Delifişek bir çağda tüketim

Prof. Dr. Uğur Batı Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Ecomania

Lezzet, aroma ve kokunun uzmanlarının katıldığı, Karma Grup tarafından 2-3 Ekim'de İstanbul'da gerçekleştirilen hayli ilginç bir tüketici konferansına davranış bilimleri araştırmacısı olarak katıldım ve konferans boyunca pek çok not aldım.

Uluslararası Tüketici ve Duyusal Bilimler Konferansı (CONSENSE 2024) olarak adlandırılan etkinlik, İstanbul Teknik Üniversitesi'nin (İTÜ) Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde yapıldı.
 

 

Konferans boyunca konuşmalarda, panellerde "kendisi için en iyi seçimi yapan" akıllı bir tüketici yapısından söz edildi.

Prof. Dr. Esra Çapanoğlu Güven'in başkanlığında ve uluslararası konuşmacılarla "Tüketicinin tercihlerine ve duyusal bilimin önemine" odaklanan konferans üzerine aldığım notlar ve düşüncelerle baş başa bırakmak isterim sizi.

Şu "akıllı tüketiciyi" görmeden önce pazara bakalım.

Hayli çeşitli, hayli renkli, hayli kişiselleştirilmiş, hayli sofistike, hayli az, hayli fazla bir seçim ortamı bu.
 

d

Fazlalık çağı başladı!

Kjell A. Nordström ve Jonas Ridderstråle bundan yıllar önce "Funky Business - Delifişeklik" adlı bir kitap yazdılar.

Bu kitap, içinde bulunduğumuz zamanı "fazlalık çağı" olarak tanımlıyor ve bu tip bir toplum modelini şöyle anlatıyor:

Her şeyden o kadar çok var ki... Fazlalık çağındayız. Daha fazla seçenek. Daha fazla tüketim. Daha fazla eğlence. Daha fazla rekabet. Daha fazla fırsat. Bir aşırılık dünyasına, bir bolluk çağına girmiş durumdayız.


Çokluk, bulunabilirlik, kapitalist bireyin arzu motorlarını çalıştıran bir şenlik görünümüyle kendini tekrar ve tekrar gösterir.

Bu söz konusu biçiminin kendisi de tüm varlığıyla kendini bir tüketim unsuru olarak gösterir.

Burada sürekli olarak kendini yenileyen, gereken kaynaklarınız olduğu sürece hiç bitmemecesine ona sahip olabileceğiniz vaadi söz konusudur.

Tüm bunlardan, herkes için fazlasıyla var olduğunu haykıran, değişim değerinin ön planda olduğu, metanın dinamik, değişken ve akışkan söylemine gidilebilir.

Bu zaten, tüketim toplumunu işaret eder.


Medeni yaşamın en önemli özelliklerinden biri, huzursuzluktur!

Temelde yaşadığımız hayatlarda rahatsız olduğumuz şeyleri çözme vaadiyle daha mutlu, daha güzel, daha sorunsuz bir hayatın anahtarını bize sunan markalar, aslında verdikleri haz ile duygusal ve ruhsal bir doyum sağlarken gerçekte vaat ettikleri gibi mucizevi bir değişim ortaya koymazlar.

Bunu görmek ya da görememek de aslında markaların tüketicilerin zayıf olduğu noktalara atış yapma becerileri ile mümkün olur.

Bu gerçek bir huzursuzluktur.

Freud'a göre, medeni yaşamın en önemli özelliklerinden biri, huzursuzluktur.

Bireyin özgürlüğünün bastırılmasından kaynaklanan bir huzursuzluktur bu.

Söz konusu huzursuzluğun kaynağı ise güçsüzlük ve yetersizliktir.

Tüketim stratejisi, tüketici-bireyin sıradanlığını, varoluşunu, hazcılığını kasteder.

Ve bu huzursuzluğu artırır.

Birey de bu durumda devamlı bir uyum sağlama arayışı içindedir.

Bunu da hayalleri ile yapar ya da tüketerek.

Hayallerine ulaşmak için tüketen insanlara tüketim düşleri pazarlayanlar için bu bulunmaz bir fırsattır.

Siz ne dersiniz?


Bugünün insan varoluşu: "Tüketiyorum öyleyse varım"

Bilmiyorlar, ama yapıyorlar.


Karl Marks'ın Kapital'de dile getirdiği bu söylem, ideoloji tanımının yıllar boyunca en önemli aydınlatıcılarından oldu.

"Düşünmüyorlar, sadece alıyorlar" desek...

Bugünü anlatır mı?

Bakalım...

Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım" önermesinin tüketime çevrimi olan "Tüketiyorum öyleyse varım" sözü bu anlamda, tüketim etkinliklerinin reklamcılığa bağlı temelini ifade eden bir cümledir.

İfade, tüketim toplumunun bir ferdi olan bireyin varoluş kaynağı olarak gördüğü eylemi gösteren bir çıkarsamadır.

Nesnelere sahibiyet temeline dayalı bir yaklaşımı ifade eden bu önerme, "insanlar tarafından saygı duyulan, kabul edilen bir birey olmak istiyorsan tüket" der.

Tüketici davranışları konusunda yazan Barbara Kruger tarafından çeşitli vesilelerle derinlemesine işlenmiş olan ve "I shop therefore I am" sloganı ile ünlenmiş anti-tüketimci yaklaşım, tüketimin çağdaş toplumdaki doğaüstü yerini ifade eder.

Özellikle imaj ve markaların oluşumu ile belirginleşen ikonografik inanışlar, çağdaş kültürlerde vazgeçilmez konumlar kazanmıştır.

Medyayı saran popüler kültür ürünleri, medyanın kendine özgü fantastik formlarına aktarılıp, estetize edildiği sürece anlam kazanmaktadır. 

Modern yaşamda insan hayatını kuşatan reklam imgeleri, devamlı olarak mutlu, başarılı insanlarla dolu, sorunlardan uzak hayali bir dünya yaratır. İzleyiciler de aktif olarak bu dünyanın içinde konumlandırılır.

Tüketiciler ancak ürünleri kullandıkları müddetçe bu dünyanın kapısını arayabileceklerdir.


Tüketici akıllanıyor mu, büyüleniyor mu?

Tüketimi artırmak için, üreticiler gerçek ihtiyaçlardan daha çok yapay ihtiyaçlar üreterek, tüketicileri sürekli bir şeyler almaya zorlarlar.

Gereksiz alışveriş, tüketicileri kredi kartlarıyla borçlanmaya teşvik eder.

Alışveriş hastalığı aile huzurunu bozarak, sosyal patlamalara yol açar.

Alışveriş tutkunları her gün çarşı pazar dolaşmazlarsa, gerçekten huzursuz ve tedirgin olurlar.

Alışverişin bir hastalığa dönüştüğü, gösteriş yarışının her alanı kuşattığı toplumlarda, hayatın kalitesini artırmayan ve kültürel zenginliğe hiçbir katkısı olmayan yapay ihtiyaçlar büyük önem kazanır.

Buradan görüldüğü üzere, tüketim çağının dinamikleri, tüketimi salt ihtiyaçların giderilmesiyle sınırlayan, tüketimi ekonomik etkinliklerin bir sonucu olarak tasarlayan klasik iktisat anlayışını büyük ölçüde tartışmaya açık bırakıyor.

Kişilerin nesnelerle ilişkisi, ihtiyaçların karşılanmasıyla sınırlanamayacak kadar karmaşıktır.

Tüketilen nesnelerinin pek çoğunun somut bir fayda sağlamaktan uzak olduğu veya nesnelerin duygusal faydalarının ve sembolik değerlerinin kullanım değerlerinin önüne geçtiği bir vakadır.

Tüketimin bir gücü vardır ki o da "imal edilebilir" arzuları yaratmasıdır.

İhtiyacını olmadan arzuya dayalı satın alma, aslında tüketim bu şekilde teşkil olur.

Bu insan için doğallıktan çıkmak ve özüne yabancılaşmaktır.

500 çift ayakkabısı olan yeni yetme bir popçu başka nasıl izah edilebilir ki?

Kulağı değil beyninin içinde çınlayan imal edilmiş bir arzu kalıbına ne dersiniz?

Yenisini al
Yenisini al
Yenisini al
Yenisini al


İmal edilmiş arzuyla, insanın kendi arzuları bile kendilerinin olmaz.

I Phone 16'ya tapınan bir toplum düşünsenize.

Son derece kısır bir döngüden bahsediyoruz.

Konu hep yenisini ve farklısını almaya dönüyor:

Hep yenisini almak, yenisini almak için daha çok para kazanmak, daha çok para kazanmak için daha çok sömürmek, sömürürken fakirleştirmek, fakirleştirirken zengin olmak, zengin olunca yenisini atmak, daha yenisini almak.

Zigmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek adlı kitabında bu durumu şöyle anlatıyor: "

Eskiden, yani gençken ustura kullanırdım. Köreldiğinde biler tekrar tekrar kullanırdım. Artık tıraş makinam var. Ömrü bittikçe yenisini alıyorum.
 

 

Katıldığım bir konferanstan notlarım: Uluslararası Tüketici ve Duyusal Bilimler Konferansı (CONSENSE 2024)

Karma Grup tarafından düzenlenen Uluslararası Tüketici ve Duyusal Bilimler Konferansı (CONSENSE 2024) 2-3 Ekim'de gerçekleştirildi. İlham vericiydi.

Lezzet, aroma ve koku uzmanlarının bir araya geleceği etkinlik İstanbul Teknik Üniversitesi'nin (İTÜ) Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde yapıldı.

Karma Grup tarafından, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ev sahipliğinde Türkiye'de ilk kez Uluslararası Tüketici ve Duyusal Bilimler Konferansı (CONSENSE 2024) düzenlendi.

İnovasyondan gıda tasarımına kadar birçok alanda uluslararası uzman isimleri ağırlayan CONSENSE 2024, katılımcılar, sektörün liderlerinden duyusal bilim ve sürdürülebilirlik trendlerini dinleme fırsatı buldu.

Ayrıca konferans; sanayici ve üniversite arasındaki iş birliğini artırmayı hedefliyor.

2-3 Ekim tarihlerinde düzenlenen CONSENSE 2024'ün ilk gününde sektörün öncü isimleri inovasyon, sürdürülebilirlik, gıda tasarımı ve coğrafi işaretli ürünler gibi çok geniş bir yelpazede oturumlar düzenlendi.

Bazı konuşmacılardan notlar aldım, onları sunacağım.
 

 

İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen konferansta konuşan İTÜ Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı ve Konferans Başkanı Prof. Dr. Esra Çapanoğlu Güven, "Özellikle ambalajlama, depolama ve pazarlama süreçlerine kadar duyusal analizin ne derecede etkin ve önemli bir rol oynadığını artık anlaşılıyor" dedi.

Panelde konuşan sektörün önemli yöneticilerinden Mehmet Tütüncü ile sürdürülebilir bir gelecek için gıda sistemlerinin dönüşümü konusunun önemine dikkat çekerek, "Her üç kişiden biri gıdaya ulaşmakta zorluk çekiyor. İsrafın önüne geçmek için eski anlayışla önüne geçmek mümkün değil. Bu sistemlerin iyileştirilmesi şart ve yeni bir dönüşüme ihtiyacımız var. Kısacası radikal bir değişim ihtiyacı ortada" diye konuştu.

Tütüncü, "Burada karşımıza birbirini etkileyen birçok değişkenler var. Bu projeksiyonu tekrar gözden geçirmek gerekiyor ve gıda talebinde yüzde 70 bir artıştan bahsediyoruz. Ancak bunu daha anlaşılır ve daha sağlıklı tespitler yapabilmek için birbirine bağlı son derece karmaşık değişkenleri toplumun tüm kesimleri için daha anlaşılabilir hale getirmekte çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama mevcut durumda bir gözden geçirip nerede olduğumuzu da iyi anlamak gerekiyor. Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan sürdürülebilirlik raporunda sürdürülebilir kalkınma amaçlarının sadece yüzde 16'sını karşılandığı düşünülüyor. Yani yüzde 84'üne kapsayan konularda ya çok az ilerletmişiz ya da hiç ilerlenmemiş. Özellikle gıda ve toprak sistemlerine ilişkin hedefler maalesef dünyada raydan çıkmış durumda. İklim değişikliği nedeniyle tarım, ormancılık ve diğer arazi kaynaklarında üretimde azalma yaşanıyor. Su kaynaklarının yaklaşık yüzde 70'i tarımda kullanılıyor. Gıda israfına karşı örnek çözümler geliştirilerek toplumsal ekonomik ve ekonomik dengeyi dayanıklılığını güçlendirmemiz gerekiyor. Akis taktirde yakın gelecekte iklim göçülerinin olma ihtimali bile çok yüksek. Her üç kişiden biri gıdaya ulaşmakta zorluk çekiyor. İsrafın önüne geçmek için eski anlayışla önüne geçmek mümkün değil. Bu sistemlerin iyileştirilmesi şart ve yeni bir dönüşüme ihtiyacımız var. Kısacası radikal bir değişim ihtiyacı ortada" dedi.
 

 

"Tüketicilerin Yeni Sürdürülebilir Alternatif Protein Kaynaklarına Yönelik Davranışları" konulu panelde tüketicilerin tercihlerini etkileyen etkilerin psikolojik, kültürel, sosyal çevre, ürünün sağlıklı olup olmaması gibi etmenlerin tüketici tarafından nasıl algılandığına bakmakta faydalı olduğunu kaydeden University of Gastronomic Sciences – Pollenzo'dan Prof. Dr. Luisa Torri, bilimsel literatürde tüketicinin kabulü beklentileri gastronomi bakımından aktardı.

Bir gıdanın pişirme yöntemi, gıdanın tadı ve hangi proseslerin tercih edildiğinin önemli olduğun vurgulayan Torri, "Avrupa'da Asya'da ve Güney Amerika'da kendi başına tüketilen yiyecekler olan deniz yosunu ve böcek ve denizanası üzerinde araştırmalar yapıldı. Görünürlük seviyesi yiyeceği tanımlamıyorsa kabul etmeme durumları daha yüksek oluyor. Bir de farklı pişirme yöntemleri, ülkeler arası farklılıklar ve gıdada sosyoekonomik etmenler de etkili oluyor. Yaş, kadın ve erkek olarak da farklılık gösterebiliyor. Ülkelerin bulundukları konuma göre yemek eşleşmeleri de değişiyor. Bu yaklaşımlar gıda geliştirme yönünden daha destekleyici ve yeni stratejiler hayata geçirmek için spesifik grupları için ürünlerin geliştirilmesi önemli" dedi.

"Gıda Atıklarından Fitokimyasalların Geri Kazanılması Zorlukları ve Fırsatlar" panelinde dünyada üretilen gıdaların üçte birinin çöpe gittiğine dikkat çeken University of Leeds'ten Dr. Christine Bösch ise üretimden tüketime kadar ciddi kayıpların yaşandığını söyledi.

Ben gıda işleme konusunda değinen Bösch gıda kayıplarında çiftçi öncesi kayıplara değinerek, "Sebze meyve farklı büyüklükteler ama hepsi su içeriyor. Bu doğrultuda atık gıdaların hayvan yemi gibi kullanmak için metotlar geliştiriliyor. Biz hala bitkisel gıda atıklarını çok geliştirmiş değiliz" dedi.

Münih Teknik Üniversitesi Priv.-Doz. Dr. Martin Steinhaus da teknolojik teknikler, duyusal analiz ve kimyasal analizler konusunda teknik bilgiler paylaştı.

Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu Başkanı Demir Şarman; "Artan dünya nüfusu, iklim değişikliği ve doğal kaynakların hızla tükenmesi sürdürülebilir gıda üretiminin hayatta kalmanın temel gerekliliği haline geldiği kaydeden Şarman, sürdürülebilirlik; ekonomik, toplumsal ve stratejik boyutlarında bir olgu olduğunu aktardı. Şarman, tarımda gerekse gıda ve içecek sektöründe sürdürülebilir üretim modelleri için teknoloji ve Ar-Ge yatırımların arttırılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi, daha az su, enerji ve kimyasal bilgi gerektiren üretim tekniklerinin yaygınlaştırılması gerektiğine dikkat çekti. Enerji ve su kaynaklarının gerekli kullanımıyla karbon ayak izini azaltırken, gıda israfının önlenmesi verimliliği artırıyor ve rekabet gücümüzü de yükselttiğine vurgu yapan Şarman, "Özellikle akademiyle yapılan iş birlikleri, teknoloji kullanımını ve toplam faktör verimliliğini artırmanın en temel unsurlarındandır. Tabii bu süreç yalnız teknolojiyle mümkün değildir. Teknolojinin yanında kamu kurumlarına da büyük görevler düşmektedir. Sürdürülebilir üretimi destekleyen politikaların geliştirilmesi, uygulanması, düzenlenmesi, ilgili kodekslerin standartların yapılması tümünün parçalarıdır. Elbette bunları yaparken, sadece sürdürülebilir olsun, sağlıklı olsun, fonksiyonel olsun. Bunun içine mutlaka duyusal lezzetleri de duyusal artıları da çekiciliği de koymamız gerekiyor. Sonuçta hepimiz birer insanız. Bu teknolojiyle ve dönüşümle ortaya çıkacak gıdaları ve içecekleri ona göre tercih edilebilir kabul edelim ve ona göre tüketmeye ve kullanmaya devam edelim. Çünkü hepimizin bildiği gibi sürdürülebilirlik diyoruz; tüm doğal kaynaklarımızın, ileriki nesillere hasar görmeden taşınması en büyük isteğimiz. Ancak bunları ekonomik gerçeklikle destekleyemezsek maalesef sürdürülebilir kılamıyoruz. Böyle olunca ne işletmeler ne sanayiler ne de ülkeler hayatlarına devam edebilir. Dolayısıyla tüm bunlara 360 derece bakabilen her yelpazenin her parçası üzerine ayrı ayrı çalışmak gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye, gerek geniş tarım arazileri, zengin bio çeşitliliği, köklü tarım geleneği, gıda ve sanayini ve bunu destekleyen akademik alt yapısıyla en temel olmazsa olmazlara sahip bir olgudur. Ama bütün bunları hala daha eksik parçalarla desteklenmesi ve bir uyum içinde çalışması gerekiyor. Biz fonksiyonel ve lezzetli gıdalarımız ile Türk halkı ve Türk sanayicisi ve Türk üreticisi olarak dünyada çok daha üst sıralarda olabilme potansiyelinde olabilen bir ülkeyiz. Biz Türk gıdasını dünyada bugün olduğundan çok daha ötesinde aranan ve tercih edilen bir marka haline getirebiliriz. Ve bu yolda da çalışmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla bu konferansı ve konferanstaki ele alınan başlıkları, konuları bu geniş bağlamda çok değerli ve kıymetli buluyorum. Aynı şekilde ileriki yıllarda da artan bir bilgiyle devam etmesini temenni ediyorum" şeklinde konuştu.
 

 

Artan enflasyon ile birlikte Private Label ürünlere olan ilginin kalıcı ve sürdürülebilir bir ticarete evrilmesi için marketing ve kalite alanlarında PL üzerine düşen konuların ne olduğunu vurgulamayı planlıyorum. Tüketicinin rafta fark edebileceği ürün tasarımını yapmak için ne gibi konulara dikkat etmesi gerektiğini ele alacağım bir seminer olacak. Private Label ve Markalı Ürünlerde Tüketici Odaklı Ürün Tasarımı konulu panelde PLAT Yönetim Kurulu Başkanı İmer Özer konuştu, Özer, insanoğlunun bilmek istediğine dikkat çekerek, pazarlamayla ilgili bir ürünü nasıl ortaya çıktığını, çıkardıktan sonra nasıl pazarlandığını, işin dijital tarafında ve pazarlama tarafında olan konulara değindi. Türkiye'de pazarlamanın sembolünün hesap makinesi olduğunu ifade eden Özer, "Biz indirime bakıyoruz ve indirimin etiketiyle pazarlamayı adlandırıyoruz ama küçük bir şey atlıyoruz. Biz bunu yaptığımızda rakibin bunu yapmasında engel olan şey ne? Bizim yaptığımız fiyat indiriminde farklılaştığımız noktada rakibin yapmasıyla ilgisi olmayan bir durum. Bunu rakip de rahatlıkla yapabiliyor. O yüzden sadece fiyat odaklı olmayalım. İşin kaliteli tarafı da muhakkak olmalı" dedi.

"Tüketici odaklı inovasyon" konusuna değinen MEYED Genel Sekreteri İpek İşbitiren, "Tüketici, odak ve inovasyon kelimeleri pek çok endüstri gibi meyve suyu ve içecek endüstrisinin de ana başlıkları arasında yer alıyor. Bu temel strateji sektörün ana damarlarından biri ve gururla ifade etmek isterim ki, bu anlamda Türkiye'de ve hatta sıra dışı bazı uygulamalar ile dünyada örnek olan öncü sektörlerden biriyiz" dedi.

İşbitiren, sektörün dünya ihracat pazarında zorlu bir mücadele ile pozisyonunu güçlendirdiğini ve konferansta ilham verici bir akış ile dinleyicilerin evlerine somut çıktılar ile gitmelerine vesile olacaklarını söyledi.


Neyse bitireyim.

Bu konferanstan bir tüketici araştırmacısı olarak etkilendim.

CONSENSE 2024, endüstri ile akademiyi bir araya getirerek, yenilikçi stratejiler ve sürdürülebilirlik konularında sektöre ışık tutmayı başarmak noktasında önemli bir yerde diye düşündüm.

Devamını dileyelim.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU