ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump, Suriye'yi "kum ve ölüm" olarak tanımlamıştı.
Bugün, Beyaz Saray'a dönüşünden birkaç hafta önce ve Beşşar Esad rejiminin devrilmesinin hemen öncesinde, "Suriye kaos halinde ama bizim dostumuz değil. ABD'nin bu işle hiçbir ilgisi olmamalı. Bu bizim mücadelemiz değil. Karışmayın" dedi.
Joe Biden yönetimi, ilk günden bu yana kendisini Suriye meselesinden uzak tuttu.
Sonuç olarak ABD'nin çeşitli önemli aktörlerle ilişkileri zaman içinde kötüleşti.
Peki, Trump da Biden ile aynı lükse sahip mi?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kısacası, Suriye konusunda Amerikan sahnesine yoğun bir sis hâkim.
Suriye topraklarında Pentagon destekçileri ile CIA ajanları arasındaki çatışmalar hakkında Amerikan medya kuruluşları tarafından yayılanlar ve yayımlananlar ya da Wall Street Journal'ın "Şu anda Amerikalı yetkililer ne olacağını ve etkilerinin ne boyutta olduğunu bilmiyorlar" şeklindeki duyurusunun gölgesinde, bu sis, uzmanların Washington'un sahada yaratıcı olmayan bir kaosa çok yakın olup olmadığı konusunda kafasını karıştırıyor.
Dünya her zamanki gibi Washington ile "tarihsel ikilik" ya da "bir ruhta zıtlıkların eşdeğerliği" temelinde muhatap oluyor.
Biden yönetimi, bütün iç ve dış gürültüsü ve belirsizlikleriyle yakında gidecek ve geride bıraktığı tuzaklara rağmen şüphesiz ki odak noktası, Trump yönetiminin geleceği ve Suriye dosyasına bir risk yoksa bir fırsat olarak mı yaklaşacağı olmalı.
Komplo teorilerini ve Washington ile onu yönlendiren taraflar arasında arka plandaki etkileşimleri bir kenara bırakırsak, bölgedeki olaylar ve bunların yansımaları konusunda Amerikan tarafında bir tür belirsizlik hali var.
Özellikle de Eisenhower dönemi ve onun Mart 1954'te Beyaz Saray'da İslam dünyasının liderleriyle yaptığı tarihi görüşme ile "kapsama teolojisi" fikrinin ortaya çıkışından ve ilerleyişinden bu yana siyasal İslamcı gruplarla olan tarihi ilişkileri göz önüne alındığında.
Bu fikrin sahibi olan Dışişleri Bakanı John Foster Dulles kendisini 1950 yılında "Savaş mı Barış mı?" adlı kitabında sunmuştu.
Washington'un yaptığı çeşitli açıklamalarda görüldüğü gibi, Suriye'deki son savaş öncesi sahneyi değerlendirmekten ve öngörmekten uzak olduğuna inanmalı mıyız?
Pentagon sözcüsü Pat Ryder, 5 Aralık'ta yaptığı açıklamada, ABD ordusunun Suriye'de yaşananlarla hiçbir ilgisinin olmadığını, Washington'un IŞİD'i yenme misyonunu başarmak için "Suriye Demokratik Güçleri" (SDG) gibi ortaklarla çalışmaya devam edeceğini söyledi.
Yaklaşık 3 gün sonra dünya, IŞİD'den pek de farklı olmayan ve belki de onun gizli bir kanadı olan el-Nusra Cephesi liderinin, ABD'nin en büyük ve en önemli haber kanalı CNN'de adeta bir itibar aklama propagandası niteliğindeki uzun röportajını olağanüstü bir şaşkınlıkla izledi.
Kaldı ki kendisi, Amerikalılar tarafından aranan ve başına 10 milyon dolar ödül konulan kişidir.
Hangi ABD'ye inanmalıyız; idealist, realist, Jeffersoncu yoksa Wilsoncu ABD'ye mi?
Aynı şaşkınlık dünyanın her yanında, özellikle Ortadoğu'daki ölüm bölgesinde yaşayanlarda da görülüyor.
Yeni Trump'a ve dikkat çekici şu soruya geri dönelim:
Beyaz Saray'ın efendisi, ülkesinin Afganistan, Irak ve onlardan önce de Vietnam'daki bataklıklara benzer ve belki de onları tamamlayacak bir Suriye bataklığına sürüklenmesinden mi korkuyor?
Tehlike korkusu, Washington'un gerek doğal kaynakları gerek petrolün çıkış yollarını ve uluslararası ticaretin akışını kontrol eden coğrafi konumları açısından küresel stratejik varlık olmaya devam eden bir bölgede kaosun yayılmasına bahis oynaması anlamına geliyor.
ABD'nin Suriye'nin geleceğinde aktif rol almaktan vazgeçmesi, diğer kutup güçlere yeşil ışık yakabilir.
Belki de taktiksel olarak hemen geri çekildi ama stratejik planları, özellikle Rusya ve Çin'i karşılama planları hazır.
Trump o bölgedeki nüfuz alanlarını rakiplerinin istedikleri zaman istedikleriyle doldurabilecekleri şekilde mi bırakacak?
Moskova ve Pekin, radikal grupların çelişkilerinden yararlanmanın dönüp onları içeriden vuracağının farkındalar.
Son 10 yılın başında yaşananlar tekrarlanıyor gibi ve bu nedenle Trump, Esad rejiminin devrilmesine rağmen, bu iki ülkenin yakın zamanda bölgeye geri dönmeyeceklerine inanıyorsa yanılıyor.
Trump, Amerikan çarları siciline adını yazdırmak, Ortadoğu'ya "Obama-Hillary-Biden" tarafından temsil edilen planlardan uzak, Eisenhower'ın ihtişamını geri getiren, tepedeki şehir olarak ihtişamını geri kazanmış başka bir ABD aracılığıyla sıkıntılı bölgenin gidişatını kurtaran bir lider olarak girmek için tarihi bir fırsata sahip.
Trump, ABD'yi Ortadoğu'da olumlu, yaratıcı bir güç haline getirebilecek mi?
Belki de Ortadoğulular, bölgeye ilişkin vizyonlarını ona sunma inisiyatifini almalı ve onu, hoşnut edecek ve gözlerini kamaştıracak ortaklıklara ve anlaşmalara dahil etmeliler.
Peki nasıl?
Bir sonraki yazıda devam edeceğiz…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.