Geçmişten bugüne cenaze gelenekleri

Ölümsüzleşme arayışı mı, sonsuzluk korkusu mu? Logos'ta bu hafta tarih boyunca farklı medeniyetlerin ölümle ilgili inanç ve uygulamalarını mercek altına alıyoruz

Antik Mısır mumyaları, o dönemdeki hastalıklar ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi edinmeyi sağlıyor (Will Scullin/Flickr)

Bir ara insan kafasını nereye çevirse "Ölünce beni kim yıkayacak?" sorusuyla karşılaşıyordu.

İlk başta anlam verilemeyen bu kelimelerin, TRT'nin dijital platformu tabii'nin yeni dizisinin tanıtımı olduğu ortaya çıkmıştı.   

Bir ölü yıkayıcısının hikayesini merkezine alan Gassal, gerek reklam kampanyası gerek başrol tercihiyle epey tartışılırken, toplum genelinde büyük ilgi de görmüş ve akademik panelere bile konu olmuştu.
 

Gassal
Reklam panolarında görülen sözlere ilk başta anlam verilememişti (X / @fidanataselim)


Bu vesileyle Logos'ta bu hafta tarih boyunca toplumların cenaze geleneklerini, ölümle kurduğu ilişkiyi, öteki dünyaya dair inanışlarını masaya yatırdık.

Eski toplumların ölüleri için düzenledikleri ritüeller, kültürleri hakkında fikir vererek geçmişe bir pencere açıyor.

Kimisi onları yanlarında eşyalarla uğurlarken, kimisi yaşamda olmasa bile ölümde herkesin eşit olması gerektiğine inanıyordu. Bazıları ölüleri mumyalayıp "ölümsüzleştiriyor", diğerleri "geri dönmesinler" diye önlem alıyordu.

Mezopotamya'dan Antik Roma'ya, Asya'dan Amerika'ya uzanan cenaze gelenekleri; insanların geçmişten bugüne sahip olduğu inanışları, korkuları, umutları ve dileklerini resmen açık bir kitap gibi gözler önüne seriyor.

Mezopotamya'nın hayaletleri ve cenazeleri 

Antik Mezopotamya'da ölüleri onurlandırmak ve "öteki dünyaya" rahatça geçmelerini sağlamak için cenaze törenleri düzenleniyordu. 

Ancak bu törenlerin önemli bir amacı da "hayalet olarak geri dönmemelerini" sağlamaktı. Eğer biri özensiz bir törenle uğurlanırsa geri dönüp kendilerine musallat olacağına inanıyorlardı.

Hayaletlerle cenazelerin ilk ne zaman ilişkilendirildiği bilinmese de mezar eşyalarına bakılarak MÖ 5000-4000'lere dayandığı tahmin ediliyor. Elbette cenaze ritüellerinin bundan daha eskiye dayanması mümkün.

Antik Mezopotamya'da bir kişinin ölümü yaklaştığı zaman yatağın yanına, ruhu "yeraltındaki öteki dünyaya" yapacağı uzun yolculukta güçlendirmek için bira ve ekmek konuyordu.

Ölüler yıkanıyor, yağlanıyor ve giydirilerek değerli eşyalarla birlikte gömülüyordu.
 

Sümer
Ur'daki Kraliyet Mezarlığı'nda bulunan tablette, lir çalan biri görülüyor; Sümerler, üst sınıf kişiler için müziğin, yeraltı dünyasının kasvetli koşullarını hafifletebileceğine inanıyordu (Wikimedia Commons)


Sümerlerin şehir devletlerinde, bir kişinin bedeni yok olursa öteki dünyaya gidemeyip yok olacağına inanıldığından ölülerin yakılması pek tercih edilmiyordu. 

Antik Mezopotamya halklarında ayrıca ölünün yakınlarının mezarına yiyecek ve içecek bırakması bekleniyordu. Bunları sunmak daha kolay olsun diye ölüler uzun süre boyunca evlerin altına gömüldü. 

Asurlarda da bu durum sıkça görülürken özellikle Yeni Asur döneminde oda mezarlar yaygınlaşıyor. Evlerin altındaki bu mezarların amacı, bütün aile veya sülalenin gömüleceği büyük bir alan yapmaktı.

Yeni Asur'da krallar lahitler içinde gömülüyor ve yanlarına değerli eşyaların yanı sıra at, öküz ve koyun gibi kurban edilen hayvanlar da konuyordu. Ancak kral mezarları sadece boyutları ve işçilikleriyle ayrılıyor ve cenaze törenleri halktan farklı olmuyordu.

Antik Mezopotamya'nın, çoğu kültürde rastlamayan en ilginç inanışıysa "ahiretle" ilgiliydi: Bu kültürlerde, ölümden sonra kişinin yaşadığı hayatın ödüllendirileceğine veya cezalandırılacağına inanılmıyordu ve herkesin aynı karanlığa hapsolduğu düşünülüyordu.

Antik Mısır'da mumyalama derin bir anatomi bilgisine dayanıyordu

Mezopotamya'dan Antik Mısır'a doğru geçerken, cenaze ritüellerinden öteki dünya inancına kadar pek çok şeyin değiştiği göze çarpıyor. 

Etkileyici mumyalama teknikleriyle bilinen Antik Mısırlılar, ruhun "öteki dünyaya" gidebilmesi için dünyada iyi korunmuş bir bedeni olması gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle yaklaşık MÖ 3500'de cesetleri mumyalamaya başladılar. 

Ancak epey maliyetli olan mumyalama işlemi sadece üst sınıfların sahip olduğu bir ayrıcalıktı ve halkın diğer kesimleri daha basit koruma yöntemleri kullanıyordu.

En pahalı işlemde ölen kişinin bütün iç organları çıkarılırken, bedene zarar vermeden bunu yapmak derin bir anatomi bilgisi gerekiyordu. 

Sadece kişinin varlığı ve zihninin merkezi olduğuna inanılan kalp yerinde bırakılıyordu. Ölünün bunlara ihtiyaç duyacağı düşüncesiyle diğer iç organlar kavanozlara konarak mumyayla birlikte gömülüyordu. 
 

Lahit
Lahitlerin içinde yazan yönergelerin ruhlara yol göstereceğine inanılıyordu (Mark Cartwright)


Antik Mısırlılar da Mezopotamya halkları gibi düzgün bir cenaze yapılmazsa ölünün "hayalet olarak geri döneceğinden" korktuğu için en yoksullar bile tören düzenliyordu.

Bu törenlerde cenaze alayıyla birlikte tabut gömüleceği yere taşınıyordu. Eski zamanlarda toprağa kazılan mezarlar, zaman içinde daha büyük ve gösterişli yapılara dönüşmeye başladı ve nihayetinde piramitler ortaya çıktı.

Antik Mısır'da ölüler, "öteki dünyada ihtiyaç duyabileceği" eşyalarla gömülürken bunların ne olduğu da kişinin ekonomik konumuna göre belirleniyordu. Ancak çoğu kişinin yanına, kendilerinden bir iş yapmaları istediğinde bunu yerine getireceğine inanılan Uşabti figürinleri konuyordu. Ayrıca lahitlerin içine, ölülerin "öteki dünyada" ne yapması gerektiğini detaylıca anlatan yönergeler yazılıyordu. 

Tabutun hazırlanması ve gömü alanına taşınmasının ardından ücret karşılığı tutulan kadınlar, feryat ederek, ağlayarak, göğüslerini döverek yas tutuyor ve diğerlerini de aynı şeyi yapmaya teşvik ediyordu

Tabut mühürlendikten sonra ölen kişinin yakınları bir ziyafet vererek onun yaşamını kutluyordu. Cenazenin ardından herkes normal yaşantısına dönse de mezara düzenli ziyaretler yaparak ve hediyeler götürerek onu anmaya devam ediyorlardı. 

Antik Yunanlar mezara neden para koyuyordu?

Antik Yunanların ölüme yaklaşımı Mısırlılara benzerlik gösterirken, beklendiği gibi kendilerine has gelenekleri vardı. Ancak bu iki kültürde, Mezopotamya halklarından farklı olarak bir insanın öldükten sonra ne yaşayacağının bu dünyada yaptıklarına bağlı olduğuna inanılıyordu.

Hayatını kaybeden kişilere düzgün bir cenaze töreni düzenlenmemesi ve gerekli ritüellerin yerine getirilmemesi ölüye saygısızlık olarak görülüyordu. 

Antik Yunanlar ölüm anında ruhun bedenden küçük bir nefes veya esinti gibi ayrıldığına inanıyordu. Ölüler genellikle kadınlar tarafından yıkanıp yağlanıyor ve kıyafetleri giydirilerek bir yatağa veya tabut sehpasına yatırılıyordu.

Ritüelin prothesis denen bu ilk kısmında, ölen kişinin akrabaları ve yakınları saygılarını sunmak için evi ziyaret ediyordu.

İkinci aşama olan ekphora'da genellikle şafaktan hemen önce ölü, bir cenaze alayıyla birlikte gömüleceği yere taşınıyordu. Cenazeyi yayan veya arabayla götüren alaya müzisyenler de eşlik ediyordu. 

Ardından ölen kişinin bedeni veya külleri toprağa gömülüyordu. Ayrıca bu halkın Kharon'un Obolos'u adını verdikleri bir geleneği vardı. "Ölüler diyarı Hades'in kayıkçısı Kharon'un", hayatını kaybeden kişiyi taşıması için ölülerin ağzına veya cesedin yanına bir tane obolos sikkesi yerleştiriliyordu.
 

Antik Yunan
MÖ 6. yüzyıla ait görselde, cesedin başındaki kadınlar saçlarını yoluyor (Wikimedia Commons) 


Mezara çok az eşya konuyordu ama toprak tümsekler veya dikdörtgen mezarlarla ölünün yattığı yer işaretleniyordu. Başka kültürlerdeki gibi Antik Yunan'da da hayatını kaybeden kişilerin varlığını sürdürmesi için sürekli anılması gerektiğine inanılıyordu.

Ayrıca mezarlara dikilen anıtlarla da ölen kişinin kim olduğunun bilinmesi amaçlanıyordu. Heykellerden rölyeflere çeşitli biçimler alan bu anıtlarda ölüyü anlatan yazıtlar vardı. En gösterişli mezar anıtları MÖ 6. yüzyılda Attika'nın aristokrat aileleri tarafından özel mezarlıklara dikilmişti. 

Ayrıca ölünün yüzünü tasvir eden kabartmalara, hayatının bir resmini sunmak için bazen bir köpek, hizmetkar veya eşyalar ekleniyordu. 

Antik Yunan'da gömülmeyen kişilerin öteki dünyada rahat etmeyeceğine ve tanrılara saygısızlık olduğuna inanıldığından, gömülmemiş bir ceset bulan herhangi birinin en azından üzerine bir avuç toprak atması bekleniyordu.

Antik Romalılar işlerini yapacak heykellerle gömülüyordu

Antik Romalıların cenaze geleneklerinin hem Yunanlara hem de Mısırlılara benzeyen pek çok yönü vardı.

Roma'nın kuruluşundan itibaren ölülerin yakılması daha yaygınken, MS 2. yüzyılda bu durum değimeşeye başlamıştı. Cesetleri gömmek veya tahnit işleminden geçirmek "yabancı adeti" olarak görülüyordu. Ancak 4. yüzyıla gelindiğinde, kremasyonun en azından Roma kenti için geçmişte kaldığı anlaşılıyor.

Diğer pek çok kültürdeki gibi Romalılar da ölen kişiyi yıkayıp yağlayarak en güzel kıyafetlerini giydiriyordu. Eğer tacı varsa bu da başına yerleştiriliyordu. Antik Yunanlar gibi Kharon'a ödenmek üzere bir sikke ölünün ağzına, dilinin altına veya gözlerine konuyordu. 

Cenaze alaylarına müzisyenler eşlik ederken, bir kişi ne kadar zenginse bu süreç o kadar şatafatlı ve kalabalık oluyordu. Ayrıca Antik Mısır'daki gibi yas tutması için kiralanan kadınlar saçlarını yolup yüzlerini çizerek feryat ediyordu. Ölen kişinin serbest kalan köleleri de saygılarını sunmak için alaya katılanlar arasındaydı.

Antik Roma cenaze alayının en önemli kısmı, ölünün ataları gibi giyinip maskeler takan ve onları canlandıran oyunculardı. Ancak bundan sonra ölünün naaşı gömüleceği yere taşınıyordu.

Ölüler büyük ve gösterişli lahitlerin içine konuyor ve bunların üzerine meyve ve yaprak çelenkleri, Yunan mitolojisinden sahneler veya ölen kişinin hayatından bölümler yansıtan tasvirler oyuluyordu.
 

Fayum mumya portreleri
Fayum mumya portreleri, Roma yönetimindeki Mısır'da üst sınıf kişilerin natüralist portreleriydi (Wikimedia Commons)


Roma dönemi Mısırı'ndaki lahitlerde ölen kişinin inanılmaz derecede gerçekçi bir resmi yerleştiriliyordu. Neredeyse fotoğraf kadar gerçekçi bu resimlerin seviyesine yüzlerce yıl boyunca başka bir yerde ulaşılamamıştı

Defin işleminin ardından bir ziyafet veriliyordu. Böylece ölen kişinin yoluna devam edebileceği mesajı verilmesi amaçlanıyordu.

Hayatını kaybedenlerin "hayalet olarak geri dönmemesi" için düzgün bir cenazeyle uğurlanması gerektiği inancı Antik Roma'da da göze çarpıyor.

Ölülerin "öteki dünyada" kim olduklarını hatırlamadan dolanmaması için düzenli olarak anılmaları da önemliydi. Yakınları eğer mezarının başına gelip yiyecek ve içki sunarsa ölülerin hayatlarından bazı bölümleri anımsayacağına inanılıyordu. 

Amerika'nın eski halklarının 9 katlı cehennemi

Okyanusun öteki tarafına geçip Mezoamerika'daki eski çağlara bakınca diğer kültürlerle benzerliklerin yanı sıra çarpıcı farklar da görülüyor.

Bu halklar genellikle bir kişinin iki ruhu olduğuna ve öldükten sonra birinin bedende kaldığına inanıyordu. Ölülerini bu nedenle yakın yerlere gömdükleri tahmin ediliyor.

Örneğin Mayalar, ölülerine yakın olmak için onları çoğunlukla evlerinin altına gömüyordu. Ancak toprağa kazılmış basit mezarlar veya devasa tapınaklara da rastlanıyor. 

Uzmanlar, bu halkın hem kremasyon hem de ölü bedeni toprağa gömme yöntemlerinin ikisini de kullandığını söylüyor.

Mayaların atalarını anmak ve ölülerle iletişim kurmak adına bir yere birden fazla kişiyi gömdükleri de düşünülüyor

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İnsanların mısırdan yaratıldığına inanan Mayalar, ölümün bir son olmadığını ve bir kişinin tekrar doğmak için öldüğü inancına sahipti. Ölenlerin ruhunun varlığını sürdürdüğü düşüncesiyle sık sık mezarlara girerek onlara saygılarını sunuyordu.

Mezarlara ölen kişinin hayattayken kullandığı araç-gereçlerin yanı sıra, "öteki dünyaya" geçmesine yardım etmesi için zaman zaman köpeklerin kurban edilerek gömüldüğü de oluyordu

Aztekler de pek çok uygarlık gibi ölümden sonra yaşamın devam ettiğine inanıyordu. Ancak bu halka göre bir kişiye öteki dünyada ne olacağı bu dünyada yaptıklarına değil, nasıl öldüğüne bağlıydı.

Boğulma, yıldırım çarpması, cüzzam, ödem, solunum hastalığı gibi suyla bağlantılı nedenlerden ölen kişiler "yağmur tanrısı Tláloc'un yanına giderek sonsuza kadar Tlālōcān'da kalıyordu". 

Onların ölümüne sebep olduğu ve ruhlarını cennete gönderdiğine inanılıyordu. Ayrıca bu kişiler gömülerek uğurlanıyordu. 

Savaş alanında ölen askerler, uzak yerlerde seyahat ederken hayatını kaybeden tüccarlar ve doğum yaparken ölen kadınlar; "yaşam ve ikilik tanrısı Ōmeteōtl'un yanına gidiyordu". Ōmeteōtl'un savaşçıların gün doğumuna, kadınların da gün batımına eşlik etmesine izin verdiğine inanılıyordu.

Geri kalanlarınsa 4 yıl boyunca zorlu görevlerden ve cezalardan geçtiğine inanılan yeraltındaki Mictlan'a gittiği düşünülüyordu. Nihayetinde cehennemin 9. katına ulaşan ruhların karanlığa gömülerek tamamen yok olduğu inancı mevcuttu.
 

Ölüler günü
2014'te Ölüler Günü'ne katılan kadınlar yüzlerini, popüler "Catrina" figürü gibi boyamış (Reuters)


Doğal nedenlerle ölen kişilerin "Mictlan'daki ruhlarına yardım etmek" için bedenlerini yakıyorlardı. Bu işlemden önce saçlarından bir tutam kesiliyor, doğdukları gün alınan tutamla ve külleriyle birlikte bir kavanoza konuyordu. Aztekler ruhun bir kısmının saçta olduğuna inandıkları için bu şekilde bedenle ruhu yeniden birleştirmeyi amaçlıyordu.

Ayrıca Mictlan'a yapacakları yolculukta "ölülere eşlik etmesi" için hayvanlar, yiyecekler ve araç-gereçler de onlarla birlikte yakılıyordu. Zenginlerin ateşinde daha fazla şey yakıldığı için onların daha rahat bir yolculuk geçireceği varsayılıyordu.

Diğer kültürler gibi Aztekler de ölülerini düzenli bir şekilde anmaya büyük önem veriyordu ve bunun için bazı günler belirlenmişti. Azteklerin bu geleneği, bugünkü Meksika'da kutlanan Dia de Muertos'un (Ölüler Günü) kökenini oluşturuyor.

Bölgeyi sömürgeleştiren İspanyolların yine aynı tarihlerde ölüleri anma günü olmasının bu geleneğin hayatta kalmasına katkı sağladığı tahmin ediliyor.

Meksika'da 1-2 Kasım tarihlerinde kutlanan Dia de Muertos'ta bu dünyayla ruhlar dünyasını ayıran sınırın bozulduğuna ve ölülerin, sevdikleriyle ziyafet çekmek, içki içmek, dans etmek ve müzik çalmak için geri döndüğüne inanılıyor.

Meksikalılar bu özel günde yüzlerini iskelet gibi boyuyor, geçit törenleri düzenliyor ve mezarları çiçekler, hediyeler ve üzerinde ölen kişinin adının yazılı olduğu şeker kafataslarıyla süslüyor.

Çin'de ruhlara ahirette iki seçenek sunulduğuna inanılıyordu

Diğer pek çok kültürdeki gibi eski Çin toplulukları da ölülerini "öteki dünyaya" uğurlarken büyük özen gösteriyordu. 

Yaşamın ölümden sonra devam ettiğine inandıkları için "ruhun yolculuğunun" sorunsuzca gerçekleşmesi adına mezarlara çeşitli eşyalar, yiyecekler ve kurbanlar yerleştiriyorlardı. 

Cenaze ritüellerinin düzgünce yerine getirilmesiyle, ruhların cennetten yaslı aileyi kutsayacağı düşünülüyordu. Ayrıca ritüeller tamamlanmazsa ruhun hayalet gibi geri dönmesine yol açacağı inancı vardı

Cenaze törenleri bölgeden bölgeye farklılık gösteriyordu fakat ortak özellikleri de mevcuttu. Bir kişi öldükten sonra yakınları ağlayarak yas tutuyor ve beyaz renk giyiyordu. Günümüzde beyaz veya siyah giysiler tercih edilirken, yas döneminde kırmızı veya sarı gibi parlak renklerin giyilmesi tabu olarak görülüyor.

Ardından ölen kişinin bedeni yıkanıyordu; temiz bir bedeni olmayanların öteki dünyada cezalandırılacağı inancı vardı. Bu anlayış bugünkü Çin cenaze ritüellerinde de göze çarpıyor.

Mezara konan şeyler arasında en çok "mingqi" veya "ruh objeleri" denen heykelcikler öne çıkıyor. Han Hanedanı (MÖ 206 - MS 220) döneminde yaygınlaşan bu figürler, ölen kişinin ruhunu rahatlama ve memnun etme amacı taşıyordu. Ayrıca yaşarken sahip olduğu maddi ortamı sunarak ölümsüzlüğü güvence altına aldığı düşüncesi mevcuttu.

Ölülerin tabutta defnedilmesinin ardından bir ziyafet verilerek cenaze süreci sonlandırılıyordu.

Antik Çin'de ölen kişilerin ruhunun yeraltı dünyasına gittiği ve yaptığı iyi ve kötü şeyler üzerinden, 10 yargıcın karşısında yargılandığına inanılıyordu.
 

Mingqi
Toprak mingqi'ler, dayanıklılıkları ve sayıları nedeniyle Han Hanedanlığı'ndan en yaygın miraslarından biri (Met Museum)


Ancak örnek bir yaşantı süren ruhların bu süreci atlatarak bir köprüden geçtiği ve iki seçenekten birini tercih ettiğine inanılıyordu. 

Budizm'den etkilenen Çinliler, seçeneklerden birinin nirvanaya ulaşarak doğum ve yeniden doğuş döngüsünden tamamen çıkılması olduğuna inanıyordu. Diğer seçenekse cennetti; burayı tercih eden ruhların tanrıya dönüşeceği inancı vardı.

Yargılama sürecinden geçen ruhların da nihayetinde bu iki tercihten biriyle karşılaşabildiğine inanılıyordu. Ölen kişilerin yakınları gerekli ritüelleri yerine getirerek ruhların bu aşamaya bir an önce ulaşmasını umuyordu. 

Bugün geleneksel Çin cenazesinde ölünün ağzına, "yargıçlara rüşvet olarak" bozuk para veya "ölünün yeterince yiyeceği olması" için bir pirinç tanesi konuyor.

Ayrıca tabuta, ölünün "yolunu aydınlattığı" düşüncesiyle ayna ve ölen kişinin "öteki dünyada iyi beslenmesi" adına bir torba tahıl ekleniyor.

Yahudiler, yas tutarken aynaları örtüyor

Cenaze ritüelleri tarihinde günümüze yaklaştıkça bugün devam eden binlerce yıllık geleneklerin sayısının gittikçe arttığı göze çarpıyor. 

Geleneklerini büyük ölçüde koruyan Yahudilerin ritüelleri de bu örnekler arasında yer alırken, yakın zamanda Türkiye önemli bir Musevi cenazesine sahne oldu.

Türkiye Musevileri Hahambaşı İsak Haleva, 14 Ocak Salı günü 85 yaşında hayatını kaybetti. 23 yıl boyunca hahambaşı olan Haleva, İstanbul'daki Şalom Sinagogu'nda 16 Ocak'ta düzenlenen cenaze töreniyle uğurlandı. Törenin ardından Haleva, Ulus Sefarad Musevi Mezarlığı'na defnedildi.
 

Hahambaşı
Hahambaşı İsak Haleva'nın cenazesi, 16 Ocak'ta düzenlendi (AA)


Dini rehberi Tevrat olan Yahudilerin ölümle ilgili inançları ve ritüelleri de bu metin doğrultusunda şekilleniyor.

Yahudiler, ruhun ölümden sonra yaşamaya devam ettiğine inanırken, ölümün kaçınılmazlığının kabul edilmesi ve trajik bir olay gibi görülmemesi gerektiğini düşünüyor.

Bir kişi hayatını kaybettiğinde gözleri kapatılıyor, bedeni yıkanarak üstü örtülüyor ve yanında mum yakılıyor. Ölüye duyulan saygıdan dolayı gömülene kadar tek başına bırakılmıyor.

Yahudilikte tahnit işleminin daha sonradan kültürün parçası halinde geldiği düşünülüyor. 

Geleneksel bir Yahudi cenazesi, ölümden sonraki 24 saat içinde gerçekleşse de günümüzde uzak bir yerden gelen kişilerin katılabilmesi için bu süre birkaç güne çıkabiliyor.

Sinagog, cenaze evi veya mezarlıkta düzenlenen cenaze törenleri hahamlar tarafından yönetiliyor. Törenlerde dualar okunuyor, ilahiler söyleniyor ve anma konuşmaları yapılıyor.

Yahudi cenazelerinde öne çıkan ritüellerinden biri Keriah. İbranicede "yırtmak" anlamına gelen Keriah, ölen kişinin yakınlarının üstlerindeki giysilerini yırttığı binlerce yıllık bir gelenek

Hz. Yakub'un oğlu Yusuf'un öldüğünü düşününce kıyafetlerini parçaladığı inancına dayanan bu ritüel, ölümden duyulan acıyı ifade etme anlamı taşıyor. Daha modern uygulamalarda kıyafetin üzerine iliştirilen siyah bir kurdele yırtılıyor.

Düz, beyaz bir kıyafet giydirilen ceset, toprakta çözünebilen bir tabutta dualar eşliğinde gömülüyor. Bu esnada ölen kişinin yakınları da tabutun üstüne toprak atıyor. 

Cenaze töreninin ardından 7 gün yas tutuluyor ve ölen kişinin ailesi evinde, taziye için gelenleri ağırlıyor. Bu süre zarfında yas tutan Yahudiler tıraş olmaktan, çamaşır yıkamaktan, banyo yapmaktan ve deri ayakkabı giymekten kaçınıyor. Ayrıca dış görünüşlerine değil yaslarına odaklanmak için evlerindeki aynaların üstünü örtebiliyorlar.

Yahudilerin cenaze geleneklerinde zaman içinde birtakım değişimler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

Örneğin daha eski ritüellerde ölüler gösterişli kıyafetlerle gömülüyor, yanlarına kişisel eşyaları ve lamba konuyor, cenaze alayına müzisyenler ve meşaleler eşlik ediyordu.

Bunların yanı sıra defin işleminden bir yıl sonra, ölünün etinin tamamen çürümesinin ardından, mezar açılarak kemikleri özel kaplara konuyordu. Bu kaplar daha sonra mezardaki küçük oyuklara yerleştiriliyordu. Erkek evladın önemli görevlerinden biri sayılan bu ritüelin MS üçüncü yüzyılda sona erdiği düşünülüyor.

Yahudilikte ölünün gömülmesi uzun süre boyunca tek yöntem olsa da son yıllarda bu durum değişiyor. İnsan bedeni kutsal sayıldığından ve bozulmaması gerektiğine inanıldığından geleneksel Yahudiler ölünün yakılmasını dine aykırı buluyor

Öte yandan özellikle Reform Yahudiliği'nde kremasyon gittikçe yaygınlaşıyor. Yakılan kişinin külleri genellikle Yahudi mezarlıklarına gömülüyor.

Hıristiyanlık, kremasyona izin veriyor mu?

Bugün en fazla üyesi olan din konumundaki Hıristiyanlık, ilk ortaya çıktığı dönemden itibaren toplumların geleneklerini etkilerken, kendisi de başka kültürlerden etkilendi.

Örneğin Yahudiler gibi ölülerini gömen Hıristiyanların, Antik Roma'da kremasyonun tarihe karışmasından sorumlu olduğu öne sürülüyor ancak bu konuda fikir birliği sağlanmış değil.

Hıristiyanlar, yeniden doğuş ve ahiret inançlarından dolayı yakılmayı tercih etmiyor. Ruhun ölümsüz olduğuna ve bütün insanlığın yargılanacağı kıyamet gününde dirileceklerine inanıyorlar.

Öldükten sonra düzgün bir hayat sürenlerin cennete, günah işleyenlerin de cehenneme gideceği, affedilebilir günahlar işleyelenlerinse cennete girmeden önce arafta bir süre kalacağı inancı mevcut.

Bugün biri hayatını kaybettiğinde istekleri doğrultusunda bir cenaze töreni düzenleniyor. Kremasyon artık yaygın bir halırken kilise genellikle küllerin saçılması yerine düzgün bir şekilde gömülmesini öğütlüyor. Diğer yandan Doğu Ortodoks Kilisesi kremasyonu yasaklıyor.
 

Papa XVI. Benedictus
Papa XVI. Benedictus, 3 Ocak 2023'te Vatikan'da düzenlenen cenazesinin ardından üç tabut içinde gömülmüştü (Reuters)


Ölen kişinin bedeni, "cennete girerken" temiz olsun diye özenle yıkanıyor ve tabutun açık bırakıldığı bir tören düzenlenecekse tahnit işleminden geçiriliyor.

Ardından en güzel kıyafetleri giydirilen cesedin ellerinin arasında rozari veya bir dua kitabı da iliştirilebiliyor.

Cenaze töreninden önceki gece ölen kişinin ailesi ve arkadaşları toplanarak kaybettikleri kişiyi anıyor. Genellikle evde gerçekleştirilen bu etkinlik, kilise veya cenaze evinde de yapılabiliyor.

Ölen kişinin hayatının kutlandığı veya yas tutulduğu bu ritüelde tabut da bulunuyor. Cenaze evinde genellikle aile üyelerini rahatlatmak için duaların, şarkıların ve kutsal yazıların okunduğu bir tören düzenleniyor.

Genellikle kilisede yapılan cenaze törenine papazlar liderlik ediyor. Ardından tabut içeriye taşınıyor ve papaz bunun üzerine "kutsal su" dökerek İncil'den bölümler okuyor.

Hıristiyan cenazelerinde dualar ve ilahilerin okunmasının yanı sıra şarkı söylenmesi de yaygın bir durum. Ayrıca genellikle Katolikler cenazelerinde Komünyon diye bilinen Efkaristiya'ya yer veriliyor. Hıristiyanlar bu vesileyle Hz. İsa'nın çarmıha gerilerek kendileri için yaptığına inandıkları fedakarlığı anıyor.

Komünyon'un yer aldığı cenazelerde, ölen kişinin yakınları sunağa ekmek ve şarap götürebiliyor. Ardından papaz Efkaristiya Duası'nı okuyor.

Daha sonra mezarlığa taşınan tabut, papazın okuduğu dualarla gömülüyor. Ölen kişinin yakınları, tabutun üzerine toprak veya çiçek atıyor. Kremasyondaysa ceset yakılmadan önce dua okunuyor.

Törenin bitmesinin ardından cenaze sahibi, taziyelerini sunmak isteyenleri evinde ağırlıyor. Genellikle yiyecek ve içecek sunuluyor ve ziyaretçiler, çiçek veya hediye götürebiliyor.

Cenazeden önceki gece yapılan anma ve Efkaristiya ritüelinin Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden beri varlığını koruduğu görülüyor. Diğer yandan gece anması eskiden ölüyü "kötü ruhlardan koruma" amacı taşırken, artık yas tutanların bir araya gelip birbirine destek olduğu bir törene dönüştü.

Ortaçağ salgınlarında cenazeler

Hıristiyanlığın baskın olduğu Ortaçağ Avrupası'ında bugünkü gibi gece anması ve cenaze törenleri düzenlenerek ölüler uğurlanıyordu.

"İyi bir ölümün" cennete girmeye fayda sağlayacağına inanıldığından bir kişinin ölümü yaklaştığında yakınları tarafından çevreleniyordu. Ayrıca papaz onun için son dualarını okuyor ve günahlarını affediyordu. Aniden öldüğü için bu ritüellerden mahrum kalan kişilerin arafa veya cehenneme gidebileceğine inanılıyordu.

Ölülerin bedeni yıkanarak kefene sarılıyordu. Çoğu antik kültürdeki gibi cenaze bir statü göstergesiydi ve üst sınıftakiler daha gösterişli törenler düzenliyordu. Ayrıca sadece zenginler ölülerini tabutta gömme ayrıcalığına sahipti.

Üst sınıftan kişilerin güzel kıyafetler ve mücevherlerle gömüldüğü mezarlar da ortaya çıkarken bu eşyaların konmasının, ahiret inancıyla ilgisi olup olmadığı tam bilinmiyor.

Cenazelerde ilahiler, dualar, şarkılar söyleniyor ve bu sayede ölünün ruhunun cennete gideceğine inanılıyordu.

Ortaçağ'da mezarlıklar genellikle kiliselerin bahçelerinde, yerleşim alanının içinde yer alıyordu. Ancak bu durum, 1347-1351'de veba salgınıyla değişti. 

Tahminlere göre Avrupa'da 25 milyon kişinin hayatını kaybettiği salgında toplu mezarlar ortaya çıktı. 

Bu mezarlar şehrin dışına kazılırken, ölümden önceki son ayinlerin de gerçekleştirilmediği tahmin ediliyor.

Öte yandan yakın zamanda yapılan bazı çalışmalarda vebaya yakalanmış kişilerin özenli bir şekilde gömüldüğü mezarlar ortaya çıkıyor. Bilim insanları hastaların toplu mezarlara terk edilmesinin aslında sanıldığı kadar yaygın olmadığından şüpheleniyor.

Özellikle 1000-1400'de Avrupa'da yayılan cüzzamdaysa toplu mezarlara pek rastlanmıyor. Hastalar yaşarken toplumdan adeta dışlanmasına karşın öldükten sonra normal mezarlara gömülüyordu. Ortaçağ'ın sonlarına doğru bunların yanı sıra cüzzam hastanelerinin mezarlıklarına da defnediliyorlardı.

İslamiyette hangi durumlarda cenaze yıkanmıyor?

İslamiyet öncesi Araplarda görülen çeşitli cenaze gelenekleri varlığını korurken, İslamiyetle değişen pek çok şey de oldu.

Örneğin Cahiliye Dönemi diye adlandırılan zamanda Araplar ölülerini yıkıyor, kefene sararak sedir veya tabutta taşıyor ve toprağa gömüyordu. Ancak bu dönemde mezara yiyecek ve eşya konması gibi daha sonra bırakılan ritüeller de vardı. Ayrıca Araplar, ölünün saçlarından bir tutam keserek mezara serpiyordu.

Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed'in öğretilerinin esas alındığı İslamiyette ölümün, düzgün bir hayat yaşamış Müslümanların Allah'a kavuşacağı ebedi bir hayat olduğuna inanılıyor.

Bir kişinin ölümü yaklaştığında yakınları ve kendisi, kelime-i şehadet getiriyor. Ayrıca yanında Yasin suresi de okunabiliyor.

"Öteki dünyaya yolculuğun" temiz bir şekilde yapılması gerektiği düşünüldüğünden ölüler yıkanıyor, kefene sarılıyor ve cenaze namazı kılınıyor.

Ölülerin yıkanmasında mezhepler arasında fark görülmezken, hiçbirinde şehitler yıkanmıyor. Diğerlerinde şehit olduğuna inanılan kişilerin cenaze namazı da kılınmazken Hanefiler bunda bir sorun olmadığı görüşünde. 

Ayrıca yıkandıktan sonra ölünün saçı, sakalı ve vücudunun farklı yerlerine hoş kokular sürülüyor.

Şafii ve Hanbeli mezhebine göre bedeninin tamamı olmayan kişiler yıkanıp namazı kılınıyor. Ancak Hanefi ve Malikiler bunun için vücudun yarıdan fazlasının olması gerektiğine inanıyor.

Ayrıca cenaze namazının kılınması için belirli bir zaman olmasa da kerahet vaktinde kılınması uygun görülmüyor. Güneşin doğup yükseldiği, tam tepe noktasında olduğu ve güneşin battığı saatleri ifade eden kerahet vaktinde, ateşe tapanların ibadet ettiği ve Müslümanların onlara benzememesi gerektiğine inanılıyor. Bu nedenle bu saatlerde namaz kılınmaması ve ölülerin gömülmemesi doğru kabul ediliyor.

Hanefiler ceset yıkanana kadar, Şafiilerse defnedilene kadar ölünün yanında Kur'an okunmasını mekruh kabul ediyor. Ayrıca İslamiyette tabut mezarlığa taşınırken de Kur'an okunmaması veya zikir yapılmaması, naaşın sessizce götürülmesi gerektiğine inanılıyor.

Ölümün, ahireti hatırlama ve ibret alma gibi bir amaç taşıdığı ve yaşayanların sessizce bunları düşünmesi gerektiği inancı mevcut.

Mezarlığa ulaşınca cenaze, ölünün yakın akrabaları tarafından mezara kıble yönünden yavaşça indiriliyor. Ardından kerpiç veya tahtayla örtülen cenazenin üstüne toprak atılarak gömülüyor. Defin işleminden sonra genellikle Kur'an okunuyor ve ölünün ruhu için dua ediliyor.

Cenazenin ardından ölen kişinin ailesine taziyelerini sumak isteyenler genellikle üç gün içinde ziyarete gidiyor.

Ayrıca uzaktan gelenlere yemek hazırlansa da diğer durumlarda üzüntü içindeki cenaze sahiplerinin, misafirlere yemek hazırlayıp sunması fazladan sıkıntıya sebep olacağından mekruh görülüyor. Komşuların veya diğer yakınların bu görevi üstlenmesi daha uygun kabul ediliyor.

Hinduizm'in "dul yakma" geleneği

Bugün varlığını büyük ölçüde koruyan bir diğer cenaze gelenekleri de Hindulara ait.  

Hinduların dini metinleri Vedalar, cenaze ritüellerinin en eski kaynağını sunuyor. MÖ 1500-1000'lerden kalan yazılı metinler, ruhun ölümsüz olduğu inancını vurguluyor. 

Reenkarnasyonun temel bir yer edindiği Hinduizmde, bir kişi öldüğünde ruhun veya "atman"ın başka bir canlıda hayat bulacağına inanılıyor

Samsara adı verilen bir döngüde bu ruh defalarca ölüp yeniden doğduğu ve bir sonraki hayatında ne olacağının, öncekinde yaptıklarına göre belirlendiği düşünülüyor.

Vedaların yazıldığı dönemde ortaya çıktığı düşünülen Antyesti veya "son adak" ölen kişinin yakılarak "ruhunun bedeninden ayrılmasını" amaçlıyor.

Bu ritüelde ölen kişinin bedeni yıkanıp beyaz, gösterişsiz kıyafetler giydiriliyor. Ardından ölen kişinin naaşı bir sedyeye veya çiçeklerle süslenmiş bir tabuta konarak cenaze alayıyla birlikte taşınıyor. Burada dualar okunurken, toplumun ölen kişinin yakınlarına saygılarını sunması ve başsağlığı dilemesine imkan tanınıyor.

Ardından çoğu zaman nehir kenarında yer alan kremasyon alanına gidiliyor. Genellikle en büyük erkek çocuk ve ailenin erkek bir üyesi cenaze ateşini yakıyor. Kremasyonun ardından küller nehre veya okyanusa atılıyor. 

Ölen kişinin yakınları cenazede ve genellikle 12-13 gün süren yas döneminde beyaz giyiyor. Saflığı ve umudu temsil eden beyaz renk, ölen kişinin ruhunun mokşa'ya ulaşmasına yönelik umudu yansıtıyor.

Bu sürenin sonunda aile, kaybettikleri yakınlarına duyduğu minnettarlığın göstergesi olarak ölen kişiye pirinç köftesi ve süt sunuyor. Ayrıca bu dönemde genellikle ölen kişinin çiçeklerle süslenmiş bir resmi sergileniyor ve yakınları taziyelerini sunmak için aileyi ziyaret ediyor.

13. günde aileler ölen kişinin ruhunun serbest kalıp "reenkarnasyon geçirmesini sağlayacak" ritüeller gerçekleştiriyor. Bu tören preta-karma diye biliniyor. Vefatın birinci yıldönümünde de aile, kaybettikleri kişinin hayatını onurlandıran bir anma etkinliği düzenliyor.

Yıllar içinde Hinduların cenaze gelenekleri birtakım değişimlere de uğradı. Bunlar arasında en çok öne çıkanı sati geleneğinin kaldırılmasıydı. Hindistan'da 1829'da yasaklanan bu ritüelin en son 1987'de gerçekleştiği tahmin ediliyor. 

Sati geleneğinde kadınlar, ölen eşlerinin yandığı ateşte diri diri yanıyordu. Kadınlar bunu bazen isteyerek yaparken, zorlandıkları vakalar da var.

Tibet'teki Budistlerin "gökyüzü cenazesi"

Ölümün bir son değil, yaşamın kendini yenileyen döngüsünün parçası olduğu inancı Budizm'in de merkezinde yer alıyor. 

MÖ 6 ila 5. yüzyılda yaşadığına inanılan Buda'nın öğretileri, bir kişi öldüğünde özellikle anımsanmaya çalışılıyor. Bu sayede hayatını kaybeden kişinin yakınları hiçbir şeyin kalıcı olmadığını ve her şeyin değiştiğini hatırlıyor.

Tıpkı Hinduizm'deki gibi Budistler de kişinin bu hayattaki davranışlarının, bir sonraki yaşantısını belirleyeceğine inanıyor. 

Budistler, temel arzular ve tüm benlik kavramlarından kurtularak nirvanaya ulaşmayı ve yaşam-ölüm döngüsünden çıkmayı amaçlıyor. 

Birinin ölümü yaklaştığında huzur içinde diğer hayatına geçmesi için rahat ettirilmeye çalışılıyor. Ailesi ve yakın arkadaşları ruhuna yardım etmek için onun adına faydalı işler yapabiliyor.

Cenazeler genellikle manastırda veya evde düzenliyor ve keşişler; vaazlar, ilahiler ve cenaze duaları okuyarak töreni yönetiyor. 

Naaş, gösterişsiz bir açık tabut içinde sergilenirken, ölünün ve Buda'nın resmi de cenazede yer alıyor. Tabutun yanına mum, meyve, çiçek veya tütsü konabiliyor. Ölen kişilerin yakınları genellikle beyaz kıyafetler giyiyor.
 

Tibet
Tibet'teki gökyüzü cenazelerinin yakınındaki bir odada sahte kafatasları bulunuyor (Reuters)


Ayrıca keşişler kutsama ilahileri söylerken, ölen kişinin ellerine ya da bir kaba su dökülerek "öteki dünyadaki" yolculuğuna yardım edilmesi amaçlanıyor. Bu ritüel, "iyi amellerin yaşayanlardan ölülere akmasını" da ifade ediyor.

Törenin ardından tabut mühürlenerek cenaze alayıyla birlikte krematoryuma taşınıyor. Budistler de "ruhu fiziki bedenden ayırmak" için cesetlerin yakılması gerektiğine inanıyor. Ancak zaman zaman ölülerin gömülerek uğurlandığı da oluyor.

Tibet'teki Budistler ise muhtemelen dağlık bir bölgede yaşadıkları için kremasyona uygun bir alan olmamasından dolayı "gökyüzü cenazesi" denen bir geleneğe sahip.

Ölen kişi yüksek bir dağ veya tepeye yerleştirilerek akbabalar tarafından yenmeye bırakılıyor. Bu sırada keşişler dualar okuyor.

Eğer akbaba cesedi yerse ölen kişinin hiçbir günahı olmadığına inanılıyor. Nihayetinde cesetten geriye kalanlar toplanarak yakılıyor.

Budizmde ölüler yakıldıktan sonra genellikle külleri bir kavanoza konarak saklanıyor veya gömülüyor. Küllerin kutsal bir yere serpildiği de oluyor.

Genellikle vefatın  7. günü, 49. günü ve birinci yıl dönümü gibi belirli günlerde, ölüyü anmak ve onurlandırmak adına törenler düzenleniyor. Bu günlerde dualar ediliyor, mumlar yakılıyor veya ölen kişinin anısına manastırlara veya hayır kurumlarına bağış yapılıyor.

Eski Türkler ruhun kuş olup uçtuğuna inanıyordu

İslamiyet öncesi Türk kültüründe ölümden sonra yaşam olduğu inancının cenaze ritüelleri üzerinde rol oynadığı görülüyor. 

Bu döneme ait mezarlarda ölen kişinin öteki dünyada ihtiyaç duyacağı düşünülen eşyaların konduğu ortaya çıkıyor

Altın ve gümüş gibi değerli eşyalara da rastlanırken özellikle atların kurban edilerek ölüyle birlikte gömüldüğü görülüyor. Atların ölen kişiyi öteki dünyaya taşıyacağına inanılıyordu.

Ahiret inancının eski Türklerde mumyalama işlemini de beraberinde getirdiği düşünülüyor. Ancak bazılarına göre bu işlem dini nedenlerle değil, ölümden defnedilmeye kadar geçen sürede cesedin bozulmamasını sağlama amacıyla yapılıyordu. Hayatını kaybedenler ya ilkbaharda ya da sonbaharda gömülüyordu. 

Eski Türkler hayatını kaybedenlerin ruhunun uçup gittiğine inanıyordu ve bu yüzden "şahin oldu" veya "uçuverdi" ifadelerini kullanıyordu. Örneğin Orhun Yazıtları'nda Bilge Kağan ve Kültigin'in "uçtuğu" söyleniyor.

Çin kaynaklarına göre Göktürkler, ölen kişiyi çadıra koyuyor ve çadırın dışına kurban edilen at ve koyunları seriyordu. Ardından yakınları at üstünde çadırın etrafında 7 tur atıyordu.
 

Koçbaşı
Tunceli'de Akkoyunlular dönemindeki Türkmen geleneğine​​​​​​ ait koçbaşı mezarlar yer alıyor (Nazımiye Kaymakamlığı)


Ayrıca yas tutan kişilerin bu esnada yüzlerini kestiği ve "kanla gözyaşının beraber aktığı" anlatılıyor. Herodot'a göre İskitler yüzlerinin yanı sıra kulak memesini, saç ve sakallarını da kesiyordu.

Eski Türklerde ölüleri gömmek daha yaygın olsa da bazı durumlarda yakıldıkları da oluyordu. Ateş, arınma anlamına geldiğinden, kötü ruhlardan korunmak adına bazen ölünün atı bile yakılıyordu.

Oğuzlarda ölen kişi, oda-mezarlara konarak eline kımız olduğu düşünülen bir içki veriliyordu. Türkler, mezar yerleri belli olsun diye kurgan denen tümsekler yapıyordu. Ayrıca mezarın etrafına geniş daireler halinde taşlar yığılıyordu.

Bunların yanı sıra balbal denen taş heykeller de eski Türklerin mezarlarında göze çarpıyor. Bu küçük heykellerin sayısı, hayatını kaybeden kişinin öldürdüğü düşmanların sayısına göre belirleniyor ve bu kişilerin ona öteki dünyada hizmet edeceğine inanılıyordu.

Cenazelerde yoğ denen törenler de önemli bir yere sahipti. Bu törende ölü gömüldükten sonra anısına yemek veriliyor ve buna "yoğ aşı" veya sadece "yoğ" deniyordu. Yoğ töreni, aş anlamının dışında matem anlamı da taşıyordu.

Dünya çapında değişen eğilimler ve varlığını sürdüren ilginç gelenekler

Tarih boyunca dünyada yaşayan sayısız kültür inançlarına göre farklı farklı ritüellerle ölülerini uğurlayarak onları andı. Bu yazıda bunların hepsinden bahsetmek mümkün olmasa da geniş bir coğrafyadaki çeşitli toplumların ölümle ilişkisine dair bir resim çizmeye çalıştık.

Bugün bu geleneklerin önemli bir kısmı varlığını sürdürürken, pek çok toplumda kayda değer değişimler de yaşanıyor. 

Örneğin ABD'de kremasyonu tercih eden kişilerin sayısı son 50 yılda yüzde 5'ten yüzde 60'a dayandı. Bu eğilimin arkasında kremasyonun daha uygun olması ve dine bağlılığın azalmasının yattığı düşünülüyor.

Kremasyonun dünya çapında artış gösterdiği tahmin edilirken, Japonya yüzde 99'u aşan oranıyla birinci sırada. Budizm ve Şintoizm nedeniyle ülkede hayatını kaybeden neredeyse herkes yakılarak uğurlanıyor.

Ayrıca ABD ve Avrupa gibi yerlerde çevre dostu cenazeler de yaygınlaşıyor. Hayatını kaybedenler doğada çözünen tabutlarda, basit bir kefen içinde gömülerek çevreye zarar vermemeyi amaçlıyor. Kremasyonda yayılan duman veya tahnit işleminde kullanılan kimyasallardan dolayı bazıları bunları da istemiyor.

Ekonomik, toplumsal ve dini etkenlerde bu değişimler yaşanırken, dünya çapında çeşitli kültürlerin koruduğu ilgi çekici gelenekleri de var.

Örneğin İrlanda'daki cenaze öncesi yapılan anma törenlerinde, ölen kişinin yakınları toplanarak içki içiyor, müzik dinliyor, dans ediyor ve yemek yiyor. Tabutun da açık veya kapalı şekilde bulunduğu bu etkinlikte, nispeten neşeli bir atmosferde kaybedilen kişinin yaşamı kutlanıyor.

Bunun yanı sıra pek çok İskandinav kültürü, cenazelerine suyu dahil ediyordu ve genellikle yüksek rütbeli kişilerin naaşı bir tekne ya da gemiye konarak denize salınıyordu. Bugün de özellikle biri deniz yolculuğunda öldüğü durumlarda su cenazesi gerçekleştiriliyor ve külleri veya bedeni denize bırakılıyor.

Güney Kore'deyse ölüler genellikle yakılırken, külleri bir kavanozda saklanmak yerine boncuğa dönüştürülüyor. Koreliler bu renkli hatıraları takı olarak kullanmak yerine cam vazolara veya tabakların içine koyarak evde sergiliyor. 

Filipinler'deki Tinguian halkı ölülerine en güzel kıyafetleri giydirip bir sandalyeye oturtuyor ve bir sigara yakıp ağzına koyuyor. Benguet halkıysa ölünün gözlerini bağlayıp evin girişinde bir sandalyeye oturtuyor. Sabuan cenezelerinde de çocuklar "hayalet görmesin diye" kırmızı giysiler giyiyor.

Bu cenaze geleneklerinin yanı sıra Madagaskar'daki ölüleri anma etkinliği Famadihana dikkat çekiyor. "Kemiklerin çevrilmesi" anlamına gelen bu festivalde, Malgaşlar 5 ila 7 yılda bir ölüleri mezardan çıkararak yeni kefenler giydiriyor

Ardından insanlar, atalarıyla içiyor, sohbet ve dans ediyor. Güneş batmadan önce cesetler ters çevrilerek mezara geri konuyor. Bu ritüel, çürümeyi ve bununla birlikte ölünün ruhunun "öteki dünyaya doğru gitmesini" hızlandırma amacı taşıyor.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU