Dünyanın önemli Türk bilim kadınları anlatıyor: Neden erkeklere göre 'biraz daha iyi' olmak zorundalar?

Kadınlar, cinsiyet eşitsizliğine rağmen bilim alanında çok sayıda başarıya imza atıyor. Independent Türkçe, dünyada önde gelen Türk bilim kadınlarıyla yaşadıkları sorunları konuştu

Kolaj: Independent Türkçe

Bilim dünyasında kadınların yaşadığı sorunlar ve başarıları çok fazla gündeme gelmiyor.

Independent Türkçe olarak, dünya çapında büyük araştırmalara imza atan Türk kadın bilim insanlarını yakından tanımak ve hem başarılarını duyurmak hem de yaşadıkları sorunları gündeme getirmek istedik.

Bilim dünyasında kadın olmak nasıl? Ne gibi zorluklarla karşılaşıyorlar? Bu sorunları aşmak için neler yapıyorlar? Bu dünyasında alanlarında en iyi kadın bilim insanları sorularımızı yanıtladı.

İvet Bahar-min.jpg

Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi üyeliğine seçilen ilk Türk kadın bilim insanı Prof. Dr. İvet Bahar. (Fotoğraf: Kişisel arşiv)

​​​​​

Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi üyeliğine seçilen Prof. Dr. İvet Bahar, ilaç tasarımı alanında yeni metotlar geliştirerek ABD'de bilim camiasında örnek alınan isimler arasında yer alıyor.

2004 yılından bu yana Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilgisayar ve Sistem Biyoloji bölümünde Kurucu Başkanı olarak çalışan Prof. Dr. Bahar’ın hesaplamalı biyolojide 250’den fazla makalesi bulunuyor.

“Genelde birçok meslek dalında kadınların yükselmesi için erkek meslektaşlarına göre, ‘biraz daha iyi’ olmaları gerekiyor, gibime geliyor” diyen Prof. Dr. İvet Bahar şunları söyledi:

Biraz daha çalışkan, biraz daha girişken, bazen biraz daha bilgili ve ilgili olmaları gerekiyor, birtakım önyargıları yıkmak, ‘eşit’ olduklarını kabul ettirmek için.  Öte yandan, akademik dünya bu tür önyargıların ve eşitsizliklerin belki de en az olduğu ortamlardan biri. Özellikle ileri toplumlarda giderek artan bir bilinçlenme, cinsiyet ayırımının yapılmaması yönünde görüş var. O nedenle bilim kadını olmak belki de sanıldığı kadar zor değil ve giderek daha ulaşılabilir hale gelebilir. Bu süreç zarfında belki de en önemli iki ögeden birincisi kadınların ‘ben yaparım’ diyebilmesi, talep etmesi, kendine güvenmesi, o güveni başkalarında da uyandırabilmeleri için. İkincisi de mümkün olduğu kadar bizim, bilim insanlarının ve özellikle bilim kadınlarının, genç kızlarımızı cesaretlendirmemiz, kendini aşıp kanıtlamaya çalışan genç araştırmacıları desteklememiz.

Esen Şefik-min.jpeg

HHMI-Damon Runyon bursu sahibi Yale Üniversitesi’nden Dr. Esen Şefik. (Fotoğraf: Kişisel arşiv)

​​​​​​

Science, Nature Immunology ve Cell gibi dünya çapında önemli dergilerde çalışmaları yayınlanan Dr. Esen Şefik, Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde immünoloji alanında araştırmalar yapıyor. Dr. Şefik, HHMI-Damon Runyon bursu sahibi olarak, doktora sonrası araştırmalarını sürdürüyor.

“Bilimde kadın olmak her meslek de olduğu gibi zor” diyen Yale Üniversitesi İmmünoloji Bölümünden Dr. Esen Şefik, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

Ev yaşantımızda her şeyi müşterek olarak yapsak da yine de çalışan anne olmak zor. Eşim kesinlikle benden çok çamaşır, bulaşık yıkıyordur ama çocuk bakma yükünün çoğu da bende. Evdeki iş bölümünün dışında akademide çocuklu genç aile olmak zor. Bu bahsettiğim zorluklar çocuk bakan kadın veya erkek herkes için geçerli. Öncelikle toksik derecede çalışmanın başarının tek yolu olduğunu ve tek önceliğinizin iş olması gerektiğini dayatan bir iş kültürü var. Çalıştığınız şartlar mentorumuzun elinde olsa da akademinin beklentileri durmaksızın çalışmak. Ben bu konuda çok şanslıyım. Mentorum Dr. Richard Flavell çok iyi ve anlayışlı. “Hayatın tadını çıkarmayı unutma” diye e-mail atan ve kızımla Zoom üzerinden toplantı sonralarında sohbet eden biri. Kızım hasta olduğunda evde kalıp hiçbir zorluk olmadan ona bakabiliyorum. Ama proje yetiştirmek, grant yazmak için oldukça sık sabahlıyorum. Uyku uzak ama güzel bir kavram.

“Hiçbir şey mükemmel olmak zorunda değil, olabildiği kadarı da yeterli”

Kovid-19 ile beraber bizim de oturmuş dengemiz çok şaştı. Kızım ağustos sonuna kadar kreşe gitmiyor ve evde geçirdiğim sürenin çoğunda haliyle oyun oynamak istiyor. Son 3 ayda hiç olmadığım kadar gün doğumuna tanık oldum. Maalesef hepsi bilgisayarımın başında grant yazarak geçti. Çok önemli toplantılarda ben sunum yaparken kucağımda ağladı. Ve en üzücüsü “Hem annem çalışıyor hem babam çalışıyor, peki ben kiminle oynayacağım” diyerek sitem etmesi. Ben çoklu görev yapmada oldukça iyi de olsam, son aylar çok yorucu oldu. Gündüz kızımızla ilgilenip, o uyuduktan sonra analiz yapıp, hafta 3 gün de olsa 12 saatlik vardiyalarla laboratuvarda çalışmak ve her şeyi dengede tutmak çok yorucu. Ben birçok işi aynı anda yapabiliyor da olsam çok yorucu. Bu süreçte “good enough” yani olabildiği kadar kavramını çok iyi sahiplendim. Hiçbir şey mükemmel olmak zorunda değil, olabildiği kadarı da yeterli.

berna-sozen-1.jpg

Erken embriyo gelişiminin kök hücre kullanılarak ana rahmi olmaksızın modelleme üzerine çalışan Dr. Berna Sözen. (Fotoğraf: Arşiv)

​​​​​​

İngiltere'de Cambridge Üniversitesi’nde erken embriyo gelişiminin kök hücre kullanılarak ana rahmi olmaksızın modelleme üzerine çalışmaları yapan Dr. Berna Sözen, California Teknoloji Enstitüsü’nde bu araştırmalarını sürdürdü. Dünya çapında ses getiren araştırmalarını yakın zamanda çalışmaya başlayacağı Yale Üniversitesi’nde devam edecek.

“Bilim genel çerçevelerde halen erkek egemen bir alan olarak kabul ediliyor” diyen Caltech ve Yale Üniversitesi’nden Dr. Berna Sözen şunları anlatıyor:

Yapılan araştırmalar kadınların özellikle mühendislik, bilgisayar bilimi ve fizik bilimlerinde yeterince temsil edilmediğine işaret ediyor. Biliyoruz ki, bu durum sadece bir demografiye özgü değil. Benim kişisel görüşüm kadınların cinsiyetçilik nedeni ile bilimde göz ardı edilmesinin içinde bulunduğumuz dönemlerde azaldığı, ayrımcı yaklaşımların iyileşme doğrultusunda gittiği yönünde, ancak ne yazık ki olması gereken düzeyde değiliz.

“Hala tamamı erkek olan programlar var”

Örneğin, hala pek çok bilimsel konferans, söyleşi gibi etkinliklerde tamamı erkek araştırmacılara yer verilmiş programlar görebiliyoruz. Kadınların diğer alanlara göre çok daha etkin temsil edildiği biyolojik bilimlerde dahi bu tarz örnekler ile sıklıkla karşılaşıyorum. Toplumsal bilinç açısından baktığımızda da bilimsel başarıları ile tarihe damga vuran bilim kadınlarını kapsamlı olarak tanımadığımız görülüyor. Öne çıkarılan sayısız erkek bilim insanı varken, bilim kadınları için öne çıkarılan isim genellikle Marie Curie ile sınırlı kalıyor. Marie Curie tabi ki inanılmaz başarıları olan bir bilim kadını, ancak onunla birlikte bilimde rol model olmuş ve çığır açmış daha birçok kadın araştırmacı olduğunu unutmamak gerekir. Bunlardan bazıları Rosalind Franklin, Dorothy Hodgkin, Anne McLaren, Jocelyn Bell Burnell, Ada Lovelace, Esther Lederberg olarak sayılabilir. Ne yazık ki, bu isimlerin her birinde ortak bir nokta var: Yaşadıkları dönemlerde cinsiyetçilik nedeni ile bilimsel başarılarının hakir görülmüş olması. Unutulmaması gerekir ki, hiçbir bilimsel başarı tek başına elde edilemez. Her yeni başarı, ondan önce gelenlerin kaynak olduğu ışık ile aydınlanır. Bu nedenle bizden önce gelenleri onurlandırmak kadın ve erkek fark etmeksizin eşitçe yapılmalı. Sadece bilimsel etik değil, toplumsal etik de bunu gerektirir.

Elif Nur Fırat Karalar-min.jpg

Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü’nün Genç Araştırmacılar Programı’na seçilen ilk Türk bilim insanı Dr. Öğr.Üyesi Elif Nur Fırat Karalar.(Fotoğraf: Kişisel arşiv)

​​​​​​

Californiya Üniversitesi, Berkeley’de Moloküler ve Hücre Biyolojisi alanında doktora çalışmalarını yaptıktan sonra Dr. Öğr. Üyesi Elif Nur Fırat Karalar, Stanford Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nde araştırmalarına devam etti. Koç Üniversitesi’nde kanser ve genetik hastalıkların moleküler temellerini belirlemeye yönelik araştırmalar yürüten Dr. Karalar, Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü’nün (EMBO- European Molecular Biology Organization) Genç Araştırmacılar Programı’na seçilen ilk Türk bilim insanı oldu.

“Günümüzde kadınların akademik hayattaki gücü aynı anda pek çok işi yürütüp tamamlayabilmeleri, yüksek empati yetenekleri, olayları farklı açılardan değerlendirme konusundaki üstün yetenekleri ve mükemmeliyetçi yaklaşımları sayesinde oluyor” diyen Koç Üniversitesi'nden Dr. Öğr. Üyesi Elif Nur Fırat Karalar, sözlerine şöyle açıklık getiriyor:

Ancak bu mükemmeliyetçilik kadınların kendilerinden beklentilerini yükselterek akademik hayatta yoğun stres yaşamalarında da neden olabiliyor. Türkiye’de bilim kadını olmanın zorluklarından birincisi kadınların aile kurmak için belli bir yaşta iş hayatından fedakarlık yapmaları beklentisinin olması. Bu nedenle pek çok bilim kadını iş hayatı ile aile hayatı arasında bir tercih yapmak durumunda kalabiliyor. Bu ikilemin getirdiği sıkıntılardan kurtulmanın en önemli gereği bilim kadınının eş ve ailesinin devamlı desteği oluyor. Benim tecrübemde 10, 8 ve 4 yaşlarında 3 erkek çocuğu annesi olarak bilimsel çalışmalara ve toplantılara yoğun biçimde katılabilmem, eşimin ve ailelerimizin destekleri sayesinde mümkün oldu.

Sorumluluk isteyen görevlerde genelde erkekler var

İkinci büyük zorluk ise akademik hayatının başlangıç dönemlerinde kadınların aktif rol oynamasına karşın ilerleyen dönemlerde kadınların geri plana düşmesi oluyor. Özellikle sorumluluk gerektiren konumlara erişen akademisyenlerin büyük çoğunluğunun erkekler olması, cam tavan etkisi. Bu nedenle kadınlara ait sorunların çözülmesi daha uzun zamanlara yayılabiliyor. Bu durumun düzelmesi ancak toplumsal bilincin artması ve kadın yöneticilerin daha fazla sayıda ve daha büyük sorumluluklarla göreve gelmesiyle mümkün olacak. Son olarak da kadınların hedeflerine ulaşması, taleplerinin dinlenip karşılanması ve liderlik pozisyonlarına gelmeleri için erkeklere kıyasla çok daha fazla çaba harcamaları ve daha fazla engel aşmaları gerekiyor. Maalesef Kovid-19’a bağlı yaşanan salgın, kadın-erkek eşitsizliğinde toplumsal farkındalığın artmasıyla az da olsa iyileşen süreci eskisinden de daha kötü hale getirdi. Ben dahil çoğu kadın meslektaşım, çocuk veya ebeveyn bakımı sebebiyle gün içinde çalışamadığımızdan geceleri uykusuz kalarak işlerimizi yetiştirmeye çalışıyoruz. Kovid-19’un yarattığı büyük bir bakım krizi hiç yokmuşçasına, aynı işleri, aynı hızda, hatta bazen daha da hızlı bir şekilde yapmamız bekleniyor. Her ne kadar bu süreci bir kısım meslektaşımız daha uzun süreler çalışabilecekleri için fırsata çevirmiş olsa da çoğu ebeveyn, özellikle de kadınlar, için süreç hiç de kolay ilerlemiyor. Akademik hayatta Kovid-19 sebebiyle artan cinsiyet eşitsizliğinin daha da artmaması için yaşadığımız zorlukların öncelikle dile getirilmesi sonrasında da bu sorunların aşılması için çözüm üretilmesi gerekiyor.

 

sila_sokak konusma-min.jpg

Ryerson Üniversitesi’nde hedefe yönelik tedaviler üzerine araştırmalar yapan Dr. Sıla Appak Başköy. (Fotoğraf: Kişisel arşiv)

Heidelberg Üniversitesi ve Alman Kanser Araştırma Merkezinde vasküler biyoloji özellikle de lenf damarlarını yöneten moleküler ve hücresel mekanizmalar üzerine doktora ve doktora sonrası araştırmalar yapan Dr. Sıla Appak Başköy, kanser ve metabolik hastalıklarda hedefe yönelik tedaviler üzerine yaptığı çalışmalarını Ryerson Üniversitesi ve Institute for Biomedical Engineering, Science and Technology (iBEST)’de sürdürüyor.

“Bilim dünyasında kadınlar her ne kadar lisans ve lisansüstü düzeyde erkeklerle eş düzeyde hatta bazı bilim dallarında erkeklerden daha yüksek sayılarda yer alsalar da üst akademik pozisyonlarda, idari yönetimde kadın bilim insanı sayılarının çok olmadığını görüyoruz” diyen Ryerson Üniversitesi ve Institute for Biomedical Engineering, Science and Technology (iBEST)’de doktora sonrası araştırmalarını yapan Dr. Sıla Appak Başköy, şunları söyledi:

Dünyanın önde gelen tıp dergisi olan Lancet’te 2019 yılında yayınlanan bir çalışmada Kanada Sağlık Enstitülerine 2011-2016 yılları arasında yapılan proje başvurularında projenin bilimsel kalitesi değil proje yürütücüsünün kadın olmasının projenin daha az puanla değerlendirilmesine yol açtığı gözlemlenmiş, yani projelerin bilimsel niteliği değil fakat proje yürütücüsünün cinsiyeti de değerlendirmede dikkat çekmiş2. Lancet’teki geçen sene yayımlanan yayını gördükten sonra, bir kadın bilim insani olarak titizlikle hazırladığım proje başvurumu daha da iyileştirmek için olağanüstü bir çaba sarf ediyorum, proje başvurusunda bulunacak diğer başvuru sahipleriyle projemin bilimsel nitelik özgünlüğü ve yeterliliği yanı sıra kadın bilim insanı olarak yarışmamdan kaynaklanacak bir fark olabilmesi ise, insanı gerçekten üzüyor. PNAS Dergisi’nde henüz yayımlanan bir makalede ise, bilim camiasında cinsiyet ayrımını değerlendirip, Kovid-19 pandemi günlerinde kadın bilim insanlarının erkeklerden daha fazla etkileneceğinden bahsediyor.

Kovid-19’dan en çok kadınlar etkilendi

Neredeyse bir gecede, tüm akademik sistemde uzaktan öğretme ve öğrenmeye ani bir geçiş yapıldığını ve bilim insanlarının ev ortamında kalıp araştırma kaynaklarına erişim kaybıyla karşı karşıya kaldığını bununla birlikte, ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımının akademik çalışma yapmak için gereken zamanı azalttığı bundan da en çok kadın bilim insanlarının etkilenebileceğine dikkati çekiyor. Bütün bunlar, kadın akademisyenlerin bu pandemi için daha büyük bir yük taşıyacağı anlamına geliyor. Bu nedenle, akademinin liyakat, görev süresi ve terfi konusunda halihazırda eşitsizliklerle karşılaşan kadın fakülte üyelerini korumak ve teşvik etmek için çözümler üretmesi gerekeceğine, bunun için de bir Pandemi Fakülte Başarı Komitesi oluşturulmasını önermekte. Bütün bilgiler ışığında kadın bilim insanı olarak özellikle pozitif bilimlerde proje yürütücüsü olarak bir proje desteği almak için daha çok caba sarf etmemiz gerektiği gibi bir sonuç çıkıyor. Çalışma alanım interdisipliner olduğu için biyomedikal fizik, biyomühendislik, biyoenformatik, endüstri mühendisliği ve elektrik elektronik mühendisliği bölümleriyle ortak araştırmalar yürütüyoruz. Fen bilimlerindeki kadın bilim insanı sayısının biyolojik bilimlere kıyasla mühendislik alanlarında çok daha az olduğunu gözlemliyorum. Bunun en büyük nedeninin mühendislik gibi dallardaki bilişsel yeteneğin erkeklerde daha baskın olduğunun düşünülmesi gibi bir önyargıdan kaynaklandığını düşünüyorum. Toplumda kadın bilim insanlarına olan önyargıyı aşmak ve halka laboratuvarların kapalı kapılar ardında yaptığımız çalışmalardan bahsedip en küçüğünden en büyüğüne herkesin anlayabileceği dilde yaptığım araştırmalarla neyi hedeflediğimi anlattığım platformlarda konuşmacı olarak yer almayı, bilimi toplumla buluşturmayı çok seviyorum. Bizim mesleğimizde bir araştırma sonucunda bulunabilecek olası bir tedavinin ya da yöntemin insanla buluşması çok zaman alıyor, fakat bu konuşmalarla hem toplumu bilgilendirmenin hem de kişisel olarak insan hayatına pozitif yönde dokunmuş olmanın ve geleceğin bilim insanlarını motive etmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Perinur Bozaykut (1)-min.jpeg

Physiological Society ve SFRR-Europe genç araştırmacı ödülleri kazanan Dr. Perinur Bozaykut Eker. (Fotoğraf: Kişisel arşiv)

​​​​​

Lisans sonrası çalışmalarını King’s College London bünyesinde Kalp ve Damar Bölümü’nde gerçekleştiren Dr. Perinur Bozaykut Eker, doktora eğitimini Marmara Üniversitesi’nde tamamladı ve doktora sonrası araştırmalarını yürütmek üzere TÜBİTAK desteği ile Harvard Medical School Genetik Bölümü’nde görev aldı. Prof. Vadim Gladyshev ve ekibiyle yaşlanma üzerine yaptığı çalışmalarında, yaşlanmanın genetiği üzerine biyoinformatik ve transkriptomiks bazlı araştırmalara ek olarak bu alanda ilaç araştırmalarına dahil oldu. Physiological Society ve SFRR-Europe gibi kurumlardan genç araştırmacı ödülleri kazandı.

“Kadın, anne, kız kardeş, kız evlat ve bilim insanı, bütün bu roller, değişime açık ve dönüşümsel bir bakış açısı kazandırması ile bilim dünyasında avantaja sahip olmama neden oldu” diyen Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi’nden Dr. Perinur Bozaykut Eker de şunları anlatıyor:

Çok uzun zaman boyunca, cinsiyetimden bağımsız, sadece bir birey olarak yaptığım işin keyfine varabildim. Aslında, bilim dünyasında kadın olmanın erkek olmaktan bir farkı olduğunu, çocuk sahibi olana kadar şahsen tecrübe etmeyecek kadar şanslı olduğumu söyleyebilirim. Türkiye’de uzun süre güçlü kadın figürlerin baskın olduğu yerlerde çalıştım. Amerika’da çalıştığım bölümde ise, özellikle kadın ve erkek çalışanların dengede olmasına dikkat eden ve aile kurma gibi değerlere saygılı erkek bir yönetici ile çalışıyordum. Bilim dünyasında kadın olmak denilen kara kutu ile ise Türkiye’de hamile olduğum zaman tanıştım. Bu yeni dünyada hamile kadınlara daha fazla iş yüklemek, bebeğin annesine ihtiyacı olduğu dönemde iş yükü arttırıp, ihtiyaç azaldığı zaman düşük profilde kalmaya yönlendirilmek gibi ilginç sorunlar ile karşılaştım.

Bilim dünyasının en büyük sorunu ne?

Aslında “kadın” sıfatı ve “sorumlulukları” adı altında, kadınların çalışma hayatının manipüle edilip demotive edilmesi, bilim dünyasında kadın olmanın en büyük sorunlarından bir tanesi. Bilim dünyasının rekabetçi doğasından da kaynaklanan bu dış sorunlara göğüs germek için ise, işe daha çok odaklanmak en temel çözümüm oldu. Bilim benim diğer bir ailem ve dünyanın değişik yerlerinde bunu paylaşabildiğim arkadaşlara sahip olmak, onlardan fikir ve destek alabilmek de bu sorunlardan uzaklaşabilmemi sağlıyor. Bilim evrensel ve herkes içindir. Ancak toplumlarda kadınların bilim insanı olarak aile kurmasının mümkün olmadığı ve iş ile aile arasında bir seçim yapılması gerekliliğine dair genel bir kanı var. Farklı sorumlukların gelmesi ile bazı dönemlerin zorlayıcı olduğu su götürmez bir gerçek. Bunun da çözümü bilime saygı duyan bir partner ve sorumlukları paylaşmayı bilen bir baba ile aile kurmaktan geçiyor. Fiziksel olarak eve bağımlı olduğumuz bir dönem elbette var ve bu sırada üretmek adına bazı fırsatlar kaçabiliyor. Ama aynı dönemde başka fırsatlar da yakalamak mümkün, mesela bebek sahibi olduktan 1 ay sonra kariyerimin en önemli yayınlarını yazabiliyordum. Çok zorlandığım dönemlerde ise 2, hatta 3 çocuk sahibi olup müthiş başarılı olan bilim kadınlarından ilham almaya çaba gösteriyorum. Bu bilim kadınlarının ülkemiz gibi ataerkil toplumlarda var olduğunu düşündükçe, bundan güç kazanıyorum. Büyük resme baktığım zaman yaşamın kendisinin bir dengesi olduğunu görebiliyorum ve bir kadın olarak da bilim ve ailem arasındaki dengeyi kurmaya çabalıyorum. Dünyanın kadın görüşleri tarafından anlaşılmasına ise çok ihtiyaç var ve bu çerçevede bilim kadınları olarak üzerimize düşen azimle ve yılmadan katkı sağlamak ve genç bilim insanları yetiştirmek olacak.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU