Karanlık Lord Voldemort’un ölümü…

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

İran halkı 60’larda Musaddık ile başlayan ve 1979’a kadar süren mücadelesi boyunca despotizme karşı özgürlükleri "azadi" sloganıyla savunmuş, ne Amerikan ne Rus-Çin emperyalizmine bağımlı olmayı kabul etmemişti. “Ne Doğu Ne Batı” sloganı bunu temsil ediyordu.

1979’da yaşanan halk devriminin sonucunda yaşanan iç çatışma teokratik bir rejimin kurulmasıyla sonuçlandı.

Şah’ı deviren Ali Şeriati/Talegani çizgisindeki yenilikçi İslamcılar, sosyalistler ve liberaller iktidar konumundan adım adım tasfiye edildiler; rejim kendisini gelenekçi Şii çizgi üzerine bina ederken.

İmam Humeyni’nin vefatının ardından sivil siyasetin özerk zemini reformist-gelenekçi İslamcılık alanlarında siyaset yapma imkanı sunuyordu.

Sistem toplumsal tepkileri yumuşatan bu ikili sistemde son sözü Hamaney söyleyerek rejimin sürekliliğini sağlıyordu.

Ancak bu özerk alan da 2009 seçimlerinde resmi ideoloji alanlarını zorlamaya başlayınca reformist İslamcı çizgi de tamamen “Yeşil Fitne” tanımlamasıyla illegalize edildi.

2011’e geldiğimizde Musevi ve Kerrubi ev hapsine alındı. 2009 sonrası süreç rejimin otoriterlikten tamamen diktatörlüğe evrildiği bir dönemi içeriyor.

İran tüm bu süreçte ideolojik despotizmini antiemperyalizm retoriği ile süslüyordu.

Devrim sloganlarının içinin boşaltılması, İran derin devlet geleneğinin Şah’ın tacını mollanın sarığıyla değiştirmesinin paradigma olarak pek de bir şeyin değişmediğini gösterecekti.

Rejim içeride aşama aşama baskıyı arttırarak görece/göstermelik demokratik işleyişini azaltırken bu sırada da bölgesinde emperyal stratejilere hız verdi.  

İran rejiminin resmi ideolojisi, İmam Humeyni’nin “İslam Fıkhında Devlet” kitabında teorize edilmiştir.

İslam Cumhuriyeti, “Mehdi gelene kadar ortamı hazırlama” misyonu ile kendisine kutsal meşruiyet atfeder.

Bu sebeple Velayet-i Fakih şeklinde tanımlanan “Devrim Rehberi” Mehdi gelene kadar onun vekilidir.

Bu kutsal misyon gereği İran rejimi, kendisini ne halka ne de bölgeye, uluslararası hukuka karşı sorumlu görmez bilakis bunları gereksiz ayak bağları olarak görür. Her kutsal devlet gibi!

Devrim Rehberi/Veliyyi Fakih Hamaney’in kutsal diktatörlüğünü bu bağlamda ortaçağdaki Roma Katolik Kilisesi’ne benzetebiliriz. 


Peki, koskoca bir ülke yönetimini ve bölgeyi bu denli derinden etkileyen Mehdi inancı nedir?

Şiiler, 873 yılında 12. İmam Mehdi’nin doğduğuna inanıyor. Ancak tüm tarih kaynakları 11. İmam’ın kısır olduğunu yazıyor.

Doğduğu varsayılan Bebek Mehdi’yi ise sadece 4 kişi görmüş. O 4 kişi daha sonra bu bebeğin bir mağaraya saklandığını iddia etmişler.

69 yıl boyunca kimsenin yüzünü görmediği Mehdi, sonra 940 yılında Gaybet-i Kübra’ya çekildiği yine bu 4 kişi/naib tarafından iddia ediliyor.

Şii inancına göre, 1080 yıldır meçhul Mehdi aramızda dolaşıyor ya da bir yerlerde gizleniyor.

Bir gün Mehdi olduğunu tüm dünyaya açıklayacak ve yeryüzünde mutlak adaleti tesis edecek.

Bilimsel-tarihsel bir dayanağı olmayan tamamen subjektif bir inanca dayanan bu iddialar üzerine bir siyasal resmi ideoloji ve rejim inşa ediliyor.

İşte “Mehdi’nin ordusu” da bu mitolojik senaryoda kendisini her türlü uluslararası hukukun, insani yönetim ve halk iradesinin üzerinde görüyor.

Bu yüzdendir ki İran derin devleti, içeride halkı sindir, dışarıda sömürgeci biçimde yayılma stratejisine hız veriyor.

İran rejimi bu bağlamda kademe kademe İslam Cumhuriyeti’nde halk iradesinin sahip olduğu hakları darlattıkça daralttı. 2009’da şaibeli bir seçim sonrası reformistleri bastırdı.

Türklerin, Kürtlerin ve Beluçların insan hakları taleplerini görmezden geldi. Basın özgürlüğü vb. minimum özgürlükleri bile boğmayı da kendine hak gördü.

Ekonomik çöküş de son olarak 2017 ve 2019’da ülke çapında kitlesel protesto gösterilerinin yaşanmasına sebep oldu.

15 Kasım’da başlayan ve 21 büyükşehirdeki sivil eylemcilere açılan ateş sonucu en az 106 kişi katledildi. 
 

Ferhad Keyhusrevi.jpg
İran'daki gösterilerde, eylemcilere açılan ateş sonucu öldürülen 14 yaşındaki Ferhad Keyhusrevi / Fotoğraf: Iran News Wire


Tahran rejimi, içeride kendi halkını ezerken bölgede de İsrail’in çevreden kuşatma stratejisinin aynısını tatbik etti.

Bu stratejiye göre, komşularını onların komşularıyla ittifaklar kurarak kendi arkalarından kuşatmayı hedef belirledi.

Örneğin Türkiye’ye ve Azerbaycan’a karşı Ermenistan’la, Saddam Irak’ına karşı Esed Suriye’si ile Pakistan’a karşı Hindistan’la işbirliğini geliştirdi.

Bununla da kalmayarak “Ne Doğu Ne Batı” sloganının tam tersi istikamette ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerine destek verdi.

Rusya ve Çin emperyalizmi ile de alenen müttefik oldu.  “Ne Doğu Ne Batı”, Hem Doğu Hem Batı olmuştu…


İran, Irak’ı sömürmekle kalmadı, Suriye’de IŞİD’in yıkımından daha büyük bir tarih, kültür yıkımına öncülük etti.

Ülkenin en büyük ikinci kentinin yerle bir olmasının baş mimarı, yani Halep kasabı oldu.

Süleymani’nin bizzat yönettiği Halep saldırısında 300 bin sivil açlıkla ve ölümle yüz yüze kalmış; en az 3 bin 500 sivil de katledilmişti.

İran rejiminin Ortadoğu tetikçisi Kasım Süleymani “kutsal bir savaşçı” Haryy Potter’daki Karanlık Lord Voldemort gibi…

Sadece Mehdi’nin vekilinden emir alan hukuk üstü bir savaş lordu.

Mehdi’nin gelişini hızlandırmak için kötülüklerin de artması gerekiyor tabi. “Tanrı’yı kıyamete zorlayan” evanjelistler gibi… 

E o zaman çocuk öldürmenin, kadınlara tecavüz etmenin, sivil göstericileri zindanlarda işkence etmenin, tarihi kadim şehirleri yerle bir etmenin, köyleri yakmanın da bir mahzuru kalmıyor!

Varlığı meçhul bir Mehdi heyulası adına tüm yeryüzünü ateş vermeyi kutsal bir misyon görmenin nasıl şizofrence bir şey olduğunu hep birlikte şahit oluyoruz.

İşte bu zihniyetin hukuk üstü komutanı Kasım Süleymani, Suriye’deki sivil muhalefeti marjinalize ederek gerilimi mezhep savaşına dönüştürme stratejisini adım adım uyguladı.

Önce Şebbiha çetelerine Sünni köyleri bastırtarak katliamlar yaptırtırken o süreçte dünyanın dört bir yanından “Şii Cihatçıları” Suriye’ye topladı.

Tarihe geçen katliamların başında el-Beyda, Tireymse, el-Hula baskınları, Humus ve Halep ve Doğu Guta’nın yıkımı geliyordu.

Süleymani’nin özellikle tarihi Halep kentini yerle bir etmesinin ardından kente Rus generalle birlikte muzaffer bir komutan edasıyla çektirdiği fotoğraf unutulmadı. 
 

Halep.jpg
Fotoğraf: Dailymotion


“Şii Cihatçıların” katliamlarıyla toplumsal cinneti besleyen ve karşı Sünnici şiddeti gittikçe arttırarak kısırdöngü sarmalını genişleten Süleymani Suriye krizinin kangrene dönüşmesinin baş mimarlarından biri oldu…

Süleymani’nin komuta ettiği Şii milis gruplarının detaylı haritasını şuradan inceleyebilirsiniz.


Bosna soykırımında Miloseviç-Karadziç-Mladiç üçlüsü neyse Hamaney-Esed-Süleymani üçlüsü de o demekti. Tabi Suriye için yanlarına Nasrallah’ı da eklemek gerek… 

Biri soykırımın siyasi lideri; ikincisi yerel lideri; üçüncüsü de tetikçi. Bosna’da da, Suriye’de de her iki kanlı üçlünün de küresel hamisi Moskova oldu.        

Süleymani’nin karanlık lord olmasının sebebi, hem İran içerisindeki askeri vesayetin gerçek lideri olmasından hem de Ortadoğu'daki İran sömürgeciliğinin askeri aklı olmasından kaynaklanıyor.

Cumhurbaşkanı Ruhani’nin bir figürandan meclisi de bir dekordan ibaret. Süleymani ise İran halklarını ezen oligarşinin komutanıydı.

Yemen’de darbe yapan ve ülkeyi iç savaşa sürükleyen Husilerin akıl hocasıydı. Lübnan’da Hizbullah’ı ve Irak Haşdi Şabi’yi yöneten “üst akıl” da Süleymaniydi.

Bu açıdan Mehdi’nin Vekili Hamaney, vezirini, sağ kolunu kaybetti diyebiliriz. 


Küçük emperyalistlerin büyük emperyal güçlerle girdiği çıkar ilişkileri aynı zamanda tehlikeli bir kurtlar sofrası ilişkisidir.

Daha güçlü katiller kendilerine oyun oynayan daha zayıf katilleri zamanı geldiğinde vurmaktan çekinmezler.

Kullanma, kullanılma ve birbirinden yararlanma denklemi tarafların güç dengesine göre şekillenir. İran ruhban oligarşisinin hesap edemediği şey de kendi mitolojik inançlarından aldıkları sahte özgüvende yatıyor. 

İran’ın, Irak’ta ABD işgali sonrası ABD ile partner olması onun nasıl oportünist bir kıvraklığa sahip olduğunu gösteriyor.

Beraber kurdukları yeni Irak sisteminde ABD’nin rolünün gittikçe zayıflaması ve Irak’ın açık bir İran sömürgesine dönüşmesi ise geçtiğimiz yıl Tahran rejimine karşı başlayan Şii Baharını doğurdu.

Ekim ayında başlayan sivil barışçıl gösterilere Süleymani’nin keskin nişancılarının cevabı 104 kişiyi katletmek oldu. İran sömürgeciliğine karşı karşı Şii Baharına karşı Hamaney’in cevabı ise sömürge valisi Süleymani’ye Irak’ta kaosu arttırma emri vermek oldu.

Ruhban rejimi benzeri bir tavrı İran’ın sömürgeleştirmeye çalıştığı bir diğer bölge ülkesi Lübnan’da da gösterdi.

17 Ekim Halk hareketi milyonlarca sivil ile Lübnan sokaklarını doldurduğunda Kasım Süleymani ile birlikte Irak’ta bulunan Hizbullah lideri Nasrallah halk hareketini tehdit etmiş, Lübnan’daki İran yanlısı çete mensupları da sivil göstericilere sopalarla saldırmıştı. 
 

ıraq reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters


Sistani’nin köşeye sıkıştırılması, Cumhurbaşkanı Berhem Salih’in istifa etmek zorunda kalması ve İrancı milislerin ABD Büyükelçiliğinin basması gövde gösterisine dönüştü.

İşte tam bu anda yani en güçlü olduğunu zannettiği anda Trump, Süleymani ve Haşdi Şabi lideri el-Mühendis’in öldürterek kimin kullanılan kimin kullanan olduğunu, kimin esas güç kimin boşluklardan faydalanarak şişen balon olduğunu göstermiş oldu.

ABD’nin işgal süreci sonrası Irak’tan kademeli çekilme ve Sünni-Şii çatışmasıyla bölgeyi istikrarsız tutma stratejisi Tahran’a bir fırsat gibi gösterildi.

Mollaların bu “fırsat”ı kendilerinden kaynaklanan bir güç vehmine kapılmalarına yol açtı. Oysa durum tam tersiydi.

Sünni-Şii çatışmasının önünün açılması ve Şiici yayılmacılık kısa vaadede Tahran’ın güçlendiği vehmine kaptırsa da aslında rejimi gittikçe zayıflatan hormonlu bir genleşme demek. 
 


Sosyal altyapısı ve halk desteği olmayan her sömürgecilik gibi İran sömürgeciliği de aslında en güçlü/geniş olduğu anda en zayıf noktaya gelmiş demekti.

ABD işte bu gerçekten hareket ederek İran yayılmacılığına yön veriyor. Ve en rahat-güçlü olduğu anların en zayıf an olduğunu gösteriyor.

Kendisini Irak’ın efendisi zannettiği için rahatça Bağdat Uluslararası Havalimanı’nda dolaşan Süleymani’nin nokta atışıyla vurulmasının mesajı da burada yatıyor…   

Cevabını bekleyen sorular ise şunlar:

Süleymani’nin Şam’dan Bağdat’a hareket etmesine dair istihbaratı dakikası dakikasına kim sızdırdı? Rusya mı? Yoksa Esed muhaberatı mı?

CIA Trump’ın emriyle Rusya’yı hedef alan büyük bir terör saldırısı hazırlığının istihbaratını önceden haber vermişti. Yoksa Irak Cumhurbaşkanlığı mı verdi bilgileri?

Sonuçta Necef önderliğini boyunduruk altında tutan Kum mollalarının temsilcisiydi Süleymani… İran’ın artan etkinliğinin altyapısı olmayan bir genişleme olduğunu gören tüm bu aktörlerin ortak uzlaşısı da diyebiliriz elbet.

Tahran yandaşlarının “Hepimizin Şehidi” dediği Halep Kasabı yukarıdaki tarafların “hepsinin kurbanı” olabilir mi?

Süleymani gerçekten de Kudüs Gücü komutanı olsaydı da Suriye’de Halep’i yıkmak yerine Golan Tepeleri'nde İsrail işgaline karşı savaşabilirdi.

Kendisi Irak’ı sömürürken değil de Golan Cephesi’nde kahramanca savaşırken ölseydi “Hepimizin Şehidi” olarak tarihe geçerdi. Ama gerçek böyle değil…    

İran’ın para ve nüfuz yoluyla kendisine bağımlı kıldığı kesimlerin, partilerin, örgütlerin ve şahsiyetlerin Süleymani’yi “kahraman”, “şehit” ilan ettiğine bakmayın.

İran halkı ve Ortadoğu'nun mazlumları, onu işlediği cinayetlerle hatırlayacak…

 

 

1 Detaylı tarihsel araştırma için bkz. Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi, Şuradan Velayeti Fakihe, Ahmed El-Katib, Otto Yay. Ankara 2016

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU