle açıklamıştı:

Bağımsızlık sonrası, Fransızcayı ana dili Arapçadan daha iyi konuşan, belki Fransızlaştırılamayan ama kendi kimliğini de bulamayan bir ulus vardı ortada. Zaman içinde tüm unsurlar rafa kaldırılacak ve geriye İslami kuralların ağırlıkta olduğu, hiç de demokratik olmayan bir rejim kalacaktı. Cezayirliler'e de biraz Arap, biraz Fransız, biraz ‘sosyalist', ama çokça İslami bir kimlik bırakacaktı.

Fas, Tunus ve Suriye gibi pek çok ülkenin benzer travmaları söz konusuydu. Tüm bu tecrübenin olağan şüphelisi Fransa'ydı.

Bölgeye kan, gözyaşı ve cinayet getiren Fransızların savunması eski Cumhurbaşkanları Nicolas Sarkozy'nin ifadeleriyle "Çocuklar babalarının günahlarından sorumlu tutulamaz. Konuyu tarihçelere bırakalım" sözlerinden ibaretti.
 

sarkozy reuters.jpg
Nicolas Sarkozy​​​​​​​ / Fotoğraf: Reuters


Fransa'nın Lübnan kıskacı

Lübnan'da nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar ve Hıristiyanlar oluşturuyor. Sayıları az da olsa bir miktar Yahudi de bulunuyor. Lakin Lübnan toplumu dinlere göre değil; mezheplere göre ayrılıyor.

Müslümanlar kendi arasında Şii (Alevi, İsmaili ve Dürzi), Sünni (Hanefi, Maliki, Şafi, Hanbeli); Hıristiyanlar ise Marunîler, Ortodokslar ve Katolikler şeklinde ayrılmaktadır.

Lübnan toplumunun yoksul tabakasını Şii Müslümanlar oluşturmaktadır. Yönetici toplum ise Osmanlı idaresi altında Dürziler olmuştu; fakat Fransa, Osmanlıların aksine Hıristiyan Marunîleri askeri ve ekonomik olarak destekleyerek ülkede önemli bir güç haline gelmesini sağladı.
 

dürziler.jpg
Lübnan Dürzileri / Fotoğraf: The Photo Society


Osmanlı'nın Dürzi politikasına karşı, Fransa'nın Maruni kışkırtması Lübnan'da yüzyıllarca sürecek bir gerilimin başlangıç noktası oldu. 

1799 yılında Akka'yı kuşatan Napolyon donanması Marunîlerin daveti üzerine Lübnan'ı da işgal etmeye karar verdi; ancak Fransızlar Osmanlı karşısında başarılı olamadı.

Osmanlı bu isyanı yakından takip etmiş ve Marunîler ile Fransızların ilişkisini kesmek adına Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya Lübnan'da geniş yetkiler tanıdı.

Bu kararla Lübnan'da kesin bir sonuç elde edemeyen Osmanlı, bölgede ‘Çifte Kaymakamlık' idaresine geçti.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Lübnan toprakları Fransa tarafından fiilen işgal edilerek 1926 senesinde Lübnan Devleti kuruldu; ama bu devlet anayasasında Fransız Mandası koyarak artık tamamen Fransız idaresine geçmişti. 

Fransa, Lübnan'ı hâkimiyeti altına aldıktan sonra Marunîlerin ekonomik ve siyasi yönden güçlenmesi için elinden gelen katkıyı sağladı.
 

maruniler.jpg
Maruniler / Fotroğraf: Twitter


Bu durum Şii ve Sünni Müslümanların tepkisine neden oldu. Osmanlı döneminde de çıkar çatışması yaşayan Hıristiyan ve Müslümanlar; Fransız idaresinde yaşadıkları rekabet sonucu birbirleriyle savaşa girişti.

Kanlı iç savaş Lübnan halkına büyük acılar yaşatmış, yüzlerce yıldır birlikte yaşayan Lübnan toplumu yıkımın eşiğine kadar gelmişti.

Beyrut sokaklarında Lübnan'ın iç işlerinin Fransa'nın kendi meselesi olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Macron, Akka'yı kuşatan General Napolyon'u aratmıyordu.

Akka'yı kuşatan Napolyon "Ben biliyorum ki bütün Marunîler Fransızdır" sözleriyle özellikle Lübnan coğrafyasında yaşananların kendi iç meseleleri olduğu mesajını veriyordu. 
 

sartre.jpg
Jean-Paul Sartre / Fotoğraf: Twitter


Cumhurbaşkanı Macron'un Beyrut'taki sözlerine ve Fransız Mandası talep eden imzalara cevabı onlarca yıl ötesinden Fransız düşünür ve edebiyatçı Sartre, şöyle cevap veriyordu; 

Bu gerillalar benimsenmek için şövalyece davranmalıdırlar; insan olduklarını kanıtlamanın en iyi yolu budur. Bazen sol onları ayıplar: ‘Fazla ileri gidiyorsunuz, sizi daha fazla destekleyemeyiz.' Yerliler onların desteğine hiç mi hiç aldırmazlar; bu desteği alıp bir taraflarına sokabilirler, değeri bu kadardır.

Savaş başlar başlamaz bu sert gerçeği gördüler: Biz de herkes gibiyiz, hepimiz onlardan yararlandık, bir şey kanıtlamaları gerekmez, kimseye ayrıcalıklı muamele etmeyecekler. Görev tek, amaç tek: her tür araçla sömürgeciliği sürüp atmak.

En uyanıklarımız gerektiğinde bunu kabul etmeye hazırdırlar, ama bu güç denemesinde aşağı-insanların bir insanlık belgesi elde etmek için kullandıkları tamamen insanlıkdışı yöntemi görmeden gelemezler: Hemen verin şu belgeyi de barışçıl yollarla bunu hak etmeye çalışsınlar. Soylu ruhlarımız ırkçıdır.

Fanon'u okumaları iyi olur. Fanon, bu bastırılamaz şiddetin ne de bir bardak suda fırtına, ne barbar içgüdülerinin yeniden ortaya çıkışı ne de bir hınç olduğunu kusursuzca gösteriyor: Kendine gelen insandır bu.

Şu hakikati geçmişte bildiğimize ama unuttuğumuza inanıyorum: Tatlı dil şiddetin izlerini silemez; ancak şiddet onları yok edebilir. Sömürgeleştirilen, ancak sömürgeciyi silahla sürüp atarak sömürge nevrozundan kurtulur.

Kaybettiği berraklık ve açıklığa ancak öfkesi patladığında yeniden kavuşur, kendini yarattığı ölçüde kendini tanır; uzaktan bakınca onların savaşını barbarlığın zaferi olarak görürüz; ama savaşçıyı adım adım özgürleştirmeye kendi başına girişir, sömürge karanlığını savaşın içinde ve dışında adım adım tasfiye eder.

(Sartre'nin Yeyüzünün Lanetlileri isimli esere yazdığı önsöz)

Beyrut sokaklarına Lübnanlıların acısını paylaşmaya geldiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Macron, ziyaretini Fransız sömürge imparatorluğunun kalıntılarını kutsayan bir gövde gösterisine dönüştürdü.

Fransa; Cezayir, Tunus, Suriye, Fas ve Lübnan'da arkasındaki kanlı tarihi görmezden gelerek bugün Lübnan ile ilişkilerine tarihi bir bağ ve misyon yüklüyor.

Oysa aynı Fransız Hükümeti özellikle Cezayir'de yaşananları bir babanın günahı olarak tanımlayarak tarihi sorumluluğundan kaçmayı tercih ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.   

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU