Kazım Koyuncu: Yüz sene daha yaşasam, yapsam, yapsam, yapsam hep yapsam yine eksik gideceğiz

25 Haziran 2005'te Kazım Koyuncu, hayata gözlerini yumduğunda tüm Türkiye yasa boğuldu. Ondan geriye sayısız eser kaldı; hala en çok dinlenen sanatçılar arasında yer almayı başardı. Politik duruşu kimseyi incitmedi, inandığı gibi yaşamaya gayret etti

Fotoğraf: Twitter

26 Nisan 1986 yılında "Çernobil Faciası" yaşandıktan kısa bir süre sonra Türk kamuoyunun en önemli gündem maddesi Karadeniz çayının radyasyon taşıyıp taşımadığıydı.

Özal Hükümeti, "Çernobil Faciası'nın" ülke ekonomisi ve turizme vereceği zararın önüne geçmek için çeşitli açıklamalar yapıyordu; ama bu adımlar sadra şifa olmuyordu.
 


1 Kasım 2011 yılında, 84 yaşında hayatını kaybeden Sanayi ve Ticaret Eski Bakanı Cahit Aral, tüm tartışmalara nokta koymak için gazetecileri etrafına topladı ve kameraların önünde bir bardak Karadeniz çayı içti.
 


Aral’ın hedefi çayda herhangi bir radyasyon olmadığı kamuoyuna en üst perdeden ispat etmekti.

Kamuoyunun tüm ilgisini üzerine çeken Aral, hızını alamayarak Türk siyasi tarihine geçecek birbirinden sıra dışı açıklamayı peşi sıra yaptı.

Aral’ın “Dinine imanına inanan radyasyon var, demez” Sözleri bunlardan bazılarıydı. 
 


Aral’ın başlarda garipsenen, hatta tepki çeken sözleri, zamanla insanların bir nebze tebessüm ettiği kötü hatıralara dönüştü.

Aral’ın kendisi de yıllar sonra yaptığı itirafta merhum Cumhurbaşkanı Özal’ın “İç de millet rahatlasın” direktifiyle hareket ettiğini belirterek o günü şöyle anlatacaktı:

O dönem bunu kimse yazmadı. Gazeteciler geldi, ellerinde radyasyon ölçme cihazı var. Para çıkarıp çay aldırdım. Masanın üzerine torba torba koyduk, aleti getirdim hiçbirinde alarm vermedi. Bir televizyon getirttim. Açtırdım ve ona doğru yürümeye başladım. Cihaz ötmeye başladı. Televizyonun yaydığı radyasyon daha fazlaydı.

(Milliyet -2011)


Kazım Koyuncu; ne Aral’ı ne de yeterli tedbir almayan hükümet yetkililerini affetti. Kısacık ömründe sistemin insan sağlığının önüne koyduğu ne varsa onunla kavga etti. 

Karadeniz’in tüm hırçınlığını hasta bedeninde toplayan Koyuncu, Aral için de çok sert ifadeler kullandı:

O çayı içen biri geri zekâlıdır... Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim.

Peki, benim köyümdekiler, anasının kuzusu çocuklar, 16 yaşındaki kız o neyi düşünsün, hangi felsefeyi düşünsün?

Onun annesi hangi felsefeyle acısını yumuşatsın? Sen kimsin, o acıları onlara tattırabiliyorsun?

Bu ülkenin politikacılara, yalancılara ihtiyacı yok. Kendi onuruna sahip çıkmış, kendi kişiliğine sahip çıkmış hâline ihtiyacı var…

(Bir şey ürettim Ben – Kazım Koyuncu)


Resmiyette 10 Mayıs 1972 olarak kaydedilen; ama 7 Kasım 1971 yılında Artvin’in Hopa ilçesinde doğan ‘Şair Ceketli Çocuk’ Kazım Koyuncu, 25 Haziran 2005 yılında kanser tedavisi gördüğü American Hospital’de hayata gözlerini yumdu.

Koyuncu öldüğünde henüz 34 yaşını doldurmamıştı. 
 

kazım koyuncu.jpg
Kazım Koyuncu / Fotoğraf: Twitter


Lazuri (Lazca) onunla yeniden hayat buldu

Doğu Karadeniz’de bulunan Artvin şehrine bağlı Hopa ilçesi, diğer Karadeniz şehirleri ile önemli farklılıklar göstermektedir.

Sarp sınır kapısıyla Türkiye’nin Kafkaslara açılan kapısı olan Hopa, yoğun bir kültür çeşitliliği göstermektedir.

Bunun yanında politik olarak da çoğunlukla muhalif eğilimler gösteren Hopa kültürü, bu durumu müziğine de yansıtmıştır.

1990’ların başında Kazım Koyuncu’nun da içerisinde bulunduğu, Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) grubu Karadeniz’in geleneksel müziğini protest bir tarzla buluşturmayı başardı.
 

Denizin çocukları.jpg
Kazım Koyuncu ve Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) / Fotoğraf: Twitter


Sayısız Lazuri şarkıyı da seslendiren grup Lazca’nın ne utanılacak ne de unutulacak bir dil olmadığını ispat ediyordu.

Kazım Koyuncu, Zuğaşi Berepe’nin çalışmaları ile Lazların artık dillerinden utanmayı bıraktığını söylüyordu:

Kaybolmakta olan Laz kültürünü ve şarkılarını yaşatmak için daha önce kurduğumuz Zuğaşi Berepe, Lazca sözlü rock yapıyordu. Grubun kuruluşunda böyle bir misyon vardı. Lazcanın yaşatılması ve mümkün olduğunca o şarkıların ortaya çıkarılması için çalışılıyordu.

Sonrasında bir misyon gibi duran bu durum kendini çok fazla aştı. 98'de yaptığımız albümün bu misyonu üstlenme gibi bir durumu yoktu. Sadece şarkılar Lazcaydı; ama sözlerimiz bütün dünyayı ilgilendiren şeylerdi.

Daha evrensel sözlü şarkılara yöneldik, evrensel aşkı ve acıyı işledik şarkılarımızda. Biz, hiçbir zaman Lazca şarkılar yaşasın diye müzik yapmadık, sadece Laz türkülerini ve memleketimizin müziklerine kendimizi katarak, yükseltmek ve insanlarla paylaşmak istedik.

Ama şunu da gerçekleştirdik: Lazcanın ve yok olmak üzere olan birçok dilin ve kültürün tepkisini ortaya koyduk. Lazca şimdi 10 sene öncesinden daha iyi durumda. Artık gençler Lazcadan utanmıyor, önceden böyle bir durum vardı.

(Kazımkoyuncu.üzerine.com)


Koyuncu, her ne kadar özellikle Lazuri’yi yaşatmayı hedeflemediklerini belirtse de çalışmaları ile bu dilin Hakkari’den Edirne’ye kadar sevilmesini ve bilinmesini sağlamıştı.

Koyuncu, Zuğaşi Berepe’nin meydana getirdiği etkiyi ise şöyle açıklıyordu:

Aslında doğrusu ZB'nin Lazlar özelinde baktığımızda kendi kimliklerine sahip çıkma ve kültürel faaliyetler yapma noktasında çok ciddi etkisi oldu. Çok fazla televizyona çıktık ve meşrulaşma durumu oldu. Bunun yarattığı etkiler sanırım Karadeniz müziğine karşı bir eğilim oluşturdu.

(Radikal -2011)


Politik bir sanatçıydı

Kazım Koyuncu, kendi ifadesiyle solcu bir babanın solcu oğluydu. Diğer birçok sanatçı gibi, politik fikirlerini gizleyerek kalabalıkların sevgisini kazanmanın peşinde değildi. 

Koyuncu’nun kısa bir hayatı olacaktı, bunun farkındaydı ve yaşadığı her dakikada hayatını anlamlı bir hale getirmeye çalışıyordu.

Onun için, servet biriktirmenin ya da takiye yapmanın bir anlamı yoktu. Bu sebeple bulduğu her imkan ve platformda politik düşüncelerini açık bir biçimde haykırıyordu.
 

kazım koyuncu1.jpg
Fotoğraf: Twitter


Koyuncu politik duruşunu, veda eder gibi yaptığı konuşmalarda da sürdürmüştü:

Bu arada; Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük.

Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük.

Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.

Teşekkürler dünya.


Yine bir başka konuşmasında kendisini bir devrimci olarak niteleyecekti:

Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem…
 


Koyuncu, her ne kadar fikirlerini açık bir şekilde ifade ediyorsa da anlaşılmamaktan son derece mustaripti.

Ülke siyasetinin bölünmüş yapısından son derece rahatsızdı ve bunu insanlık adına bir felaket olarak tanımlıyordu:

Kürdüm dedim hadi lan bölücü dediler! 
Laz’ım dedim hadi lan devşirme Rum dediler! 
Çerkez’im dedim hain Ethem’in torunları dediler! 
Alevîyim dedim dinsiz Kızılbaş dediler! 
Êzîdîyim dedim Yezidin pis soyu dediler! 
Arabım dedim pis yobazlar dediler! 
Ben dedikçe onlar da bir şey dediler; 
İnsanım diyecektim ama insanlığa ait her şeyi yok ettiler…


Gülbeyaz dizisi ve Kazım Koyuncu

2002-2003 yılları arasında Kanal D’de yayınlanan Gülbeyaz dizisi Kazım Koyuncu’nun bilinirliğini artıran önemli gelişmelerden birisiydi.

Yönetmenliğini Özer Kızıltan’ın yaptığı dizide; Dursunoğulları ve Demiroğulları isimli iki Karadenizli ailenin sonu gelmez düşmanlıkları arasında Gülbeyaz (Şevval Sam) ve Kadir’in (Nejat İşler) aşkının işlendiği düğüm sahnelerinde Kazım Koyuncu, gitarıyla birdenbire ortaya çıkardı.

Türk halkı; şivesi, sözleri ve sesiyle Koyuncu’yu artık tamamen bağrına basmıştı. Dizinin başrol oyuncularından Şevval Sam ile birlikte seslendirdiği “Gelevera Deresi, Koyverdun Gittin Beni, Ben seni Sevdiğumi” gibi şarkılar uzun süre belleklerde tazeliğini korumayı başardı.
 

kazım koyuncu2.jpg
Fotoğraf: Twitter


"Şair Ceketli Çocuk"

Kazım Koyuncu, kamuoyunda çoğunlukla ‘Şair Ceketli Çocuk’ olarak tanındı.

Kendisi şiir yazmak için vakit bulamadığını dile getirse de kendisine neden böyle denildiğini Umay Umay’a verdiği röportajda açıklıyordu:

Umay Umay: sende hep çok örtük ve tatlı bir şairlik durumu hissettim. Ama onu hep gizlediğini de. Hep algı ötesi bir savaşcı olduğun için mi bu sende öne çıkmadı acaba vicdanla sevişirken şiiri es mi geçtin. 

Kazım Koyuncu: Çocukken şiirle güzel oynuyordum. Şairlerle çok uğraşıyordum. Bir ceket yaptırmak istedim o zamanlar İstanbul a gelirken, şair ceketi. Geldiğimde şairlerin köprü altına gittiğini biliyordum. Kocaman bir yalana hazırdım, muhtemelen ne ceketler diktirdim kendime.

Köyümden çıkıp gelmiştim, orda başka şeyler okuyordum, burada başka başka şeyler okumaya başladım, açtırma ağzımı şimdi. Bak solcu bir babanın solcu oğluydum. Solcular saçlarını uzatmıyordu o zaman. Dik yakalı devrimci kazağım. Biliyor musun, o çocuk doğru bir çocuktu. Hep o çocuk oldum. Hiçbir şeyi terk etmedim. Şiir yazamadım evet, vaktim yoktu.


"Bir şey ürettim ben"

Kazım Koyuncu, 25 Haziran 2005 yılında hayata gözlerini yumduğunda tüm Türkiye yasa boğuldu.
 

cenazesi.jpeg
Fotoğraf: Twitter​​​​​​​


Ondan geriye sayısız eser kaldı ve hala en çok dinlenen sanatçılar arasında yer almayı başardı.

Koyuncu’nun politik duruşu kimseyi incitmedi, inandığı gibi yaşamaya gayret etti.

Ürettiklerini ve duruşunu şöyle anlatıyordu:

Bir şey ürettim ben, üç beş kişilik değil, sevgi denen şey herhâlde. Bütün dünyanın, bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır, tüm topraklar da memleketimizdir. Şimdiye kadar verdiğim bütün mücadele ve rahatsızlık için kimseden özür dilemiyorum ve yaptığım her şeyden de gurur duyuyorum. Bundan sonra da hayatım ve sağlığım nereye giderse gitsin daha da gıcık, illet, muhalif, deli bir herif olmaya devam edeceğim.


Koyuncu kendisini böyle tanımlamış olsa da Türk’ü Kürt’ü, Lazı; sağcısı, solcusu herkes onu çok sevdi. 

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için Öznür Yılmaz’ın “Hopa’nın Şair Ceketli Çocuğu Kazım Koyuncu ve Karadeniz Rock” çalışması ve Uğur Biryol’un İletişim Yayınları’ndan çıkan “Kazım’ın Sevdası-Kazimişi Oropa” kitabı incelenebilir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU