20 Ocak 2025 itibarıyla, Washington DC'de (başkent Vaşinton) dolar milyarderlerinin ve "baş" yöneticilerin yani Chief Executive Officer – CEO'ların, "altın çağı" olarak tanımlanabilecek bir dönemin başladığını gözlemleyebiliriz.
Daha önce Neo-Orta Çağ ortamında vatandaş haklarının gerileme riskleri hakkında çeşitli yazılar yazmıştım.
Büyüyen bir Neo-Orta Çağ benzeri tekno-feodal bir düzen biçimi (yani paraya, kaynaklara ve teknolojiye hükmedenlerin çok büyük güç sahibi oldukları bir düzen) olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Çoğunlukla milyarderlerin, teknoloji şirketlerinin sahipleri dolar milyarderi iş insanları ve CEO'larının güce hâkim olduğu bir çağda, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) hem iç hem de dış politikalarında bu kesimin daha da etkili olacakları öngörülüyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
20 Ocak 2025'te, Donald Trump'ın ABD'nin 47. başkanı olarak Washington D.C.'deki ABD Kongre Binası'nda kapalı alanda gerçekleşen yemin töreni sırasında hazır bulunan önemli sayıda Milyarder iş insanı ve CEO'yu fark etmemek neredeyse imkansızdı (Başkan Trump, ardışık olmayan ikinci dönemi nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri'nin 45. ve 47. başkanıdır).
Tesla ve Space X'in CEO'su (Twitter X ve The Boring Company gibi birçok şirketin de sahibi) Elon Musk'ın, DOGE olarak da bilinen Kamu Verimliliği Kuruluşu (Department of Government Efficiency–DOGE) adlı geçici hükümet kurumunun başı olarak rol alması, birçok tartışmaya neden oldu.
Musk, Başkan Trump'ın ikinci döneminin ilk tam ayından bu yana, belki de Washington'daki en görünür iş insanı oldu.
12 Şubat 2025'teki bir basına açık toplantı esnasında Elon Musk, Başkan Trump'ın yanında ayakta dururken, odadaki en baskın figür olması ve rahat tavırlarıyla dikkat çekiyordu.
Beyaz Saray Oval Ofisi'nde 4 yaşındaki oğlu X Æ A-Xii (kısaca "X") ile beraber gelen Musk, resmi olmayan kıyafetlerle başkanın yanında basın önünde uzun süre konuşarak, ne derece etkili olduğunu kanıtlar nitelikte orada bulundu.
Sadece Musk değil, 2025 itibarıyla, Washington'da politikaların oluşmasında baskın bir ‘CEO' zihniyetini olduğu gözlemleniyor.
Birçok küresel iş insanına ve yöneticisinin vatandaşı olduğu bazı ülkeler için bu durum, artan yumuşak güçleri anlamına gelebilir.
Türkiye açısından belki ilk akla gelen kişiler Coca-Cola'nın eski CEO ve Başkanı Muhtar Kent ile Chobani'nin sahibi Hamdi Ulukaya olabilir.
Ama Amerika'daki popüler Kültür bakımından #SaltBae Nusret Gökçe de akla ilk gelebilecek kişiler olabilir.
Türkiye'nin yatırımcı ve girişimci dostu, yatırım yapılabilir bir ülke olarak algılanması, bu dönemde olumlu etkilere yaratabilir; tersi durum ise çok olumsuz etkilere sebep olacaktır.
Elon Musk gibi, Başkan Donald Trump'ın da milyarder bir CEO, Televizyon Programlarından ünlü bir Şahsiyet, Emlak Kralı ve iş adamı olduğu gerçeği de unutulmamalı.
Dolayısıyla, Grönland'ı bir Amerikan toprağı olarak "satın alma" zihniyeti, Gazze'nin ABD tarafından "sahiplenmesi", Ukrayna'nın trilyonlarca dolarlık değerli yer altı kaynaklarının "talep edilmesi" ve Kanada'yı ABD'nin eyaleti yapma fikrinin zikredilmesi gibi alışılmadık dış politika söylemleri, muhtemelen baştan el arttırma taktikleri olabilir.
İddialı pazarlık yapma yaklaşımının bir parçasıdır ( "Deli Adam Teorisi"ne benzer biçimde, çetin pazarlık öncesi atılmış adımlar olabilir.
ABD'deki hakim iş dünyasının ana yaklaşımlarında, verimlilik, karlılık, ve ABD'nin çıkarlarına yönelik alım – satıma dayalı (alımsatımsal/işlemsel–Transactional) kısa dönemli menfaat ilişkilerine odaklanma (Önce Amerika–America First yaklaşımı gibi) eğilimini sezebiliriz.
Dış politika kararlarına yönelik genel bir maliyet-fayda yaklaşımı da kaçınılmaz olarak ağırlıklı.
Ancak "Önce Amerika–America First" demek, "Sadece Amerika–America Only" anlamına gelmez.
İş dünyasının doğası göz önüne alındığında, Washington'daki yeni bu CEO zihniyetinin hakim olduğu yönetimle işbirliği yoluyla karşılıklı kazanımlar elde etmek de mümkün olabilir.
İş insanları karşılıklı menfaat fırsatlarıyla ilgileneceklerdir.
Dolayısıyla, kazan-kazan yaklaşımına sahip olabilen küresel iş liderlerini ve siyasi liderlerin Washington'da daha ciddiye alınabileceklerini düşünüyorum.
Bu nedenle, CEO'ların bu maliyet-fayda yaklaşımları, Washington'da giderek daha yaygın hale gelecektir ve yeni dönemde "müttefik" ülkeler de bu duruma daha adapte olmalılar.
Yeni dönemde, gezegenin en güçlü liderlerinden biri olan Başkan Trump ile dünyanın en zengin kişisi Elon Musk arası bir ittifak söz konusu.
Musk'ın Washington'daki etkisi, Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin 2025'te Beyaz Saray'da Başkan Trump'ı ziyareti sırasında resimlerden anlaşılır.
Toplantıda Musk'ın çocuklarının da bakıcılarıyla beraber orada yer almaları, enteresan bir kare olarak akıllarda kalacaktır.
Modi ve Musk arasında tartışılan konular arasında bilişim teknolojileri ve Uzay gibi alanlar bulunuyordu.
Washington gezisi sırasında Hindistan Başbakanı Modi, Başkan Donald Trump, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbbard, Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz, Milyarder CEO Elon Musk ve Hint kökenli Girişimci Vivek Ramaswamy ile de bir araya geldi.
Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Hindistan, birçok CEO ve uluslararası örgüt lideri yetiştirdi; bunlar arasında Hint kökenli ABD vatandaşı, Mastercard'ın eski CEO'su ve halen Dünya Bankası Başkanı olan Bay Ajay Banga da var.
Hindistan'ın yükselen yumuşak gücü, dünyanın en büyük demokrasisi olmasının yanı sıra, milyarlarca dolarlık şirketlerin ve kuruluşların birçoğunun başında Hint kökenli liderlerin olmasıdır.
Hindistan'ın iş dünyası üzerindeki etkisi, bu sayede potansiyel bir yumuşak güce dönüşüyor.
Milyar dolarlık küresel şirketlerin ve kuruluşların 20'den fazla Hint kökenli CEO'su var, bunların çoğu teknoloji şirketleri; Dünya Bankası, Google - Alphabet, YouTube, Microsoft, IBM, Adobe ve Palo Alto Networks bunlardan sadece birkaçı.
Dolayısıyla, CEO ve Milyarder Musk ile Hindistan Başbakanı Modi'nin görüşmeleri aslında o kadar da şaşırtıcı olmamalı (fotoğrafta Hindistan heyetinin karşısında oturan çocuklar ve bakıcılarını saymazsak tabii).
Elon Musk en çok SpaceX ve uzay programları için NASA'ya ilaveten, uygun maliyetli uzay programları yürütebilen Hindistan'ın uzay ajansı da ilgi çekici oldu.
Türkiye'nin de bir Uzay Ajansı, havacılık sektöründe atılımları ve birçok İnsansız Hava Aracı–İHA programları var.
Bu nedenle, Washington ve ABD'deki CEO'larla daha fazla iş birliği yapılabilmesi bakımından Türkiye'de büyük potansiyel ortak projeler olabilir.
Ancak, yatırımcı güveni ve Türkiye'nin yatırımcılar ve iş dünyası için "yatırım yapılabilir" bir ülke olarak algılanmasıyla anca bu potansiyel projeler hayata geçebilir.
Tabii ABD'de sadece tek başına CEO kafa yapısı (mentalitesi) ve yaklaşımları hakim değil.
Dış politikada ABD devlet aklı ve geleneklerine aşina yöneticiler de Trump yönetimi içerisinde mevcut.
Mesela ilk akla gelen, Dışişleri Bakanı Marco Rubio.
Dışişleri Bakanı Rubio, aslında oldukça deneyimli bir siyasetçidir ve Washington'daki yerleşik düzenin (Müesses Nizamın–Establishment), mevcut sistemin nasıl çalıştığını bilen isimlerden.
Rubio, genç yaşta Florida eyaletini temsilen Senatör olarak seçildi. ABD Senato'sundaki 100 senatörden biri olarak seçildi.
ABD Senatörleri, yeri geldiğinde Amerikan Başkanı hakkında dahi soruşturma başlatıp, sorgulayıp, hakkında yargılama süreçleri başlatabilirler (Watergate Skandalı sonrası Richard Nixon hakkında yürütülen soruşturmalar veya Bill Clinton'a yönelik yürütülen süreçler, akla gelen bazı örneklerdir).
ABD'deki birçok önemli atamalar ve uluslararası anlaşmaların tasdiki için Senato onayı gerekiyor.
Dolayısıyla, Amerikan Senatosu ve Senatörlerinin, dış politika kararlarında aktif rolleri olur.
Antik Roma döneminde de Roma Senatosu önemliydi; hatta İmparator Nero, senato tarafından "halk düşmanı" ilan edilmişti.
Roma Lejyonları her yere Roma Halkı ve Senatosu anlamına gelen Flamalar Taşırlardı; SPQR - Senatus Populusque Romanus.
Senato, bir organ olarak zaten yasamanın yürütme üzerindeki üst düzey denetim mekanizmasını temsil eder.
Bu nedenle, Marco Rubio, ABD'nin stratejik öncelikleri konusunda bilgilidir ve yeri geldiğinde diplomatik davranabilir.
Stratejik olarak ABD, Çin'i küresel güç dengesinde dengelemeyi öncelik olarak görülüyor ve Rubio da bu bakış açısını benimseyenlerden.
ABD-Çin rekabeti, Trump Yönetimi için başlıca dış politika meselelerindendir.
Nadir toprak minerallerine (nadir toprak elementlerine), doğal kaynaklara ve Panama Kanalı ile Kuzey Kutup Denizi Rotası gibi stratejik geçitlerdeki pozisyonlara olan ilgi de bu jeopolitik rekabet çerçevesinde okunmalı.
Gazze'nin Süveyş Kanalı'na yakınlığı ve Ürdün'ün Kızıldeniz kıyısındaki liman kenti Akabe'nin önemi göz ardı edilmemelidir, ABD'nin küresel stratejik hedefleri bakımından önemliler.
Ayrıca, Akabe limanı, ABD pazarına ayrıcalıklar sağlayan özel sanayi bölgesine sahip (Qualified Industrial Zone–QIZ).
ABD Dışişleri Bakanı Rubio ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Ukrayna meselesi ile ilgili baş başa Suudi Arabistan'da buluşup diplomatik olarak müzakereler değil "prosedürler" konusunda anlaştıklarını söyleseler de bunun ilk temas olduğuna şüphe yok.
Aynı tarihte Zelenski'nin Ankara'da olması da Türkiye'nin önemini gösteriyor.
Ancak, Rubio'nun da Trump Yönetiminin diğer mensupları gibi, ABD müttefiklerinin, artık daha fazla kendi savunma harcamalarının önemini vurguluyor.
Avrupa'daki müttefikleri desteklemek yerine, ABD'nin kendi stratejik hedeflerine odaklanacağı açık.
Kaynaklar ve ticaret yolları üzerindeki stratejik rekabet göz önüne alındığında, Kanada ve Grönland'ın ABD'nin ilgi odağında olması anlaşılabilir.
Bu konuda, "sahip olma", "edinme" veya "Amerika Birleşik Devletleri'nin bir parçası yapma" gibi iddialı söylemlerin CEO'lara özgü bir müzakere taktiği olabilir (Apprentice'i izleyenler için, bu pazarlık stratejileri tanıdık gelebilir).
Bu nedenle, Washington'daki mevcut zihniyetle müzakere edebilmek için yeni proje ve iş yapılabilir ortamlara sahip olmak önemli.
Türkiye'nin yatırım yapılabilir bir ülke olarak görülmesini sağlamak, Türkiye'deki vatandaşlara istihdam yaratarak ülke ekonomisine katma değer sağlanmasına vesile olur.
Yerli ve yabancı bütün yatırımcıların sağlayacakları yatırımlar, ülke ekonomisi için olumlu sonuçlar doğurur.
Türkiye'nin önemli jeo-ekonomik avantajı, Doğu ile Batı ve Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasında bir kesişim noktası olmasıdır; bu nedenle kesintisiz küresel tedarik zincirleri ve ticaretteki konumunu sağlamlaştıran yatırımlar önemli.
Türkiye'nin bir yandan ABD ile diğer yandan Avrupa'yla, Rusya ve Çin'le, Hindistan ve diğer Asya ülkeleriyle çok yönlü ilişkiler araması ve dengelemesi gerekir.
Bu nedenle, ABD-Türkiye ikili ilişkilerinin de, özellikle ekonomik işbirliği konusunda, daha da gelişmesi gerekir.
İlişkilerin sağlam zeminde gelişebilmesi için de istikrar ortamın ve ‘yatırım yapılabilir ülke' statüsünün muhafaza edilmesi gerektirir.
Yeni dönemde, Trump'ın kendini benzettiği gibi CEO'lar ve milyarderler «Krallar» gibi olacaklar.
Dolayısıyla Türkiye'nin de dış ilişkilerinde bu ekonomik ve özel sektör beklentilerini iyi okuyarak pragmatik politikalarla fırsatlardan yararlanması gerekecektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish