Netflix sinemayı öldürüyor mu, yoksa kurtarıcısı mı?

Sinema tüketicisinin kullanıcı deneyimleri konusunda bir devrim yaratan Netflix, ikonik sinema salonunu açık tutmak ve bu sevilen kurumu kurtarmak için bir kiralama anlaşması yaptıklarını duyurdu

Fotoğraf: technopat.net

İlk olarak dosyayı ele almamıza ilham veren haberle başlayalım;

Amerika’nın en eski sanat merkezlerinden biri ve New York’un kalan son tek salonlu sineması olan Paris Sineması, 2019’un başında sinemaseverlere duygusal bir şekilde veda etti. 

Aradan geçen 11 aylık süreç sonrasında salon, New Yorklu başarılı yönetmen Noah Baumbach imzalı "Marriage Story"nin gösterimleriyle kapılarını yeniden açtı.

Sinema tüketicisinin kullanıcı deneyimleri konusunda bir devrim yaratan Netflix, bu ikonik sinema salonunu açık tutmak ve bu sevilen kurumu kurtarmak için bir kiralama anlaşması yaptıklarını duyurdu.

Şirket, sinema salonunu özel etkinlikler, gösterimler ve filmlerinin sinema gösterimleri için kullanmayı planlıyor.

Bu haberi Twitter’da heyecanlı bir şekilde paylaşırken şu cümleleri kurmuştum; 

Netflix, 'Sinemayı öldürüyor' diyenlere tokat atmış!

New York’un ikonik sineması Paris Theatre ölmek üzeredir,


Netflix’in Oscar adaylığı konuşulan filmi 'Marriage Story' bu sinemada gösterime girer.


Bu tweet'i attıktan birkaç saat sonra Los Angles Türk Film Festivali kurucularından bir tanesi olan yakın arkadaşımın WhastApp’tan bana verdiği bilgiye göre, Netflix sadece New York’taki Paris Theatre’ı almamış.

Arkadaşım, şirketin, Paris sinemasıyla birlikte Hollywood’un belki de Kodak Theatre’la birlikte (Oscar Ödüllerinin verildiği salonlar) en ikonik salonlarından birisi olan Egyptian Theatre'ı da aldığını ifade etti. 

Bu satın alımların hemen öncesinde Netflix yapımı Okja’nın oyuncularından Tilda Swinton, BBC’ye verdiği mülakatta “Netflix’in dünyanın her bir şehrinde bazı büyük büyük sinemalar inşa edeceğini umuyorum. Onların yapmasını istediğim şey buydu” ifadelerini kullanmıştı.

Yukarıdaki iki haberden çıkan sonuca bakacak olursak, Netflix, büyük festivallerde yarışırken, festival üyelerinin "Platform filmlerini yarışmaya sokmayız" engeline karşılık olarak sinema salonları alıp bu salonlarda yıl boyunca Netflix filmleri gösterme niyetinde olduğunu anlıyoruz.

Ancak Netflix’in satın aldığı sinema salonları öyle sıradan salonlar değil...

Egyptian Theatre, Holywood’da yer alan yıldızlar kaldırımının olduğu bir cadde üzerinde, Kodak Theatre’a 1 kilometre mesafede olan ve bağımsız sinemanın Los Angeles’taki kalbi olarak anılan bir mekan.

New York’taki Paris Theatre ise, sinema tarihinde de birçok filmde gördüğümüz New York’un tek salonlu, Amerikan tarihinin en özel salonlarından bir tanesi.

Şimdi gelelim asıl tartışmaya;

Netflix’in sinemayı öldürdüğünü söyleyen yönetmenler, festival üyeleri, sinema emekçilerinin olduğu bir dönemde, şirketin bu salon alma hamlesinin ardında ne yatıyor olabilir? 

Ve yüzlerce ülkede olan şirketin en önemli pazarlarından bir tanesi olan Türkiye’den, diziler, filmler satın almasının ardından da sinema salonları alma hamlesi görebilir miyiz?

Bu iki sorunun peşine düşmeden önce, Türkiye’de bu tarz ikonik salonlar kaldı mı, bunu sormak lazım...

Türkiye, sosyolojik olarak ele alınması gereken bir AVM toplumu oldu çıktı.

Kimi çiftler hiçbir alışveriş yapmaksızın AVM’lerin katları arasında geziyorlar;
AVM’ler de ışık düzeninden, yürüyen merdivenlerin konumuna kadar insanları bu tuhaf mekanlarda tutmanın derdinde.

Bu sürecin hızlandırıcısı da AVM'lerdeki sinema salonları.

Hatta öyle ki film öncesi ve aralarındaki reklamlarda bile AVM’nin içindeki dönerci çıkıyor karşımıza.

Konumuza dönecek olursak, AVM sinema kültürünün, sinemanın özü olan birçok duyguyu ortadan kaldırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Film izlerken (patlamış mısırı geçtik) sesli bir şekilde yenen ve nerdeyse bir öğün besine varan yiyecekler konusuna dek birçok konuda AVM sineması, sinemanın temeline adeta dinamit diziyor. 

Bu nedenledir ki insanlar, başarılı sanat filmlerini, bağımsız sinemanın örneklerini AVM'de izlemek yerine, evlerinde büyük ekranlar ya da projeksiyonlarla yakın arkadaşlarıyla birlikte izlemek istiyor.

Bu ihtiyaç da tematik sinema salonlarının doğmasına neden oldu.
 

Beyoğlu Sineması credit Salih Ustündag.jpg
Beyoğlu Sineması / Fotoğraf: Salih Üstündağ


Aslında yıllardır var olan bir kültürün yeninden görünür olmasına imkan sağladı, dememiz daha sağlıklı olabilir.

Kadıköy Rexx, Beyoğlu Sineması ve Kadıköy Sineması gibi örnekler, belli yapım ve dağıtım şirketleri ile girmiş oldukları işbirliği sayesinde AVM sinemalarında yer alan 10 salonun 9’unda Recep İvedik gösterilmesi durumunun da bir kaçış yolunu oluşturdu.

Aslında Netflix’in satın aldığı salonlara bakarsak bu tarz birer oksijen adaları olduklarını görebiliyoruz.

Çünkü bu tartışma ülkemize özgü değil.
 

Beyoğlu Sineması credit Salih Ustündag2.jpg

Beyoğlu Sineması / Fotoğraf: Salih Üstündağ


Bu konu ışığında az önce isimlerini zikrettiğimiz kendi temalarını oluşturan sinema salonlarının ticari olarak başında bulunan isimlere Independent Türkçe için iki soru yönelttik;

Netflix’in sinema salonu alma hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Salonunuzu Netflix’e satar mısınız?

Beyoğlu Sineması sahibi Utku Öğetürk ve Kadıköy Sineması'nın üçüncü kuşak sahibi Funda Kocadağ sorularımızı yanıtladı.
 

Beyoğlu Sineması credit Salih Ustündag3.jpg
Fotoğraf: Salih Üstündağ


Netflix'in kurulduğu günden itibaren ticari anlamda doğru hamleleri yapmasının yanı sıra sevilen bir marka olmak için de özel bir çaba gösterdiğini söyleyen Beyoğlu Sineması sahibi Utku Öğetürk, "Bunun en önemli örnekleri, Alfonso Cuarón ve Martin Scorsese gibi dönemin en önemli yönetmenlerinin, başka yapımcılar tarafından çekilemeyen filmlerine sahip çıkıyor olması" diyor ve ekliyor: 

Tabii ki bu durum kendilerinin de ödül sezonunda da konuşulmasını sağladığı aşikar. Sinema salonu alma, kiralama hamlesi de bu durumun bir parçası diye düşünüyorum.

Dünyanın önemli ve unutulmaya yüz tutmuş sinema salonlarına sahip çıkarak hem sinemaseverler tarafından saygı görüyor, hem de ödül sezonu gibi bazı kriterleri bulunan dönemler için karşısına çıkabilecek birtakım zorlukların önüne geçmeyi amaçlıyor.


"Peki, Salonunuzu Netflix’e satar mısınız?" diye sorduğumuzda ise Öğetürk şöyle cevap veriyor;

Tilda Swinton verdiği bir röportajda 'Netflix’in tüm dünyada benzer hamleler yapacağını duyduğunu' söylüyordu. Bu da doğrudan tabii ki akıllara Türkiye’yi de getiriyor.

Ancak, Türkiye’nin sinema salonlarına ilişkin içinde bulunduğu durum ile söz konusu haberlere konu olan birçok ülkedeki durum aynı değil.

O sebeple, Netflix’in tüm dünyada yaptığı yatırımlar, sinema salonlarını kurtarmak olarak görülürken, böyle olası bir hamle Türkiye’de bağımsız yapımlar göstererek sinemaseverlerin ulaşmakta zorlandığı filmleri yaptığı özel programlarla sunan sinema salonu işletmeciliğini iyice bitirir mi bunu tartışmak gerek.

 

Utku Öğetürk.jpg
Beyoğlu Sineması sahibi Utku Öğetürk


Beyoğlu Sineması'nın bugün itibarıyla 30 yılını doldurmuş, İstanbul’un en önemli kent sinemalarından bir tanesi konumunda olduğunu hatırlatan Öğetürk, Netflix'e sinema salona satma/kiralama ile ilgili çekinceleri ise şu sözlerle dile getiriyor:

Açıkçası sayısı iyice azalan böyle kıymetli sinema salonlarını, önümüzdeki dönemde nasıl bir yapılanmaya gideceği belli olmayan bir kuruma satmak, bundan önce yapılan ve Türkiye’de örnekleri de bulunan yanlışların tekrarlanması anlamına gelebilir diye düşünüyorum.


Netflix'in sinema salonu alma hamlesine dair görüşünü aldığımız br diğer isim olan Kadıköy Sineması'nın üçüncü kuşak sahibi Funda Kocadağ ise şu ifaleri kullandı: 

Son dönemde sinema kültürünü bireyselleştiren bir yapı olan Netflix’in küçük ekranlardan büyük beyaz perdeye geçiyor olması, topluca film izleme motivasyonunun her dönemde ne kadar güçlü olduğunu tekrar anlamamızı sağlıyor.

Film seyretmenin sadece play tuşuna basmaktan ibaret olmadığının, sosyalleşmeyi ve daha geniş bir anlamda aidiyet hissini sağladığının çok önemli bir kabulü bu durum. 


Kocadağ, "Dijital dünya için yapılan üretimlerle sinema salonları için yapılan üretimlerin iyice iç içe geçtiği bu dönemde Netflix gibi bir yapının sinema salonu satın almak yerine salonlara içerik desteği sağlamak gibi bir politikasının olabilmesi her kesimden sinemaseveri daha çok memnun edecektir" şeklinde konuştu.
 

Erol Kocadağ, Funda Kocadağ .jpg
Kadıköy Sineması sahipleri Erol Kocadağ ile Funda Kocadağ / Fotoğraf: Independent Türkçe


"Salonunuzu Netflix'e satar mısınız?" diye sorduğumuz da ise Kocadağ, "Ailemizde üçüncü kuşak sinemacı olarak salonun nöbetini devralınca Netflix’in salonu almak için kesenin ağzını çok açması gerekir diyerek bu konudaki gönülsüzlüğümüzü de belirteyim" dedi.



Tüm bu bilgiler ışığında çok tartışlan 'Netflix sinemayı öldürüyor mu yoksa kurtarıcısı mı' tartışmasının bir satranç oyununa döndüğünü, 160 milyar dolarlık şirketin de iyi bir hamle yaptığını söyleyebiliriz.

Hem de zamanlaması da manidar bir şekilde...

Çünkü;

Robert de Niro, Al Pacino ve Joe Pesci'nin başrollerinde olduğu üç buçuk saatlik The Irishman (İrlandalı) filmiyle sinemaseverlerin karşısına çıkan Martin Scorsese, geçtiğimiz haftalarda şöyle demişti:

Eğer benim filmlerimden birini ya da pek çok filmi izlemek isterseniz tavsiyem şudur ki, lütfen bunu telefondan izlemeyin. Bir iPad, büyük bir iPad belki olabilir. Bunu, ‘Ben yaptım’ diye söylemiyorum.


Scorsese, devamında şu önerde bulunmuştu:

Tercihen, bir sinemaya gitmenizi ve The Irishman’i başından sonuna kadar büyük bir perdede izlemenizi isterim.


Bakarsınız Netflix, abonelik paketlerine bir ek daha açar ve aylık 10 lira farkla bazı filmleri kendi satın aldığı ikonik salonlarda izletme keyfi yaratabilir. 

Böyle bir şey için aile paketimi bir üst teklife geçirmek için bir an olsun düşünmem, çünkü Martin Scorsese’ın The Irishman filmini 15’ inch Macbook ekranında izlerken en az 10 defa “bu filmi IMAX bir salonda izleseydim tadından yenmezdi’’ derken buldum kendimi. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU