ABD, Kürdistan’daki momentumu muhafaza ederken, bu tutumu ülkenin geri kalan kısmına yaymak için Kürtlerin müstesna farklı konumunu kabul etmek zorundadır.
Kürtler farklı konumdadır. Ama bu bölgeye farklı ülkelere bir model olmayacak ölçüde bir farklılık değildir. Savaş ve barışta en üst düzeyde sorumluluk alan sadece Kürtlerdir.
Kürtleri en çok ilgilendiren siyasi sorunlardan biri, Kerkük ve diğer bölgelerde daha yoğun olmak üzere, etnik temizliğe uğramış Kürt topraklarının geri verilmesi ve Irak rejimi tarafından yerlerinden edilen yüzbinlerce Kürt’ün, Türkmen’in ve Hristiyan’ın mülkiyet haklarının iade edilmesidir.
fazla oku
-
Osmanlı arşiv belgelerinde Kerkük Kürdistan toprağıdırNode ID: 112536
Kerkük’ü kimlerin kontrol altında tuttuğu acı bir tarih olarak hala Mesud Barzani’nin dediği gibi, “Bu mesele zaman ayarlı bir bomba gibi” durmaktadır.
Bir açıdan çok doğru bir tanımlamaydı. Zira Sykes-Picot Anlaşması, Kürdistan ile başlayıp geniş bir sahada şekillenirken, 1927 yılında Filistin ile tamamlanmış oluyordu.
Yani kısaca Filistin’e olan yakınlığınızda riyakarlık yok ise, Kürdistan’ın parçalanmışlığına daha yüksek bir ses ile muhalefet etmeniz gerektiğini bilmeniz gerekmektedir (yalancı değilseniz tabi ki).
Bir önceki makalemiz olan “Osmanlı arşiv belgelerinde Kerkük Kürdistan toprağıdır” başlıklı yazımızın devamı niteliğinden olan Kerkük’ün Araplaştırılması konusuna girmeden önce, konumuzun en önemli sacayağı olan Sykes-Picot’a değinelim.
Londra, sınır tartışmasının fazla uzatılmaması istiyordu. Bunun nedeni aynı dönemde İngiltere’de, Fransız ve İngiliz temsilciler arasında görüşmeler devam ediyor olmasıydı.
21 Ekim 1915’te Şerif’le sıkı bir pazarlık yapılıyordu. Sir Edward Grey, Londra’daki Fransız büyükelçisi Paul Cambon ile sırlarını paylaşıyordu. (S.Yerasimos)
Fransa Başbakanı Aristide Briand’ın, Georges-Picot’ya verdiği talimatın temelinde şu görüş yatıyordu:
Osmanlı İmparatorluğu’nda en fazla çıkarı olan ülke Fransa olduğu için imparatorluğun yıkılmasından en fazla zarar görecek olan ülke de odur. Dolayısıyla Fransa’ya zararını telafi edecek bir tazminat verilmelidir.
İşte bu tazminat, güneyde Mısır sınırına kadar uzanan büyük Suriye idi. Kuzeyde ise 'Adana vilayetinin Torosların güneyindeki toprakları' eklenmeliydi.
'Bu bölgenin doğusunda bulunan Elazığ, Diyarbakır ve Van vilayetleri ya da mutasarrıflıklarıda' Toros doruklarından geçecek, sonra Dicle Vadisi’nin kıyısındaki dağlar izleyerek güneye inecek.
Dicle’yi Musul’un güneyinden aşacak, daha sonra da bize ait olacak Zor bölgesinde Fırat’a kavuşacaktır.
(Briand’dan Georges-Picot’ya 2 Kasım 1915)
Görüldüğü gibi Fransa, Suriye, Lübnan, Filistin’den oluşan Büyük Suriye’yi, Kilikya’yı ve Musul petrol bölgesi dahil olmak üzere Osmanlı egemenliği altında olan Kürdistan’ını talep etmekteydi.
Fransa’ya göre yapılacak görüşmelerde sadece Fransız bölgesi çizileceğini bekliyordu. Arap devleti kurulup kurulmayacağına hiçbir şekilde girilmeyecekti.
23 Kasım 1915 ilk görüşme Londra’da yapıldı. Georges-Picot, Fransa’nın taleplerini dile getirdiğinde İngilizler Arapları yanlarına çekebilmek için onlara önemli vaatlerde bulunmak gerektiğini, Fransız taleplerinin Şerif’in olmazsa olmaz koşul olarak öne sürdüğü Humus, Hama, Şam ve Halep üzerindeki toprak talepleriyle bağdaşmadığını söylediler.
Görüşmelere Fransa’nın temsilcilerin hükümetle görüşmek üzere ara verilmesine karar verildi.
14 Aralık doğrudan işgal bölgeleriyle Arap egemenliğindeki nüfuz bölgeleri arasında bir ayırım yapılmasını kabul ettiğini bildirdi.
İlk bölgeye Kilikya, Lübnan ve Kudüs mutasarrıflığı, yani Mersin ve Gazze arasındaki kıyı bölgesinin tamamı girecekti.
Böylece Araplara, Halep, Hama, Humus, ve Şam’ı bırakmayı zımnen de olsa kabul ediyor, ancak karşılığında 'Kerkük petrol havzasının' Fransa’ya verilmesini talep ediyordu.
(Briand’dan Cambon’a, 14 Aralık 1915. S. Yerasimos)
Bu esaslar üzerinden 21 Aralık'ta ikinci bir görüşme daha yapıldı. Ancak “dört şehrin” Araplara verilmesi tavizini elde etmiş olan İngilizler bu kez de, Lübnan’ın doğrudan Fransız işgal bölgesi olmasına karşı çıkarken, Filistin’i kendi bölgelerine dahil etme ve Musul tartışmasını erteleme yönünde ısrar etmeye başladı.
Görüşmeler bir kez daha kesilmemesi için bu defa Georges-Picot’un uzlaşmaya varmak için Sir Mark Sykes ile görüşmesine karar verildi.
Hiç ara verilmeden her gün yapılan görüşme 3 Ocak 1916’ya kadar devam etti.
Bu anlaşma, Lübnan-İsrail sınırının denize kavuştuğu yere kadar kıyı şeridinin bütününü içine alacaktı. Galile’yi Fransızlara bırakacak şekilde Taberiye Gölü’ne uzanacaktı.
Fransız nüfuz bölgesinin güney sınırı, Fırat ile Taberiye Gölü arasında bugünkü Suriye sınırından geçmekte olan, daha sonra Dicle ile bu nehri izleyerek Küçük Zap Suyu'yla birleştiği yerde buluşmakta ve bu nehri izleyerek ve Kerkük petrol havzasını Fransa ile İngiltere’ye ait iki bölgeye bölecek şekilde ilerleyerek İran sınırına bağlanmaktaydı.
Daha sonra hemen akabinde Filistin konusu ele alındı.
4 Şubat 1916’ya kadar son pürüzler giderildi, İngiltere imzaladıktan sonra Kürdistan paylaşıldı, 8 Şubat'ta da Fransa imzaladı, 9 Şubat’ta Paris’teki Rus büyükelçiliğine bildirildi.
Ruslar bu antlaşmaya temelde itiraz etmedi. Kürdistan’ın Cizre ve Urmiye gölü arasındaki kısım Fransa bölgesinden çıkıp, Ruslara verildi.
Fransa’nın bölgesi Sivas’a kadar genişletildi. 26 Nisan’a kadar taraflar arasında değiş tokuşlar tamamlandı. Nihayetinde 16 Mayıs 1916 yılında imzalandı.
16 Mayıs 1916 da başlayan süreç 1927 yılına kadar devam etti. Kerkük Orta doğunun istikrarı açısından çok önemli bir bölgedir. Coğrafik olarak Türkiye, İran, Suriye arasındaki ticari yollar üzerindedir. 1921 yılında oluşturulan Irak, İngiltere’nin denetimindeydi.
1925 yılına kadar yapılan, İngiltere ve Türkiye arasında ki anlaşmalar, yürütülen politikalar statüsüz bırakılan Kerkük yapay bir devlet olan Irak'a devredildi. Bu dönem Kerkük’ü, Kürtsüzleştirme politikalarını da içinde barındırıyordu.
Kerkük’ün ilk Araplaştırma girişimleri, 1916 Sykes-Picot antlaşmasından sonra başladı ve 31 Ekim 1918'de, İngilizler, Mondros Ateşkes Anlaşması'nın bir parçası olan Kerkük’e girmeye başladılar.
General Marshal komutanlığında İngilizler, zaten 17 Mayıs 1918'de zaten girmişlerdi. Mondros Anlaşması ile şehri işgal ettiler.
İngilizlerin Kürdistan sorununa karşı özelikle de özelde Kerkük bölgesine karşı politikasını tamamen değiştirdi. Bunun nedeni ise Kerkük’te keşfedilen petrol rezervleriydi.
1925 yılında petrol şirketlerinin kurulması çabaları yoğunlaştı. Şirket, Irak’ın farklı bölgelerinden, Arap ve Ermeni, işçiler getirmeye başladı.
Kerkük bölgesinin merkezini oluşturduğu Osmanlı Musul vilayeti 1925’te Irak krallığına bağlandı.
Güney Kürtlerinin geleceği Musul sorununa bağlı olarak Türk, İngiliz ikili görüşmelerinde ele alınmıştır.
Kürt devleti Kurmakla suçlanan İngilizler, 1925 yılında Londra’da hazırladıkları Irak Anayasa’sında Kürtlere hiçbir siyasi hak vermemişlerdir.
Anayasanın bu şartlar altın da 1926 yılında uygulanmaya konmasından sonradır ki, Türkiye rahat bir nefes almış ve İstanbul’da Musul sorununa bir son vermiştir.
(Hasan Yıldız)
Daha sonra, Mecliste yer alan Kürtlerin tartışmaları göz önüne alındığında, bu tespitin abartma olmadığı görülecektir.
Çünkü özellikle güneyde süren Kürt direnişlerinin tarihsel bir karakteri vardır. Hasan Yıldız'ın dile getirdiği, 3 Ocak 1923 tarihli meclis görüşmesi, detaylar içinde, hassas noktaların ortaya çıktığı önemli bir gündür.
Fransız belgelerinde geçen bu konuşmalarda İzmit Mebusu Sırrı Bey, Musul’un yasal durumuna ne olduğuna ilişkin verdiği bir gensoru önergesine aldığı yanıtta, üstü kapalı olarak değinmektedir.
Sırrı Bey, eski bir İngiliz belgesinden bunları okur:
Güney Kürdistan, yani Musul ve Kerkük bölgesi Irak’a bağlı değildir, dolayısıyla Faysal emrine bırakılmamıştır. Bu topraklar doğrudan doğruya Yüksek Komiserliğe bağlıdır. Arap Hükümeti’nin yetkileri dışında bulunmaktadır.
Bu bilgiler Kemalistler için yeni değildir. Ancak Sırrı Bey bu bilgiler gerisinde bir “kuşku” aramaktadır.
Kürdistan’ın İngiliz Yüksek Komiserliği’ne doğrudan bağlanması, bu topraklar üzerinde, Irak gibi, Kürt Devleti’nin de kurulması demektir.
Böylesi bir devlet sorunuyla, Türk Hükümeti’nin ilgisinin nereden başlayıp nerede bittiğini ve Türk çıkarlarının ne olduğunu, öğrenmek için verdiği gensoru önergesine Türk Dışişleri Bakanı’nın verdiği yanıt, “doğruların bilinmesi için sorunun derinleştirilmesi” gerektiğidir.
Sırrı Bey için Kürtlerin Irak Devleti’ne doğrudan bağlanması, İngilizlere bağlanmasından daha az tehlikeli görünmektedir.
23 Ocak 1923 günkü görüşmelerde, her iki taraf da birbirilerine daha önce yazdıkları mektupları tekrar ederek savunmaya geçmişlerdir.
14 Aralık 1922’de Lord Curzon’un mektubuna, 23 Aralık 1922’de, İsmet İnönü yanıt vermiş, bunu 26 Aralık’ta Lord Curzon’un, 29 Aralık’ta İsmet İnönü’ya yazdığı mektuplar takip etmiştir.
İsmet İnönü, ilk mektubunda, sorunu, etnografik, politik, tarihsel, coğrafik, ekonomik ve Misak-ı Milli olarak 7 bölümde incelenmiştir. 23 Ocak 1923 tarihli oturumda da esas olarak bu mektuplara bağlı kalınmıştır.
Musul, Kerkük, Süleymaniye’deki nüfusu Lord Curzon’un 785 bin 468 olarak göstermesine karşın, İsmet İnönü 503 bin olarak göstermiştir.
Bu nüfus içinde Kürtlerin en kalabalık sayıyı oluşturduğu iki tarafça kabul edilmiştir. İki tarafın nüfus karşılaştırması şöyledir:
Musul tartışmaları o kadar biçimsel ve renksizdir ki, İsmet İnönü ’nün konuşmasını, karşılıklı yazılan mektupların okunması biçiminde sürdürmesi karşısında, Lord Curzon araya girip, bunu okumanın gereksiz zaman kaybı olacağını söylemiştir. Ancak karşılıklı iddialar yine de aynı biçimsel tonda devam etmiştir.
İsmet İnönü, nüfus verilerinde Musul ilinde 410 bin 790 Kürt ve Türk’e karşı 31 bin gayrimüslim ve 43 bin Arap olduğunu iddia etmiştir.
Arapların bu kadar az sayıda olmalarının nedenini ise Türklerin, “uzun süren Araplarla ilişki kurmuş ve Arapça öğrenmiş olmalarına” bağlamıştır.
Bu karmaşık toplumsal yapı içinde Türk tarafınca 18 bin, İngiliz tarafınca 30 bin gösterilen Ezidilerin durumunu, İsmet İnönü ilginç bir tarzda şöyle açıklamaktadır;
Yezidiler Kürt'türler, doğal olarak gelenek ve görenekleri Kürtlerinki gibidir. Aralarında yalnız mezhep ayrılığı vardır, bu yüzden onları birbirinden ayrı tutmak doğru olmaz. Nasıl aynı ulusun bireylerini, kimisi Katolik kimisi de Protestan olduğu için ayrı soydan saymak doğru olmazsa, Yezidilerle Kürtleri de birbirinden ayrı tutmak haksızlık etmek olur.
“Bu konuda aşağıda okuyacağız belge yol göstericidir.” Okuyacağınız belge, Kerkük ve bölgenin Kürtsüzleştirilmesi ile ilgili önemli bir veridir.
Belge:
Bağdat Vilayeti'ne Şifre (gizlilik esasına binaen) bizzat Vali tarafından şifrenin çözülmesi
Irak’ta meskûn ve eski ahaliden sayılmış bulunan Türklerin nüfuslarının miktarı sosyal durumları hakkında sağlıklı ve doğru bilgi elde edilmesi ileride buralara iskân edilecek Aşiretler için tatbik edilecek siyaset açısından fevkalade mühim ve elzem bulunduğundan Bedre, Horasan, Haneqin, Mendeli ve Divaniye gibi kazalarla vilayetin ve sair yerlerde bulunan Türklere dair bundan böyle acilen ve süratle bilgi verilmesi.
Vilayet dâhilinde ki yerli Türklerin miktarı nedir ve bunlar hangi Liva ve Kaza ve Nahiye dâhilinde ikamet etmektedirler bulundukları yerlerin Arap veya Kürd ahalisine nispetle çoğunlukta mı? Yoksa azınlıkta mıdırlar? Arap veya Kürd lisan ve âdeti bunlara nüfuz etmiş mi? Etmiş ise ne derecededir. Aile arasında hangi “lisanla” konuşurlar diğer unsurlar ve Irklara göre hükümetle alakaları ve iktisadi mevkileri ne nispettedir? Çocuklarına İlköğretim tahsillerini ne gibi müesseselerde ve hangi dillerde yaptırıyorlar. İçlerinde asimile olup Araplaşan veya Kürtleşen var mıdır?
İçlerinde Araplığa, Kürtlüğe temessül (benzeme) etmiş veya temessüle müsait bir hale gelmiş aileler zümreler var mıdır?1 Mayıs 1916
İçişleri Bakan yardımcısı.
Devam edecek...
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish