7 Ekim 2023'ten günümüze kadar bizi iki deprem vurdu: Aksa Tufanı Operasyonu ve Saldırganlığı Caydırma Operasyonu.
İki süreç arasındaki hem dayanışma hem de çelişki sayesinde Arap Maşrık (Levant) bölgesinde hemen hemen her şey değişirken, Ortadoğu'da pek çok şey değişti.
Ancak iki süreç arasındaki temel farklardan biri genel tartışmalarla ilgilidir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Zira Aksa Tufanını destekleyen Arap çevre, bir takım rasyonel, insani ve faydacı kanaatleri savunanlar için kendisini desteklemenin zor olduğu bilinse de, bu konuda her türlü eleştiriyi ve hatta çekinceyi dillendirmeyi yasakladı.
İkinci gruptakilere göre Tufan, insanlarla insanlar arasında hiçbir ayrım yapmayan ve güç dengesinin dikkate alınmadığı doğaçlama bir eylem gibi görünüyordu.
En ilkel fikir ve değerlere dayandığını ve Filistin halkı için kesin bir felakete yol açtığını da belirtmeden geçemeyeceğiz.
Buna rağmen bu olaya karşı çıkanlara, bu konuda uyarıda bulunanlara karşı eleştiri ve hiciv kitabında kullanılmayan tek bir kelime kalmadı.
İhanet, işbirlikçilik, Siyonistlik ve paralı askerlik gibi ifadeler birbiri ile yarışarak, her uyumsuz sesin susturulmasıyla birlikte iğrenç bir kendini övme atmosferi yaydı.
Aklı, ahlakı, özgürlüğü yok eden bu bilincin egemenliğinde, göz ardı edilemeyecek şeylere göz yumuldu ve bir de baktık ki sözde rasyonalistler hızla Yahya el-Sinvar ve Muhammed ed-Dayf'in peşine takılmışlar.
Sözde ateistler Hasan Nasrallah'ın metafizik dilini ödünç almışlar. Radikal feministler ise sözcü Ebu Ubeyde ve belki de meslektaşı Yahya Sare'de cinsiyet eşitliği toplumu için ideal erkeği buldular.
Kısacası "davanın" gücü ile silahlanmış yavanlık, tartışma kapısını kapattı.
Bu davanın koşulunun canlı her şeyi engellemek olduğu açıkça göründü.
Zira Tufan insanının, aynı anda hem lehte hem de aleyhte olamayacak tek boyutlu bir insan, İsrail ile savaşmak hem de nasıl anlaşılmışsa öyle savaşmak için tüm anlam ve değerleri feda eden bir kabile insanı olduğu açığa çıktı.
O tek kelimeyle, itiraz etmeden emirleri uygulayan, kendisini tamamen açık zafer sevincini yaşamaya adamış bir askerdir.
Öte yandan Esad'ı ve rejimini devirmeye hevesli çevre bu şekilde davranmadı, bize farklı bir tablo sundu.
Devrim karşıtlarının ve düşmanlarının oklarını yeni rejime yöneltmelerini beklemedi; bizzat kendisi eleştiriyi üstlendi ve bunu da acımasız bir sertlikle yaptı.
Esad'ı deviren, cezaevlerinin kapılarını açan, mültecilerin geri dönüşüne olanak tanıyan, Suriye'nin İran ve Rusya nüfuzundan kurtulmasını sağlayan otoriteyi hedef alan en gür sesler bu çevreden çıktı.
Gerçekten de siyasetten topluma, meşruiyet kavramından kadınların statüsüne kadar hemen her şeye uzanan tartışmaların kapısı açıldı.
Her ne kadar bazıları Tufana verilen biatı savaşın milliyetçi veya dini temelli olduğuna delil olarak görse ve bu durum tufanın davasını hayatın ertelenmesine yol açan "temel bir çelişki"nin ifadesi haline getirse de, Saldırganlığın Caydırılması konusunda yapılan yorumlarda durum farklıydı.
24 milyon insanın yaşamını doğrudan ilgilendiren ve katil bir rejimin 54 yıllık egemenliğine son veren bir olayı tanımlamak için "dava" tabirinin kullanıldığını çok az duyduk.
Sanki Esad'ın devrilmesine destek veren çevre, bu olayın kutlanışına eşlik eden biat dilinin yarattığı kaygıdan muzdaripmiş gibi.
Kaldı ki bütün hesaplara göre, Tufanı kuşatan o dil, çelişkileri bastıran, hayatı erteleyen Esad tiranlığının dilinin kardeşidir.
Dahası iki operasyonu gerçekleştiren araç siyasi-dini olsa da, tufana biat eden çevre emperyalizmle "temel çelişkinin" çözümünden rahatsız olan ideolojik, dinsel, milliyetçi ya da sol öncüllerden çıktı.
Sinvar ve Nasrallah ile çekincesiz özdeşleştirilmenin ardındaki sebep de buydu.
İkinci durumda ise "davalar" dünyasından ve dilinden uzaklaşmanın ve belki de Suriyeli eleştirmenlerin sığındıkları demokratik toplumlarla temasının bir sonucu olarak, Saldırganlığı Caydırma operasyonunu yöneten araç, sadece eleştiri ve çekinceler ile ödüllendirildi.
Ahmed el-Şara'ya teşekkür edenler, teşekkürlerini hemen ona yönelik eleştirileriyle birleştirdiler.
Hem eski hem de modern kültürümüzde, minnettar kişiden, minnettar olduğu kişinin önünde başını eğmesini, eksik ve noksanlıkları üzerinde durmamasını, ona yönelik minnettarlığı ve minnettar kişinin minnettar kalmasını sağlayarak eksiklikleri üzerinde durmaktan kaçınmayı talep eden bir şey olduğunu biliyoruz.
Bu karmaşık tutumun binlerce ifadesi arasında uzun yıllardır Esad hapishanelerinde tutuklu kalan şair Farac Bayrakdar, şunları yazdı:
Gerçekten ve haksızlık olmasın diye Askeri Operasyonlar Odası'nın mucizeyi andıran bir şeyi gerçekleştirmeyi, yani Esad ailesi dizisinin son bölümünü yazmayı başardığını söylemeliyiz. Çoğu Suriyelinin bu başarıyı takdir ettiğine inanıyorum. Ancak Operasyonlar Odası'nın bu adımı, hatta bu harika sıçramayı başarması, otomatik olarak devrimi ve onun birinci ve temel hedeflerini temsil ettiği anlamına gelmez. Devrimi temsil etmek pek çok adımın tamamlanmasını gerektiriyor; bunun en basit kriteri, söz ve eylemlerinin Esad ve aygıtının aksi olmasıdır.
Böylece kendimizi bir yanda sanki hayatı erteleyip kilitler gibi "tartışmayın, biat edin" diyen bir olay, diğer yanda ihanet ile suçlanmadan önce Mao Zedong'un ortaya attığı "yüz çiçek açsın, yüz fikir yarışsın" sloganını benimsemeyi ve tartışmayı talep eden bir diğer büyük olayla karşı karşıya buluyoruz.
Bu iki yönden hangisini seçeceğiz?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.