Suriye kuvvetleri 15 yıl önce, mühimmatları ve uzun süreli bir operasyonu mümkün kılacak malzemeleri Lübnan'da konuşlandırarak el-Masna ve Arida sınır noktaları ile Humus’un güneyindeki alt kısımlara doğru ilerledi. Hafız Esad’ın kuvvetlerinin geri çekileceği gibi bir sahne birkaç ay öncesinde hayal bile edilemezdi. Suriye hegemonyası, tartışmasız bir şekilde dayatılan kardeşlik anlaşması ile zirveye ulaştı. 1989 sonbaharında Taif Anlaşması'nın kabul edilmesinden sonra ise uluslararası bir iş birliğiyle birlikte Lübnan’ın işlerinin yönetimi Araplar tarafından Hafız Esad’a teslim edildi.
Suriye rejimi güçleri her ne kadar 1976 yazıyla birlikte resmi olarak Lübnan'a girmiş ve işgal etmiş olsa da Suriye müdahalesi bu tarihten önce başlamıştı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) gruplarının 1960'ların sonunda Lübnan topraklarındaki kamplarda yayılmasından sonra Suriye, bu gruplar içerisinde varlığını güçlendirmeye çalıştı. Suriye, Zuheyr Muhsin’in vefatına kadar liderlik ettiği es-Saika örgütünün yanı sıra Suriye ordusu liderliğine bağlı olan Filistin Kurtuluş Ordusu’nu kurdu. Şam, bu iki örgüt aracılığıyla Filistinli bir taraf olarak Lübnan’a girdi ve “Lübnan sınırından Filistin'e geri dönmek!” için mücadele etti.
Bu müdahaleler, 1968'den bu yana tırmandı. Sonrasında Kahire Anlaşması’na yol açan birtakım olaylar yaşandı. 1973 yılının baharında Lübnan ordusu ile Filistin örgütleri arasında çatışmalar patlak verdi. Bu örgütlerdeki Suriye kanadı ise Lübnan ile olan sınırları kapatan siyasi liderliğin kararının uygulanmasını tamamladı. Bunu, Lübnan’ın eski Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye’yi ‘Filistinlilere yönelik tırmanışa son vermeye zorlamak’ için yaptılar. Suriye sahada yalnız değildi. Irak, Arap Kurtuluş Cephesi kurmak için harekete geçti.
Suriye 1976 yılından itibaren ‘Filistin devriminin korunması ve Lübnan'ın birliği, bağımsızlığı ve barışı’ için ülkeye yerleşti. Sonraki yıllarda, bu sloganın aksine bir yol izlendi. Lübnan’daki Esad yapılanması, bölünmelere ve ülke içerisinde cepheleşmelere yol açtı. Ayrıca siyasetçilerin çoğu Encer’deki istihbarat merkezindeki hizmetkarlara dönüştü. Kemal Canbolat, Beşir Cemayel, Rene Muavvad gibi isimlerin yanı sıra dini, politik ve basın mensubu olan birtakım isimler suikasta kurban gittiler. Lübnan'ı ve direnişi koruma iddiası, geniş çaplı bir İsrail işgali ile sona erdi ve Suriyeliler el-Masna, Bekaa ve kuzey bölgelerine sürüldüler.
Bununla birlikte Esad, ‘Lübnan ve Filistin Devrimi'ni koruma’ görevini sürdürdü! 1980'lere geldiğimiz zaman ‘Filistin devrimi’ ve ‘Lübnan'ın birliği ve bağımsızlığı’ ülküsünden (!) geri kalanlar da artık sona erdi. Suriyeli istihbarat yetkilileri tarafından sürdürülen küçük Lübnan savaşlarına devam etmek, makul bir proje olarak görünmemeye başlandı. Nitekim Lübnanlıların çoğu artık her ne olursa olsun bu günlük yangından kurtulmak için bir çıkış yolu arıyordu. Esad, Taif Anlaşması'nın ardından Lübnan'ı kontrolü altına aldı. Hizbullah milisleri, İsrail işgaline direnme sorumluluğunu üstlenirken diğer partilerden ve milislerden silahlarını devlete teslim etmeleri istendi. Esad, Lübnan'la onu sonsuza dek bağımlı kılacak bir kardeşlik anlaşması imzaladı. İsrail’in 2000 yılında tek taraflı olarak çekilmeye karar vermesinden sonra ise ateş püskürdü.
Bu geri çekilme, Suriye’nin hegemonyasına son noktayı koydu. İsrail karşısında ‘Lübnan'ın birliğini ve Filistin devrimini koruma’ gibi sloganların herhangi bir anlamı kalmadı. Hizbullah milislerinin ülkedeki varlığını haklı çıkarmak adına 1967'den beri işgal altında olan Şeba Çiftlikleri sürekli olarak gündeme getirildi. Hizbullah’ın desteklenmesinin güvenlik, askeri ve siyasi birtakım amaçları vardı. Bir taraftan Suriye’nin ülkedeki hegemonyası korunuyor ve diğer taraftan Suriye-İran ittifakının bölgesel düzeydeki etkileri ‘Lübnan ve ülkedeki güç dengeleri üzerinde’ sağlanmaya çalışılıyordu.
Suriye’nin Lübnan karşısındaki bu tutumu ve eylemleri 2000'den sonra değişmeden devam etti. Maruni Hristiyanların eski Patriği Nasrallah Butrus Sufeyr başta olmak üzere Lübnan siyasi güçlerinin, yabancı güçlerin ülkeyi terk etmeleri yönündeki çağrılarına daha fazla baskı ile yanıt verildi. Şam’ın destekçileri, ülkedeki iktidar organlarında görevler üstlendiler ve Suriye, devletin anayasal kurumlarını kendine bağlı olan kimselerle doldurmaya başladı.
Lübnanlıların yarısı tarafından boykot edilmesine rağmen 1992’de parlamento seçimleri yapıldı. Hizbullah meclise girdi ve tüm hassas pozisyonlara gelecek isimlerin tercihi ise Hafız Esad’ın takdirine bırakıldı. Yalnızca cumhurbaşkanı, parlamento başkanı ve başbakan gibi üst düzey yetkililer değil, aynı zamanda belediye başkanlarından köy ve mahalle muhtarlarına kadar bütün isimler de Esad’in tercihine bırakıldı.
Şubat 2005’in arifesinde Suriye yapılanması Lübnan'ı ve vatandaşların günlük hayatını tam bir sertlik ve küstahlıkla yönetti. Suriye, Emil Lahud’un ek olarak 3 yıl daha cumhurbaşkanlığı yapması yönünde karar verdi ve buna karşı çıkanları Lübnan’ı yakıp yıkmakla tehdit etti. Bu amaçla kendisine bağlı olan bir yürütme erki oluşturdu. Refik Hariri başta olmak üzere onlarca siyasinin ve basın mensubunun yanı sıra Lübnan vatandaşların da öldürüldüğü suikastlar dizisinin üstü örtüldü.
Suriye rejimi Lübnan'dan ayrılmayı hiç düşünmedi. 1970'lerin başından bu yana almış olduğu tedbirler ve uygulamış olduğu politikalar, Lübnan’a bağımsız bir ülke gibi muamele etmediğini gösteriyor. Bu, 1940'larda iki ülkenin bağımsızlığından bu yana Suriyeli yöneticilerinin sorunu oldu. Suriye'nin burjuva sınıfından olan yöneticileri, Lübnan'ı Suriye'nin bir parçası olarak görüyordu. ‘Tek Arap ulusu’ idealini benimseyen Baas devrimcilerinden olan yöneticiler, ‘gerici’ seleflerinin arzularını miras aldılar ve hiçbir şekilde utanmaksızın ülkeyi ilhak etmeye yöneldiler. Abdülhalim Haddam, rejimin bu yöndeki arzusunu ve ilhak etmeye yönelik tehditlerini gizlemedi. Suriye rejimi, Refik Hariri'nin öldürülmesinden iki ay sonra, 26 Nisan 2005'te çekilmek zorunda kalıncaya kadar Lübnan'daki politikasını sürdürdü.
Esad rejimi, İran'ın Batı Asya'daki çıkarlarının önde gelen temsilcisi olan Hizbullah'ın çıkarlarına olacak şekilde nüfuzunu bırakmak zorunda kaldı.
Bu bağlamda bazı analizlerde, İran'ın 2005 yılındaki gelişmelerden ve Suriyeli servislerle iş birliği içinde gerçekleştirilen suikastlardan uzak olmadığına işaret ediliyor. Bazı analistler, bu yaşananları ‘ABD’nin Irak'ı işgaliyle başlayan İran’ın genişleme projesinin tamamlanması’ olarak görüyorlar. İran projesinin temelleri 1980'lerde, Suriye-İran ittifakıyla atıldı (1985 Esad- Rafsancani Anlaşması). Öncelikle Devrim Muhafızları Lübnan'a ulaştı ve 1982 yılındaki İsrail işgalinin ardından Hizbullah kuruldu.
Suriye devriminin patlak vermesinin ardından Lübnan ve Suriye'deki İran nüfuzu genişledi. İranlılar bugün Suriyelilerin Lübnan'da yaptıklarını Şam’da yapıyorlar. Ancak 2015 yılındaki Rus müdahalesi, Moskova'nın öncelik haline geldiği yeni dengeler kurdu. Hmeymim Üssü, koordinasyonun sağlandığı ve toplantıların yapıldığı bir merkez haline geldi. Hmeymim, bir dönemki Encer’i hatırlatıyor. Suriyeli Vali Encer de Filistinli liderleri, yetkilileri ve başkanları karşılardı. Bunlar hakkında konuşacak Suriyeli subay kalmadı. 2004 yılında Suriye'nin Lübnan üzerindeki hegemonyasına karşı olan uluslararası talep doğrultusunda 2005'in başlarında kademeli bir şekilde geri çekilmeler başladı. İranlı-Suriyeli grupların itham edildiği Hariri suikastı gerçekleşmemiş olsaydı Suriye işgali birkaç yıl daha devam edecekti. Fakat bu suikast Esad güçlerinin geri çekilme sürecini hızlandırdı ve yıllar sonra Encer’in yerini Suriye’deki Rus Hmeymim Üssü aldı.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz