Haber Global muhabiri Abdülkadir Konuksever, uluslararası ajansların "bir sıcak kare" için savaş coğrafyası Ortadoğu'nun ölümcül sokaklarına gönderdiği, elinde fotoğraf makinesiyle ölen çocuk gazetecileri ve bugünün haber yapmaktan çok haber olmaya çalışan muhabirlerini yazdı.
Konuksever'in çocuk gazetecilerin hikayesinden bahsettiği yazısı:
Neydi filmdeki replik? "İhtiyarlar öldüğünde geçmişimizi, çocuklar öldüğünde geleceğimizi yitiririz." Enteresandır, ilendiğinde bile "evladından gayrı" diyen bir coğrafyanın tüm iklimlerinde çocukların payına hazanın düşmesi…
Molhem Barakat Halep'li gürbüz, sevimli bir çocuktu. Suriye'de savaş başladığında, annesi ve iki kardeşi ile birlikte Türkiye'ye kaçmış, pek çok mülteci gibi her şeylerini geride bırakmışlardı. Gaziantep'e geldiler. Çatısı tenekeden bir barakaya yerleştiler. Yardımlarla, zekât ve sadakalarla kıt kanaat geçiniyorlardı. Ama yetmedi. Ailesinin sorumluluğu çocuk bedenine yüklenmişti. Antep sokaklarına düştü iş bulabilmek için. Çalmadık kapı bırakmadı. O kapılardan biri açıldığındaysa karşısına uluslar arası haber ajanslarından birinin temsilcisi çıktı. Hızlandırılmış on günlük medya eğitiminden sonra eline bir fotoğraf makinesi tutuşturuldu. Gerisin geriye canlarını kurtarmak için kaçtıkları Suriye'ye gönderildi.
"Dönersem gülümseyin"
Giderken ağlayan annesine ve kardeşlerine, 'şimdi ağlamayın ama dönersem gülümseyin' dedi Molhem.
Halepliydi ya Halep'e gitti Molhem. Evi yerle bir olmuş, mahalleler bombalardan yıkılmıştı. Yaşadığı sokaklar artık birbirlerinden ayrılamayacak kadar viraneye dönmüş ve kalın bir toz katmanı altındaydı. Ailesi için bastı fotoğraf makinesinin deklanşörüne. Elinde silah, öldürmekten başka bir şey düşünmeyen adamları tespit etti. Bombaların düştüğü yerlerdeki cehennemi, kolu bacağı kopmuş bedenleri fotoğrafladı. Bazen silahına dayanıp dinlenen yorgun bir savaşçıyı çekti makinesiyle. Fotoğraf karelerini anlaştığı ajansa gönderdi. Çok beğenildi enstantaneleri ancak ondan daha çok 'sıcak' fotoğraf istendi. 'Sıcak'tan kasıt ateş, ölüm ve daha fazla kandı. Bu en riskli çatışma alanlarına girmesi demekti. Yoksa para kazanamayacaktı. Çektiği yüzlerce kareden bir iki tane seçiyorlar ve fotoğraf başına 25-30 dolar veriyorlardı. Daha çok fotoğraf satmalıydı, bunun için de daha çok risk almalıydı. Öyle yaptı, en tehlikeli cephelere girdi, sokak savaşlarının arasına daldı. Her seferinde 'daha sıcak, daha sıcak' denilerek savaşın ortasına gönderildi. Aklında annesi ve kardeşleri vardı, belki çok fazla risk alıyordu ancak onların daha rahat yaşaması için başka çaresi de yoktu. Gözü kapalı daldı savaşın içine…
Molhem Barakat 2013 yılında Halep'te Kindi hastanesinde çatışmalar sırasında öldüğünde 17 yaşındaydı. Ancak kendisi gibi çalışan arkadaşlarının duyurmasıyla dünyanın haberi oldu varlığından. Bulunduğunda elinde hala fotoğraf makinesi vardı. Yıpranmıştı, kan bulaşmıştı ama hala sıkı sıkıya sarılmıştı makinesine. O ölümle yaşam arasında tutunduğu tek şeydi. Ailesinden uzakta, Halep'te toprağa verildi.
Molhem Barakat'ın ölüm haberini veren haber burada. Linkte Barakat'ın çektiği fotoğraflardan oluşan küçük bir galeri de var.
Molhem Barakat sessiz sedasız öldü. Henüz bir çocuktu. Pek az mecrada ölümü 'haber' olabildi. Çektiği kareler dünyanın tüm büyük gazetelerinde, internet siteleri ve dergilerinde yer alırken yitip gidişi küçük puntolarla duyuruldu.
Suriye'deki savaşta en çok çocuklar ölüyor, zarar görüyor. Toptan tüfekten olmasa, öldüğü yerde kalakalmış çürüyen bir bedenden kalkan sineğin taşıyacağı mikroba dayanamayacaktı elbette o incecik, zayıf, körpecik bedenler. Açlıktan, susuzluktan ve bombalardan kaçarken soluğunun kesilmesine dayanamazlardı. Dayansalar bile tel örgülerde parçalanacaklar, ırmaklarda boğulacaklardı. Gökten düşen üç ölümden ikisi çocukları buluyor coğrafyada. Molhem Barakat'ınki daha trajik. Kaçtığı savaşa uluslar arası ajansların kendi çalışanlarını riske atmamak üzere gönderdiği ve küçük paralara çalıştırılan Molhem yalnız değil elbette. Sadece 2013 yılından 2016'ya kadar tespit 17 çocuk gazeteci yaşamını yitirdi Suriye'deki savaşta.
"Teenage Journalist"
Belgeselci Umut Ayar savaşa gönderilen ve 'teenage journalist' diye adlandırılan bu çocukların peşine düştü. Suriye'de izlerini sürdü ve çalışma koşullarıyla ilgili çekimler yaptı. Halep'te yerel aktivist ve çocuk muhabirlerle konuştu. Reuters, Associated Press, Agance France Press, (AFP) gibi uluslar arası haber ajanslarının yanı sıra Washington Post, Guardian, BBC, Newyork Times gibi gazetelere, internet sitelerine çalıştıklarını tespit etti.
Ayar'ın tespitlerine göre pek çok yayın kuruluşu bu çocukları savaşa sürmekten geri durmuyor.
"Daha çok BBC, Reuters ve AFP kullanıyor bu çocukları. Çocuklar gazetecilik olarak değil para kazandıkları iş olarak görüyorlar. Temel problem çatışma görüntüleri resmettikleri zaman görüntü başına iyi ödeme yapılması. Normal kareleri 25-30 dolar ederken çatışma bölgelerinde sıcak anlar diye tabir edilen enstantanelerin karşılığı 150 dolara kadar yükselebiliyor. Çocuklar daha çok para kazanmak için sürekli çatışma bölgelerine gidiyorlar. Reuters ile görüştüm. Mail attım, bu çocukları nasıl ve hangi koşullarda çalıştırıldıklarını sordum. 'Sorumluluğumuz onlara kask vermek' diyorlar. Savunmaları şu; 'nickname kullanıyorlar kendilerini tanımıyoruz, bize ulaşıyorlar ve fotoğraf satmak istiyorlar biz de alıyoruz' diyorlar ancak bu doğru değil çünkü hızlandırılmış medya eğitimini kendileri veriyorlar ve bu çocuklarla bizzat tanışıyorlar. Batı medyası bu konuda ikiyüzlü davranıyor."
Umut Ayar'ın hazırladığı belgesel
Suriye'de devam eden savaş konusunda çocuk devşirmekte beis görmeyen batı medyası kendi kadrolu elemanlarını ancak güvenlikli alanlarda çalıştırıyor.
500 gazeteci savaşta öldü
En acısı çocuklarınki olsa da Suriye Özgür Basın Birliği Başkanı İbrahim Hüseyin'e göre Suriye'de 2018 Ekim ayına kadar yaklaşık 500 gazeteci Esed rejimi, DEAŞ ve PKK tarafından öldürüldü. İbrahim Hüseyin'in aktardığı bilgilere göre 350 gazeteci rejimin bombardımanlarında hayatını kaybetti. DEAŞ bölgelerinde 59 basın mensubu öldürüldü. PKK da 3 gazeteciyi katletti. Şu an itibariyle kendisinden haber alınamayan gazeteci sayısı ise 70'i geçti. Rejimin keyfi sebeplerle 12'si kadın 251 gazeteciyi tutukladığını kaydetti. Rejim hapishanelerinde 31 kişi de işkence edilerek öldürüldü.
Öldürülen gazetecilerin pek azı dünya medyasından. Kahir ekseriyeti Suriyelilerden müteşekkil ve onların çalışma şartları da çocuklarınkinden farklı değil. Şiyar Halil onlardan biriydi. Sky News'e çalışıyordu. Rejim tarafından tutuklandı, cezaevine atıldı, işkence gördü. Ancak Sky News onunla ilgili hiçbir sorumluluğu üstlenmedi. Umut Ayar'ın hazırladığı belgeselde Şiyar Halil ile bir mülakatta var.
Sömürü ve Ortadoğu
Suriyeli habercilerin küçük paralara çalışmalarının ardında belki de hayatta kalma güdüsünden daha güçlü bir olgu da var. Ülkelerindeki kirli savaşı, trajediyi dünyaya duyurma çabası çoğu zaman her şeye baskın geliyor. Sömürüyü kendisine hak gören batı, bu temiz duyguyu da suiistimal etmeden duramazdı elbette.
Evgeny Afineevsky Rus asıllı Amerikalı ve çok ödüllü bir yönetmen. Günün birinde Suriye ile ilgili bir belgesel yapmaya karar veriyor. Bunun için Suriye'ye, savaşın içine gitmesi gerekiyor. Ancak o tercihini Suriye'ye den değil İstanbul'dan yana kullanıyor. Suriye demek savaş, ölüm, tehlike demek zira. Bölgeden dönen gazetecileri, televizyoncuları buluyor ve onlardan savaş, çatışma görüntülerini topluyor. Montajını, kurgusunu, müziğini ayarlayarak belgeselini tamamlıyor. Belki de Molhem Barakat gibi çocuk habercilerin görüntülerinden de yararlanan Afineevsky'nin hazırladığı ve Suriye savaşını anlattığı belgeseli Emmys ödülü de alıyor. Normal gelebilir ancak kırmızı halıda çekilen görüntülerde Afineevsky Suriye'den geldiğini, kendisi yaşamış, kendisi tespit etmiş gibi savaşı anlatıyor. Görüntülerin kaynağını belirtmeye gerek dahi duymuyor. Söz konusu Ortadoğu ve üçüncü dünya ülkeleriyse sömürünün her türü mubah sayılıyor.
Afineevsky'nin kırmızı halıda arz-ı endam ettiği görüntüler
Barış Pınarı Harekatı'nda haber yapmaktan çok haber olmaya çalışan muhabirler
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye sınırındaki terör yapılanmalarına yönelik başlattığı Barış Pınarı Harekâtı tüm dünyanın dikkatini bir kez daha Ortadoğu'ya çekti. Yerli ve yabancı haberciler sınır hattında gelişmeleri canlı yayınlarla haber merkezlerine aktardılar. Türkiye sınırı boyunca pek çok sivil yerleşim birimi PKK ve YPG'lilerin hedefindeydi. Yüzlerce havan ve roketatar saldırısı yapıldı. Yirmiyi aşkın sivil yurttaş şehit oldu yüzün üzerinde sivil yaralandı. Haberciler de hedefteydi. Mardin ve Şanlıurfa'da sivil yerleşim yerlerine hedef gözetmeksizin saldıran YPG'liler, keskin nişancılarıyla medya mensuplarına da ateş açtılar. Büyük şans eseri yaralanan olmadı. Saldırıya uğrayan habercileri tenzih ederek devam edelim.
Harekâttan rol çalmaya çalışanlar da sahadaydılar. 'Ayh bize ateş ediyolar" diye yerlere yatandan tutun (bu arada kameramanı ayakta çekim yapıyor) havan saldırısında yakınlarını kaybetmiş kişileri olayın sıcağında mikrofonuyla taciz edenden, yaprak kımıldamayan ilçe sokaklarında gece vakti kameramanıyla gerilimli seri anons çekene kadar pek çok sözüm ona habercinin en başta kendi meslektaşlarına sıkıntı yarattılar. Haberciler kendi sorumluluklarını yerine getirmenin dışında bahse konu kişilerin yaptıkları yanlışları düzeltmeye de mesai harcadılar. Sınırda boşaltılan bir evden Suriye'de olduğunu belirterek yayın yapan televizyoncunun en başta yanı başındaki meslektaşından utanmasını beklersiniz ancak haber yapmaktan çok haber olmak için yola çıkmış birine anlatabileceğiniz çok fazla bir şey de yoktur. Şehitlerin, yaralıların geldiği, beka mücadelesinin verildiği sınır hattındaki bu teatral performanslar salt habercilere karşı değil koskoca bir ulusa, o ulusun sağlıklı haber alma hakkına da yapılmış saygısızlıktır. Olanı aktarmak üzere köprü vazifesi, çoğu zaman haberin öznesi olma dürtüsüne yeniliyor ne yazık ki.
Dünyanın sıkıntılı pek çok bölgesinden aktardığı haberlerle tanıdığımız usta gazeteci Mete Çubukçu sınırlarımızda yaşananlarla ilgili sosyal medya hesabından 'Ateş Altında Gazetecilik' kitabının kapağını; 'naçizane bilgiler, tecrübeler ve öneriler. Önceki kuşaklara saygılar, genç meslektaşlarıma sevgilerimle' notuyla paylaştı. Mete Çubukçu'nun bu naif yaklaşımını üzerine alınanların hiç değilse o kitabı alıp okumaları da gerekiyor. Okuduklarında sıkıntılı bölgelerde çalışmanın yollarından başka bir şey de öğrenecekler. Habercilik mesleğinin kutsallığını ve saygın bir görev olduğunu.
Yıllar önce tanıştığım Suriye'li bir Arap Ortadoğu için 'ölü insanlar atlası' tabirini kullanmıştı. Açıklamasını da; mazlumlar öldüğünde ruhları öldüğü yerde asılı kalır, adalet sağlanıncaya kadar gitmezler' şeklinde yapmıştı. Makûs talihi ve tarihi boyunca savaşların odağındaki Ortadoğu'da petrolün ve savaşların hiçbir zaman bitmeyeceği söylenir. Elbette sömürünün de. Habercilere düşen bu gerçekliği dünyanın geri kalanının gözüne sokmaktır, tüm çıplaklığıyla. Suriye'de ölen gazetecilerin yapmaya çalıştığı buydu. Molhem Barakat'ın da. O dönememiş ve ailesinin yüzünü güldürememişti ancak siz döndüğünüzde sevdiklerinizin yüzüne bakın, gülümseme arayın, sahici olmasına da dikkat edin. Aksi takdirde bilin ki haberden değil sömürmekten gelmişsinizdir.
Haber Global