Kovid-19 günlerinde Türkiye’de İslamofobi

Sinan Baykent Independent Türkçe için yazdı

Cehalet sınır, ırk, inanç, ideoloji, tahsil veya sınıf tanımıyor.

Kötü niyet, ahmaklık ve sorumsuzluk da öyle.

Kovid-19 salgını dünyada bize insan davranışlarına dair kimi zaman unuttuğumuz kimi zaman da bilerek görmezden gelmeyi yeğlediğimiz soğuk gerçekleri teker teker hatırlatıyor.

Türkiye’de de cehaletin, kötü niyetin, ahmaklığın ve dahi sorumsuzluğun örneklerini son günlerde çok çarpıcı bir biçimde idrak ettik, ediyoruz.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılan mide bulandırıcı bir “karikatür” haklı olarak infial yarattı.

Çizimde dezenfeksiyon yapan maskeli, eldivenli ve tulumlu bir görevli Müslüman olduğunu anladığımız bir kişinin açılan kafatasına ilaç sıkıyor. Dahası, kafatasının içi boş.

Müslümanlara yönelik yapılan bu iğrenç yakıştırmayla hem İslam’ın -hâşâ!- bir virüs teşkil ettiği hem de Müslümanların “beyinsiz” oldukları mesajı verilmeye çalışılıyordu.

Lümpen sola mensup gazeteci, akademisyen ve siyasetçilerden oluşan bir güruh söz konusu tasviri “işte bütün kötülüklerin anası” minvalindeki yorumlarla beslemek suretiyle internet üzerindeki farklı mecralardan alabildiğine yaydı.

“Sorun İslam ve Müslümanlar” demeye getiriyorlardı aslında.

Umre’den dönen kimi vatandaşlarımız bu süreçte İslamî şuurun ve Nebevî ahlakın gereklerini yerine getiremediler -doğrudur.

Keza bugün bazılarının hâlâ cami önlerinde kalabalık gruplar halinde cemaatle namaz kılmak adına ısrarla toplandığı gözlemleniyor, bu da doğrudur.

Böylesi bir durumda yara alan evvela bu vurdumduymazlığı benimseyenlerin imanları olur, İslam’ın kendisi değil.

Salgın hastalık anında ne yapılıp ne yapılmaması gerektiğinin örnekleri Hadis-i şeriflerde ve İslam tarihinde layıkıyla örneklendirilmiş, mühürlenmiştir.

İslam dini her ne kadar bütün kusurlardan münezzeh ise de ne yazık ki kul öyle değildir.

Nitekim öyle olmadığını hem tarihte hem de bugün çeşitli vakalar aracılığıyla tespit ediyoruz.

Peki, ama münferit vakalar üzerinden topyekûn bir dini ve bu dine iman edenleri şeytanlaştırmayı istemek niye? 

Bu “Çok-bilmiş” tabakaya sormak isterim doğrusu: Tedbirlere uymayan ve uyarılara kulak asmayanların hepsi sakallı, cübbeli, sarıklı veya takkeli midir?

Hepsi başörtülü, çarşaflı veya peçeli midir? Hepsi abdest alan, beş vakit namaz kılan, oruç tutan insanlar mıdır?

Dahası, geçtiğimiz dönemde memlekete Avrupa’dan dönenlerin her biri tavsiye edilen 14 günlük “oto-tecrit” sürecine harfiyen uydu mu acaba?

Günlerce AVM’lerde alışveriş furyasına – sanki ortada hiçbir tehdit yokmuş gibi – devam edenler kimlerdir? Daha doğrusu bunların “kim” oldukları önemli midir?

Havaların da ısınmasıyla sahillere akın edenlerin üzerinde hangi kıyafetler vardır örneğin? Bu, salgın bağlamında belirleyici bir detay mıdır? 

Lokanta ve kafelerin açık kısımlarını aşındıranlar tarafınızdan bir “profilleme” süzgecinden geçiriliyor mu mesela?

Geçirilmiyorsa neden geçirilmiyor? Hülâsâ bu tip bir süzgeçten geçirmeye herhangi bir gerek var mıdır?

Bu insanlar neye veya kime inanıyorlar? Bunu öğrenmek kime ne tür bir fayda sağlayacaktır? 

Bilime inanıyorlarsa bilimi, küflenmiş sosyal demokrasiye inanıyorlarsa sosyal demokrasiyi veya ateistlerse ateizmi de yerecek misiniz?

Ya bu kişiler arasında İslâm’a nispetle düşmanlık güdenler varsa? İslâm düşmanlığını da yerecek misiniz?

Ben onların yerine cevap vereyim: Hayır.

Çünkü burada farklı bir hesap üzerinden yürüyorlar.

Dertleri bilimsel ölçülerin tatbikatı, kural ve kaidelere riayet edilip edilmemesi veya halk sağlığı değil.

Dertleri pusuda bekleyip yeri ve zamanı geldiğinde İslâm’a ve Müslümanlara karşı içlerinde biriktirdikleri dayanılmaz ağırlıktaki hıncı serbest bırakmak.

Sorumsuz insan, inandığı veya inanmadığı şeylerden bağımsız olarak sorumsuzdur.

Cahil insan ise – tıpkı bu kıytırık “entellerin” şahsında vücuda geldiği gibi – inandığı veya inanmadığı şeylerden bağımsız olarak cahildir.

Kovid-19 salgını dünyada bir “büyük eşitleyici” olarak zuhur etti. Yine bir büyük eşitleyici olarak yayılıyor ve canlar alıyor.

Kovid-19 okumuş cahilleri de diğer cahillerle eşitliyor.

Bu vesileyle “okumuş cahillerin” de en az diğer kategorilerdeki cahiller kadar yobaz bir karakterle kuşandıklarını müşahede etmiş olduk.

Gerçekten de okuyup da akıl edememek insanoğlunun en büyük felaketidir. Azgınlaştırır, kibirlendirir ve nihayetinde mahveder.

Ancak “akıl etmek” şöyle dursun, hayatlarında İslâm dinine ve Hz. Peygamber’in (sav) hayatına dair tek satır okumamış olan “bu taife” bugün ezbere dayalı bir rasyonalist-pozitivist duruş adına ahkâm kesiyor ve İslâm’ı, Müslümanları aşağılıyor. 

Oysa okuyup akıl etmesini bilen – Müslim/Gayrı-Müslüm fark etmez – insan için Kur’an, Sünnet ve İslâm tarihi ibret verici sayısız nasihatle dolup taşmaktadır.

Öyle ki, Batılıların 1347 yılı Venedik’inde keşfettikleri karantinayı Müslümanlar daha 7. yüzyılda bilfiil pratiğe döküyorlardı. Yine Hz. Ömer (ra) zamanında salgın karşısında Allah’ın (cc) kaderinden yine Allah’ın (cc) kaderine kaçıyorlardı.

Okumayan “okumuşlar”, okusalar bilirlerdi: Müslümanlar tarih boyunca Allah’a daima bilgi ve bilgiye dayalı tedbirle tevekkül etmişlerdir. Böyle tevekkül etmeyen Müslümanlara ise İslâm yine böyle tevekkül etmelerini emretmiştir, emretmektedir.

Kendi payıma bir “münevver”, “aydın”, “entelektüel” veya “seçkin” olmanın yolunun mütemadiyen okumaktan ve okuduğunu anlamaya gayret etmekten geçtiğini düşünüyorum. Her şeyi ve herkesi okumak, tanımak icap eder. En karşıt düşünceyi bile (hatta bence bilhassa karşıt düşünceyi) keşfe çıkmalıdır insan!

Bu sayede kişi doğru bilgiyi birincil kaynaklardan, kurucu metinlerden edinebilir ve kritiğini de bu düzlemde daha sağlam bir şekilde yapabilir.

Gelin görün ki, bizde yıllardır “ulusal entelijansiya” şeklinde tarif edilegelen lümpen “sol” okumuyor ve okumamakta diretiyor.

Okumayınca, akıl edemiyor. Akıl edemeyince, düşünce üretemiyor. Düşünce üretemeyince de üzerindeki ölü toprağını atıp silkinemiyor.

Başlangıçta da dediğim gibi; Cehalet sınır, ırk, inanç, ideoloji, tahsil veya sınıf tanımıyor.

Ancak inanın ki hiyerarşik planda en fenası, en zehirlisi ve en maalesef en kitleseli bizim okumayan okumuşlarımızın kibirli cehaletidir.

Rosa Luxemburg’dan bu yana bir arpa boyu yol kat edemeyen dünya sosyal demokrasisi gibi, bizim lümpen solcularımız da hapsoldukları Jura Devri’nden bir türlü çıkamıyorlar.

Politik dinozorlar evrimleşemiyorlar, evrimleşemezler!

Öyle zannediyorum ki, bugün en makul olanı fosile “fosil” muamelesi yapmak olacaktır.

Bir Hadis-i Şerif’te “iş, ehil olmayana verildi mi, kıyameti bekle!” diye buyuruyor Hz. Peygamber (sav).

Doğru.

İş, ehline verilmeli.

Bu vesileyle salgına karşı canını dişine takan hekimlerimize selâm ederken, lümpen “sol” İslamofobiye karşı arkeologlarımızı ve paleontologlarımızı da göreve davet etmiş olayım. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU