Düşüncenin Uğursuz Kaderi: "Eskinin elitist yaklaşımıyla popülizmi yenemeyiz"

Barış Özkul'la edebiyat ve sanat eserlerini toplumsal dönüşümlerin aynasında inceleyen Düşüncenin Uğursuz Kaderi üzerine konuştuk

Düşüncenin Uğursuz Kaderi, okuru toplumsal değişimlerin aynasında bir edebiyat eleştirisi yolculuğuna çıkarıyor (Unsplash)

Minerva'nın Baykuşu bu hafta, Barış Özkul'un kaleme aldığı Düşüncenin Uğursuz Kaderi'ni takip ederek, kültürel ve politik dönüşümlerin sanat yapıtını ve sanatçıyı nasıl etkilediğini görmek için bir yolculuğa çıkacak.

İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nda doktorasını tamamlayan Özkul, 2013'ten bu yana Birikim dergisi ve İletişim Yayınları'nda editörlük yapıyor. Raymond Williams ve Terry Eagleton gibi önde gelen Marksist eleştirmenlerin eserlerini çeviren Özkul'un, çeşitli platformlarda birçok yazısı da var.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Düşüncenin Uğursuz Kaderi, sanat eserlerini ve sanatçıyı belirli toplumsal ve siyasal dönüşümlerin merceğinden inceliyor. Bu analizler Dostoyevski'den George Orwell'a, Yahya Kemal'den Nurullah Ataç'a ve Nuri Bilge Ceylan'dan Emin Alper'e birçok ismin eserleri üzerinden yapılıyor. 

Farklı dönemlerin ruhunun çeşitli yapıtlarda bıraktığı izleri takip eden Özkul'la, İletişim Yayınları etiketiyle yayımlanan ilk kitabı hakkında konuştuk. 

Kitabın önemli tezlerinden biri edebiyattaki değişim üzerine kurulu. Özkul, 19. yüzyılın "hacimli" romanlarıyla 20. yüzyılın modernist anlatılarının yerini 100 küsür sayfalık novella'lara bıraktığını belirterek, bunun "yeni bir sanatsal üretim çağının habercisi" olduğuna dikkat çekiyor.

Dikkat bozukluğu, odaklanma sorunu ve sosyal medya yasakları gibi konuların gündemden düşmediği bir dönemde bu değişim daha da ön plana çıkıyor. Ancak bunu sadece teknolojideki dönüşümler veya dijitalleşme üzerinden çözümlemek yeterli değil.

"Eskinin elitist yaklaşımıyla bugünün popülizmini alt etmek imkansız"

Özkul, sözkonusu değişimin siyasi-kültürel arka planında, 2010'ların başından beri hakimiyetini artıran popülizmin olduğuna dikkat çekiyor. Bunun beraberinde "canlı ve agresif bir lümpenlik kültürü getirdiğine" işaret ederek, bu değişimi peşinen yargılamak yerine daha farklı açılardan düşünmemiz gerektiğini belirtiyor: 

Bu yeni hegemonyayı yargılamadan önce anlamak, üzerinde ciddi manada düşünmek lazım. Eskinin elitist yaklaşımıyla bugünün popülizmini alt etmek imkansız. Popülizmin alternatifi en az onun kadar geniş kapsamlı bir sosyal hareket olmak durumunda zira popülizm bütün iletişim kanallarıyla iç içe geçmiş durumda.

Popülizmin neoliberalizmle "simbiyotik bir ilişki" içinde geliştiğini belirten Özkul, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana neoliberalizmin sosyal devlet mekanizmalarını erozyona uğrattığını ve "derin bir güvencesizlik ortamı" yarattığını vurgulayarak şunları söylüyor: 

Bir sosyal psikoloji haline gelen güvencesizlik şiddeti, içgüdüsel tepkileri, akıldan ziyade ses, görüntü ve sansasyona dayalı ifade biçimlerini yaygınlaştırıyor.

"Edebiyatın üretimine geniş kitleler de katılıyor"

Bu siyasi-kültürel dönüşümlerin edebiyattaki yansıması öncelikle kültürel tüketim biçimlerinde kendini gösteriyor:

19 ve 20. yüzyıllardan farklı olarak edebiyat eserleri artık sadece orta sınıfların kültürel tüketim ürünü olmaktan çıktı. Geniş kitleler edebiyatın üretimine, dağıtımı ve geri dönüşümüne aktif şekilde katılmaya başladı. İletişim kanallarının, teknolojinin, sosyal medyanın olağanüstü hızı ve barındırdığı sonsuz ifade imkanları bunda yadsınamaz bir rol oynuyor. Edebiyatta bunun karşılığı kurmaca anlatı formunun kısalması, kompaktlaşması, multimedya malzemesi olmaya yatkınlaşması oldu.

 "Sanat eseri üretimden ziyade yapay zekaya siparişe dönüşebilir"

Peki bu dönüşüm, geleceğin estetik ve sanat anlayışını şekillendirmekte nasıl bir rol oynayacak? Yapay zeka alanındaki gelişmelere de dikkat çeken Özkul, şu yorumları paylaşıyor:

Yeni teknolojilerle yakın gelecekte sanat eseri (özellikle görsel sanatlar) üretilen bir şey olmaktan çıkıp yapay zekaya sipariş edilen bir spektrum halini alabilir ve sanatçının başarısı, verdiği siparişin isabetiyle ölçülebilir. Sanki buna doğru bir gidişat var.

 

barış özkul
Düşüncenin Uğursuz Kaderi, adını Dostoyevski'nin Günlük'ünden alıyor (İletişim Yayınları/Barış Özkul)


"Klasikler sanat zevkini inceltir, duyguları eğitir"

Düşüncenin Uğursuz Kaderi'ndeki edebiyat eleştirisiyle ilgili metinlerden biri de Nurullah Ataç'ın 1923-1942'deki yazılarının derlendiği Ne Yalan Söyleyeyim üzerine kaleme alınan inceleme. Yazıda, Ataç'ın edebiyat kuramıyla sistemli bir ilişkisi olmadığına ve belirli bir ekole bağlı kalmadığına, edebiyat zevkini ve metin analizlerini klasikleri okuyarak geliştirdiğine dikkat çekiliyor. 

Özkul, edebiyat zevkinin gelişiminde Ataç'ın klasiklere verdiği temel önemi vurgulayarak şunları söylüyor:

Klasikleri okumak sanat zevkini inceltip keskinleştirdiği gibi başkalarıyla birlikte kendimizi de daha iyi tanımak, empati yapabilmek gibi sosyal becerileri de geliştirir, deyim yerindeyse duygularımızı eğitir. Tolstoy'un Anna Karenina'sını, Dickens'ın Büyük Umutlar'ını, Gogol'ün Ölü Canlar'ını okumadan 40 küsür yaşına gelmiş bir edebiyat-sanat sevdalısı rafine zevklerden mahrum olabilir.

Ataç'ta "büyük eserlerle temastan korkmamayı öğütleyen" ve "sadece hoşa giden eserleri değil insanın canını sıkan, zahmetli" yapıtları okuma çağrısı da var. Peki bu çağrı, okuma alışkanlıklarının sosyal medya fenomenlerinin kitap önerileriyle şekillendiği; belirli eserlerin dizilerle ya da YouTuber'ların incelemeleriyle görünür hale geldiği bir dönemde nerede duruyor?

"Daha eşitlikçi ve popüler bir edebiyat görüşü de savunulabilir"

Özkul, klasiklerin önemini teslim ederken, edebiyat-sanat zevkini geliştirmenin "tek formülü" olmayacağının altını çizerek şunları söylüyor: 

Ataç, eleştiri alanında bir otorite olmanın özgüveniyle 'zor kitapları' okumayı salık verebilmiştir ama daha eşitlikçi, demokratik ve popüler bir edebiyat görüşü de pekala savunulabilir. Bu bakımdan, sosyal medya fenomenlerinin, YouTuberlar'ın analizlerini de takip etmek bence yararlı bir uğraş, onlar da önemli içgörüler barındıran yorumlar yapabiliyor.

Türk edebiyatında Doğu-Batı ikileminin yeri nedir?

Kitaptaki edebiyat eleştirisi incelemelerinden bir diğeri de Ahmed Hamdi Tanpınar'ın, Tanzimat Fermanı'nın 100. yıldönümü için 1939'da yazdığı 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi'yle ilgili. Yazıda Tanpınar'ın çalışmasının karşılaştırmalı okuma yöntemine vurgusuyla o dönemde farklı bir noktada durduğu belirtiliyor. Bunda pekala Tanpınar'ın "özgün tezlerini bir romancı üslubuyla ifade etmesi" ve "sanatkar tavrı" da büyük rol oynuyor.

Bu karşılaştırmalı okuma biçimi, edebiyat eleştirisini doğrudan ya da dolaylı biçimde uzun yıllar boyunca şekillendirdi. "Doğu-Batı ikilemi" ve "geç modernleşme" gibi temalar, Türkiye'de edebiyat incelemelerinin temel izleğini oluşturdu. Özkul, bu paradigmanın edebiyattaki izini sürerek şunları söylüyor: 

Doğu-Batı ikilemi Türk edebiyatında doğal olarak uzun süre belirleyici olmuştur. Tanzimat'tan, hatta III. Selim'den beri başlıca modernleşme sorunsalını oluşturduğu için romancılar da, ister istemez, kendi hayatlarını, giyim-kuşam, yeme-içme biçimlerini, en geniş anlamıyla adabımuaşereti doğrudan belirleyen bu mesele üstüne düşünmüştür. Cumhuriyet devrine de intikal etmiş ve Orhan Pamuk edebiyatında bile etkileri görünür olan bir meseledir bu.

Bunun yanı sıra aynı dönemlerde farklı kollardan edebi üretimlerin de görüldüğüne dikkat çeken Özkul şöyle devam ediyor: 

Diğer yandan ilk Osmanlı romanlarından beri kılık değiştirme, kadın köleliği, konak hayatı, 'melal' (romanda Halit Ziya, şiirde Ahmet Haşim'le), taşra-kent ilişkisi gibi başka birçok tema da edebiyata konu olmuştur. Dolayısıyla tek bir makro meseleye odaklanmadan (tabii onun belirleyiciliğini teslim ederek) başka temaların da izi sürülebilir.

 


"Düşünce hayatı yok, eleştiri yok genellemelerinin üzerinde durmamalıyız" 

Bu Doğu-Batı ikilemine eşlik eden, belki de amiyane tabirle "Orada var, burada yok" diye ifade edebileceğimiz bir sosyo-kültürel paradigma da sözkonusu.

Kötü Çocuk Türk'te Nurdan Gürbilek de edebiyat ve kültür eleştirisindeki baskın tavrın "daima bir yokluk tespitine dayandığına" dikkat çekerek, "Türkiye'de roman yok", Türkiye'de düşünce hayatı yok", Türkiye'de eleştiri yok" gibi yaklaşımların yarattığı sorunlara işaret etmişti. 

Özkul, genelleyici yaklaşımların edebi ve kültürel üretim açısından anlamlı olmadığını belirterek, "Yılgınlık psikolojisiyle edilmiş laflarla yetinmek yerine düşünce ve eleştiri hayatına mütevazı katkılar yapmaya çalışmak herhalde daha yapıcı bir tavır olur" diyor.

"Kurak Günler'de Ankara Yanıklar'a, Yanıklar Ankara'ya dönüşüyor"

Düşüncenin Uğursuz Kaderi'nde sadece edebiyat değil, sinema üzerine de yazılar var. Bunlardan biri, Emin Alper'in 2022 çıkışlı Kurak Günler'i hakkında. Film,  Selahattin Paşalı'nın canlandırdığı, metropolden Yanıklar kasabasına atanan savcı Emre'nin başından geçenleri konu ediniyor. İncelemede Kurak Günler, sadece bir güncel Türkiye eleştirisi değil, daha uzun vadeli bir dönüşümün işlendiği bir yapıt olarak ele alınıyor. 

Kentten taşraya giden devlet memurunun saygı uyandıran imajından, kasaba ahlakının devlet iktidarının kendisine dönüştüğü bir değişime işaret eden Özkul, bu "suç ortaklığı" üzerinden "Ankara Yanıklar'a, Yanıklar Ankara'ya dönüşüyor" diye yazıyor. 

"Geleneksel taşra-kent hiyerarşisi değişti"

Geleneksel taşra-kent hiyerarşisinde "sadece Türkiye'yle sınırlı olmayan, dünyanın çeşitli ülkelerinde de gözlemlenen yeni bir durum ve ilişki biçimi ortaya çıktığına" dikkat çeken Özkul, şu yorumları paylaşıyor:

Kitapta aynı bölümde bahsettiğim Gogol devrinde başkent St. Petersburg'dan Rus taşrasına giden devlet memurları, bürokratlar taşrada büyük bir hayranlık ve korkuyla karışık bir saygı uyandırırdı. Ama bunu kaba kuvvetle, sopa göstererek yapmazlardı. Asıl etken eğitimle, kent hayatının parçası olmakla edinilmiş meziyetlerin üstünlüğüne duyulan son derece yaygın inançtı. Devlet memurunun bu meziyetlere sahip ve liyakatli olması beklenirdi. Az önce bahsettiğimiz lümpen-popülizmin hakimiyetiyle bu durum tamamen değişti.

"Alt sınıfları da kapsayan bir dönüşüm insanlığın geleceğinde belirleyici olacak"

Özkul, Kurak Günler'de işlenen gizli kapaklı ilişkilerin "organize kötülük" olarak değerlendirilebileceğini fakat bunun altında yatan küresel dönüşümün de gözden kaçırılmaması gerektiğini hatırlatıyor:

Adına ister taşra ister varoş diyelim, alt sınıflar merkezi ele geçirdiler ve bununla baş etmenin yolu onları dışlamak, had bildirmek, cebir uygulamak olamaz. Aksine onları da içeren, hatta onların eliyle başlatılan bir sosyal ahlak ve haysiyet dönüşümünün başarıyla gerçekleştirilmesi insanlığın geleceğinde belirleyici olacak.

 


Özkul, ileride Türkiye'deki edebiyat eleştirisi ve edebiyat tarihçiliğinin gelişimini Recaizade Mahmut Ekrem'den alıp 1990'lara kadar getirerek, siyasi ve kültürel değişimlerin edebiyat anlayışındaki izdüşümlerini takip edeceği bir projesi olduğunu da belirtiyor. 

Toplumsal dönüşümlerin eserlerdeki izlerini yapıtların özerkliğini gözeterek inceleyen Uğursuz Düşüncenin Kaderi'nin, sanat ve edebiyat üzerine düşünenlerin ilgisini çekeceğine inanıyoruz.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU