İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, Kırşehir’de Ahilik Müzesi’nin ardından Ahi Evran Zanaatkarlar Çarşısı’nda esnaf ziyareti yaptı. Dervişoğlu, Burada iktidar ile TÜSİAD arasında yaşanan gerginliğe ilişkin “Ben her zaman konuşan Türkiye vurgusu yapıyorum. İnsanlar, sivil toplum konuşmalı. Bundan iktidar da korkmamalı. Emekliler Derneği’nde konuya ilişkin daha detaylı konuşacağım” dedi.
Dervişoğlu, Tüm İşçi Emeklileri Derneği Kırşehir Şubesi’ni ziyaretinde, emeklilerin sorunlarına değinerek gündeme ilişkin şu açıklamaları yaptı:
Biz konuyla ilgili olarak başka siyasi partilerin yapmadığı bir şey yaptık bir emekli kurultayı topladım. Gerek şahsın gerek milletvekillerimiz emeklilerin sesi olabilmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünü oldukça fazla ve etkin bir biçimde kullanıyor. Ayrıca da konuyla ilgili hem araştırma önergeleri hem soru önergeleri hem de kanun tekliflerini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yansıtarak sizlerin kamuoyunda sesi olmaya gayret sarf ediyorlar. 14 bin 500 civarındaki bir emekli maaşıyla geçinebilmek mümkün değil. Sayın Başkan’ın ifade ettiği gibi refah payından beklentilerini karşılayacak ölçüde yararlanması icap ediyor. Emeklilerimizin intibak yasalarının çıkarılması gerekiyor. Emeklilik üzerindeki çeşitliliğin kaldırılması gerekiyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
“Türkiye'nin konuşması lazım”
Biz gittiğimiz her yerde ifade ediyoruz Türkiye'nin konuşması lazım. Türkiye sorunlarını tartışılan bir ülke olarak dışarıdan bakıldığında bütün sivil toplum kuruluşları siyasi partiler, kanaat önderleri, yazarlar, sanatçılar bunların susturulmasına yönelik bir takım çabalara da şahitlik ediyorsunuz. Türkiye konuşursa Türkiye'de demokrasi olur. Demokrasinin olduğu yerde hukuk olur adalet olur. Adaletin olduğu yerde yatırım olur, üretim olur. Yatırım ve üretimin olduğu yerde refah yükselir, huzur yükselir, mutluluk yükselir yani; işçinin, memurun, emeklinin fitreye muhtaç olmadığı bir ülkeyi inşa olmuş olur. Ama konuşmayı yasaklarsanız, demokrasiyi örselerseniz işte hukuk ve adalet tartışılır hale gelirse elbetteki Türkiye'de beklentilerinize karşılık bulabilme açısından zorluklarla karşılaşırsınız. Yani bunlar siyasi saiklerle ifade edilmiş laflar da değildir. Yani bu millet üzerinde insanları susturmaya yönelik baskıları mutlak surette ortadan kaldırılması lazım. Şimdi bakınız siyasi parti genel başkanları sözleri ve eylemleri yönüyle hapishanelere gönderiliyor, gazeteciler tutuklanıyor, yazarlar ve aydınlar topluma öncülük etmeleri gerekirken bir suskunluk sarmalına mahkum edilmiş durumda. En son hükümetin uygulamalarını hükümetin anlayacağı bir biçimde eleştiren TÜSİAD Başkanı ile ilgili de bir soruşturma başlatılıyor. Bu ülkenin üzerinde yargı gücünün hükümet tarafından demokrasinin kılıcı gibi sallandığına delalet eder uygulamalardır. Buradan bu uygulamaları yapanları da bir anlamıyla uyarmış olayım.
“Abdülhamid'in istibdat dönemi bile Tayyip Erdoğan'ın yönettiği Türkiye'den daha özgür”
Böyle bir Türkiye dışarıdan bakıldığında demokratik bir Türkiye görüntüsü vermez. Zaten yargımız tartışılıyor. Türkiye demokratik laik sosyal bir hukuk devleti diye tarif ediliyor ama demokrasiye bakıyorsunuz eksikliklerini görüyoruz. Hukuk bakıyorsunuz adalet ve hukukun tartışıldığını şahit oluyorsunuz. Sosyal bir hukuk devletinden bahsediyorsunuz emeklilere emeklilerimiz hayatta verdikleri hizmetin karşılığını alamayacak bir duruma gelmiş. İşte bir de işin laiklik tarafına baktığınızda taassup yönetmeye kalkışan bir yönetim anlayışı ile muhatap oluyorsunuz. Bunlar kabul edilebilir değildir. 1900'lü yıllarda Türkiye'de bugünden daha açık ve net altını çizerek söylüyorum Abdülhamid'in istibdat dönemi bile Tayyip Erdoğan'ın yönettiği Türkiye'den daha özgür. Bunun uluslararası kuruluşların yapmış olduğu uygulamalarda grafik haline getirdikleri görüntüleri var. Onun için bu ülkeye yönetenlere tekrar sesleniyorum: Türkiye'nin bir demokrasi ilkesi olması lazım. Türkiye'de insanların konuşabilmesi lazım, eleştirilmesi lazım hak ve hukukunu savunması lazım. Gerektiği zaman siyaseti ve yönetimi anlayışını sorgulayabilmesi lazım. Bunları yapmayı becerebilirsen önümüzdeki dönemlerde aydınlık bir Türkiye hayalini gerçekleştir, yaşama geçirmiş oluruz. Aksi takdirde baskı ile nereye kadar gidecek? Siyasi partiler susacak, emekliler susacak, emekçiler susacak, sivil toplum kuruluşları susacak. Hatta onun ötesinde susturulacak. Sanatçılar, aydınlar suskunluğa mahkum edilecek. Türkiye'de bir tek adam konuşacak ya da o bir tek adamın avanesi konuşacak. Yargının da bu konuşanın dışında birinin konuşması durumunda hemen vaziyet alarak talimatla hareket etmesi temin edilecek. Böyle bir şey kabul edilemez.
“Yasama yürütme yargı gitti yerine RTE geldi”
Türkiye'de 21 asırda yaşıyoruz. Hepimiz insanız, insan olmanın getirdiği haklardan hürriyetlerden yararlanıyoruz bir anayasal rejimle idare edildiğinizi iddia ediyoruz. Bir hukuk sistemimiz var, bir yargı sistemimiz var yine iddia ediyoruz ki yasama yürütme yargı birbirinden ayrı erkler hiyerarşisine göre hareket ediyor iddiamız bu ama yönetme anlayışına baktığımızda yasama yürütme ve yargı üzülerek söylüyorum ki tek bir kişinin denetiminde. Yani; yasama da Recep Tayyip Erdoğan yürütme de Recep Tayyip Erdoğan yargı da Recep Tayyip Erdoğan olmuş durumda. Bu kabul edilebilir bir şey değildir, demokratik bir ülkeye yakışacak uygulamalar değildir. Yasama yürütme yargı gitti yerine RTE Recep Tayyip Erdoğan geldi bu olmaz. Bu bir yere kadar bir iktidarı ya da iktidarın başındaki kişiyi korur ve muhafaza eder. İş başına geldikleri dönemleri bir hatırlasın. Yani bütün bu handikap rejim değişikliğine bağlı olduğu kanaatini taşıyorum. Parlamenter demokratik sistemden çıkıp tek adamla evrilme tehdidini ve tehlikesini hep işaret ettiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçmişten sonra yaşanmaya başlandı bütün bunlar. Bu ülke bir kişinin ya da onların onun etrafındakilerin keyfine göre yönetilmelidir.
ANKA