Bu yazıda iki makaleyi temel alarak 1980 sonrası ekonomik ve politik dönüşüm süreçleri anlatmaya çalışacağım.
Politik dönüşüm için Nilüfer Göle’nin 80 sonrası Politik Dönüşüm 1 makalesini; ekonomik yönü için ise Alev Özkazanç’ın Türkiye’nin Neoliberal Dönüşümü ve Liberal Düşünce 2 makalesini irdeleyeceğim.
Makalesinde üç noktaya odaklanan Göle; politik söylemde değişim, sistemin değil yönetim biçimin tartışılması, siyasi partiler ve politik kültürde yaşanan değişimleri ele alarak çalışmasını çerçevelendirmiştir.
Göle, özellikle politik söylemdeki değişime odaklanmış ve bu değişimin siyasi, toplumsal dinamiklerini ortaya koymaya çalışmıştır.
Toplumsal aktörlerin kendisini de bu söylem değişiminin içine katar.
Ona göre 1960-80 dönemine göre politik söylem yumuşamış, farklı kutupların çatışmasından ziyade bir arada yaşamanın yollarının arandığı ve genel olarak toplumda bir konsensüs arayışı vardır.
Bu arayışla sol, liberal, İslamcı kesimler bir araya gelerek bir çıkış noktası da aramaktadırlar.
Nazlı Ilıcak, Murat Belge gibi isimler bu dönemde beraber projeksiyonlar geliştirmişlerdir.
İkinci olarak da sistemin değil yönetim biçimin tartışılmasına odaklanır.
Anayasa ve birçok şey tartışmaya açılmış, artık devrimci ütopyalardan ziyade değişime ve dönüşüme odaklanılır demektedir.
Bu noktada Ertuğrul Özkök’ün Elveda Başkaldırı kitabı hatırlanabilir.
Kadın söylemi, LGBTİ vb. söylemler ön plana çıktığını ve toplumsal grupların haklarını talep ettiğini belirtir.
Politik kültür kutuplaşmadan uzlaşmaya, toplumsal siyasi düzen ütopyacılıktan insan doğa, insan insan ilişkisine dayalı daha çoğulcu bir anlayış ortaya çıktığını söylemektedir.
Ona göre 1980 öncesi tek aktör patolojisinden dolayı herkes devleti ele geçirip, politik alanı kendi istediği gibi dizayn etmeye çalışırken 80 sonrası ise bu anlayış yerini çoğulcu anlayışa bırakır.
Neoliberalizm ile politik kültürde pragmatizmin daha ön plana çıktığını ve bunun İslamcı ve sol gelenekte de görüldüğü belirtir.
Üçüncü olarak da siyasi partiler ve politik kültür konusuna değinen Göle, merkezi sağın güçlendiğini söylemekle beraber uzlaşmacı, icraatçı ve piyasa değerleriyle uyumlu İslamcı muhafazakar liberal bir kimliğin ANAP’la ortaya çıktığını söyler.
ANAP’ta pragmatizm fazlasıyla ön planda olduğunu söylerken sosyal demokratların ise giderek siyasi alandaki yerini DYP-ANAP’a bıraktığını belirtir.
Sonuç olarak da Göle, Tanzimat'la başlayıp 1920’li yıllarda kurumsallaşan devlet odaklı modernleşme 1980 sonrası toplum merkezli modernleşmeye döndüğünü söyleyerek makalesini bitirir.
Göle, siyasi politik dönüşümün toplumsal temellerine odaklanırken Alev Özkazanç ise bu dönüşümün ekonomik yönüne odaklanır.
Özkazanç'a göre Türkiye, Osmanlı’dan beri dünya ile paralel ama kendine özgü bir modernleşme çizgisi yaşamıştır.
Dolayısıyla ikinci savaş ve 80 sonrasında da paralellik olduğunu ve bunlarında kendine özgü durumlar olduğunu belirtir.
Neoliberalleşmeyi burjuva hegemonyası olarak tanımlayan Özkazanç, Türkiye’de ise kendine özgü bir neoliberalleşme yaşandığı üzerinde durur.
Ona göre bu dönemde otoriter, devletçi söylemlerle piyasa söylemleri birbirine referans verilerek kullanılır.
ANAP güçlü liberal söylemleri dillendirirken 12 Eylül kadrosu ise sert, devletçi, otoriter söylemleri dillendirdiğini söylemektedir.
Dolayısıyla Türk-İslam, devlet-piyasa karışımı yeni bir sağ politikanın oluştuğunu söyler.
1980’lerde hiç olmadığı kadar piyasa koşulları ve onun getirdiklerinin konuşulduğunu ve dolayısıyla bu dönemi Türkiye için neoliberalleşmenin kurucu dönemi olarak görmektedir.
Buna bağlı olarak yapısal yasal ve kurumsal değişim ve ANAP parti programı dönüşür.
Dolayısıyla vahşi kuralsız bir kapitalizmden ziyade devlet ve piyasanın sırt sırta verdiği bir yönetim anlayışının olduğunu söyler.
1980’lerde ekonomi ve piyasa hiç olmadığı kadar yönetim tarzında etkili olduğunu, neoliberal projelerin otoriter devletçe yürütüldüğünü söyleyen Özkazanç, böyle bir ortamda liberal düşüncenin de filizlendiği üzerinde durur.
1990’larda ise sağ hareket değişir ve siyaset tekrar parçalı hale gelirken yeni siyasi oluşumlar ve enttellektüel girişimlerin de bu dönemde ortaya çıktığını söyler.
Liberal Demokrat Parti, Liberal Düşünce Topluluğu, Yeni Değişim Hareketi gibi..
2000’li yıllarla beraber 20 yıl gibi süreden sonra iktisadi kriz patlak vermiş 2002’de AK Parti iktidara gelerek eski siyasi yapıyı tasfiye ettiğini söyler.
Bununla birlikte Türkiye daha kurumsal değişimlere ihtiyaç duyar ve AB reformları bu noktada önemsendiğini söylemektedir.
Kriz döneminde öteki Türkiye tartışmalarının yapıldığını ve ekonomin sadece 6 milyon için çalıştığı söylenerek bu ekonomik sistemin eleştirildiğini belirtir.
Kemal Derviş ile beraber CHP’nin sol liberalizmden etkilendiğini, onunla beraber sosyal iktisadi rasyonelleşme başladığını ve ona göre Türkiye daha da ‘burjuva’ etkisine girdiğini belirtir.
AK Parti döneminde çözülmeye çalışan Kıbrıs, Kürt ve Ermeni sorunlarını küresel entegrasyon çabaları olarak okunabileceğini söylemektedir.
Sonuç olarak politik yapı ile ekonomik yapıyı birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Her ne kadar yazarlar bunun bir yönüne odaklanmış olsalar da ikisi beraber yürüyen süreçlerdir. Türkiye deneyiminde de bu olmuştur.
Ekonomik dönüşüm toplumsal yapıyı etkilerken toplumun istek ve beklentileri de siyasi yapıyı 1980 sonrasını şekillendirmiştir.
Özkazanç’ın Türkiye’nin kendine özgüllüğüne yaptığı vurgu Göle’nin dönüşüm noktasında toplumun kendisine odaklanması en ön plana çıkarılması gereken unsurlardır.
1. Nilüfer Göle, "80 Sonrası Politik Kültür" Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim ed. E. Kalayçığlu, A.Y. Sarıbay, İstanbul: Der Yayınları:509–519
2. Alev Özkazanç, "Türkiye’nin Neoliberal Dönüşümü ve Liberal Düşünce" AÜ SBF Tartışma Metinleri no 85, 2005: 1–17
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish