Siyonist Yahudiler, "Am Hasagula" olarak isimlendirdikleri bir üstünlük/seçilmişlik anlayışına sahiptir.
Kendisini Hz. İbrahim'in soyu olarak tanımlayan Hasagulalar'ın ideolojik haritasına "Arz-ı Mevud" denir.
Bu haritaya baktığımız zaman en stratejik beldenin Kudüs olduğunu biliyoruz; ama az bildiğimiz bir diğer detay bizi yakından ilgilendiriyor.
Arz-ı Mevud'a göre Şanlıurfa ve Kıbrıs gibi bölgeler de bu haritanın içerisine dâhil durumdalar.
Son yıllarda Kıbrıs çevresindeki zengin gaz sahalarının keşfi Siyonizm'in bu adaya olan iştahını hayli kabartmış durumda.
İsrail, tarih kitaplarında dahi şaşırarak okuduğumuz savaş stratejileriyle bölgeye ateş püskürtüyor.
Çoğu siyaset bilimcisi ve gazeteci bu barbar ordusunun saldırılarını Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği huruç hareketiyle izah ediyor.
Oysa meseleyi akıl ve mantık süzgecinden geçirip bir neden-sonuç ilişkisi içinde izah eden tüm yaklaşımların altını oyan bir vaziyet söz konusu. İsrail'in kendi devlet aklının içine girdiği kriz…
İsrail'i şu anda yöneten iktidar kanadı seçim meydanlarında "80 yıl lanetine" son verme vaadiyle iktidara geldi.
Dolayısıyla İsrail halkı, akıl ve sağ duyudan yoksun bir siyasi hareketi iktidara taşıyarak 2028 yılına yaklaştığımız günlerde son derece bilinçli ama tehlikeli bir tercihte bulundu.
Kehanete göre; Yahudilerin kurduğu devletler henüz 80 yılını doldurmadan yıkılmaktadır.
Bunun önüne geçebilmenin yegâne yolu ise Arz-ı Mevud'un tereddütsüz şekilde ele geçirilmesidir.
Bu uğurda Siyonist askerlerinin "Amalekiler" olarak tanımladığı bölge halklarının kundaktaki çocuklara kadar katletmesi bu çıldırmış zihniyetin şeriatına göre helaldir.
Bu uğurda işlenen tüm günahlar büyük devlet kurulduğunda affedileceği vaat edilmiş olması dehşetle izlediğimiz soykırımın paradigmasını inşa etmektedir.
Askerler ve sivil-yerleşimci görünümlü fanatikler bu şekilde motive edilirken devlet aklı da bahsi geçen lanet-kehanet endişesiyle dizayn edilmekte.
Başta Netanyahu ve Yoav Galant gibi isimler Amalekiler tanımlamasını mütemadiyen kullanarak bu mesajı muarızlarına vermektedir.
Kehanetin İsrail'i bir yönetimsel krize sokan ve bu denli saldırgan kılan en önemli yanı, eğer 4 sene gibi kısa bir süre içinde Arz-ı Mevud'da hakimiyet kurulamazsa mevcut İsrail Devletinin yıkılacak olmasına duyulan inanç olarak karşımıza çıkmaktadır.
İsrail, son 30 yılda dünyanın her yerinde yaşayan Yahudileri bölgeye getirmek için aşağı yukarı 100 milyar dolar civarında bir para harcadı.
Buna rağmen bu süre zarfında İsrail'e gelip yerleşen Yahudi sayısı 1 Milyon rakamını ancak bulmaktadır.
7 Ekim'den bu yanı İsrail'i terk eden Yahudi sayısı en son 2023 yılının Aralık ayında 970 bin olarak açıklanmıştı.
Bu sayının yarısına yakını hali hazırda ülke dışında bulunup dönmeyi reddedenlerden oluşurken kalan yarısı İsrail'den kalıcı olarak ayrılan kişilerden oluşmaktaydı.
Üstelik Anadolu Ajansı'nın (AA) konuyla ilgili yaptığı (Bekasını kitlesel göçle ilişkilendiren İsrail, Gazze savaşıyla "tersine göç" çıkmazına girdi) bazı haberlere göre göç edenlerin önemli bir kısmı sınır bölgelerindeki yerleşimciler.
Sınır bölgelerindeki yerleşimlerden göçü önemli kılan ise burada yaşayanların en fanatik Yahudilerden oluşmalarıdır.
Metropollerdeki çoğu İsrailli henüz endişeli olsalar da savaş atmosferine tam anlamıyla girmedikleri için evlerini terk etmek konusunda bir adım atmayı tercih etmiyorlar.
İsrail gibi demografik verilere son derece önem veren bir devletin göç kaosuna rağmen işgalini genişleterek sürdürmek istemesi devleti üzerine inşa ettikleri ütopya için kaçınılmaz bir strateji olarak gözükmektedir.
Başka bir deyişle gördüğümüz vahşet henüz İsrail'in girişeceği çılgınlıkların başlangıcını ihtiva etmektedir.
Bakın bunları bizzat İsrail'in en tepesindeki isimler söylüyor en son İsrail Maliye Bakanı Smotrich: "Vadedilmiş topraklarla ilgili radikal bir vizyonu var ve bu vizyon tüm Filistin'in yanı sıra Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak ve Mısır, Suudi Arabistan'ı da içeriyor" açıklamasını pervasızca yapmıştı.
Eğer bu çılgınlıklar devam ederse İsrail, 4 sene içerisinde Kıbrıs'a saldıracağı anlamını taşımaktadır.
Türkler ve Yahudiler tarihte hiç savaştı mı?
İsrailliler, ABD dışında en fazla vatandaşlık sahibi olduğu en fazla ticari ilişkiler geliştirdiği ve en fazla ziyaret ettiği ülkelerin başında Türkiye Cumhuriyeti geliyordu.
Bunun şüphesiz iki nedeni bulunmaktadır:
İlki, Türklerin tarih boyunca çoğunlukla hiçbir çıkar beklemeksizin Yahudi halklarına gösterdiği misafirperverlik ve yine Türklerin; ticarette, devlet bürokrasisinde ve en önemlisi vatandaşı olarak Yahudi/İsrailoğullarına gösterdiği teveccühten ileri geliyordu.
17'nci yüzyılda Britanya'dan sürülerek Brezilya ve civarında bugünkü zenginliğinin temellerini atan Yahudiler; yalnızca köle hak ve statüsündeyken Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Yahudiler, özgür vatandaşlar olarak devletin en büyük iki ekonomisi olan İstanbul ve Mısır hazinelerini idare ediyordu.
Bereket versin, Yahudiler Amerika'da bir iki asır sonra Lordlar Kamarasından, yüklü lobi ve rüşvetlerle, ancak vatandaşlık alabilecekti.
Belki siyahi köleler gibi pamuk tarlalarında çalışmıyor olsalar da sermayeleri hiçbir kanuni güvence altında olmamaları nedeniyle her daim namlunun ucundaydılar.
Gazze hadiselerinden sonra, kamuoyunda Filistin halkı ile Türk halkının ortak direnişini kırmak adına en fazla kullanılan ifadelerin başında "Tarihte Türkler ve Yahudiler hiçbir zaman savaşmadı ve hep dost oldular!" sözleri gelmektedir.
Bu ifadeler kısmen doğru olsa da kısmen yanlış ve kasıtlı bir amaca hizmet etmektedir.
Hatta bazı ifadelerde Musevi Hazarların, Abbasileri durdurmasıyla da iftihar edildiğine şahit oluyoruz.
Evvela şunu belirtilerek başlayalım:
Evet, Hazarlar Abbasileri durdu ve Musevi idiler. Lakin Hazarların savaştığı Abbasi ordusu Araplardan değil, Türklerden meydana gelmişti. Yani Hazarların durdurduğu bizzat Müslüman Türk ordusuydu.
Bu engelleme Müslümanların başta Bizans olmak üzere Batıya doğru ilerleyişine de ciddi zararlar vermişti; fakat Türkler ve Yahudiler Sultan Abdülhamit dönemiyle beraber Siyonist Yahudilerle karşı karşıya gelecek ve bu gerilim Cihan Harbi ile sıcak çatışmaya dönüşecekti.
Üstelik Siyonistler, Mehmetçiğin kanını dökmekte son derece bonkör davrandıkları gibi İsrail'in kurucu kadrolarının tamamı övünç kaynağı olarak şehit ettiği Filistinliden çok şehit ettiği Türk askeri sayısınca övünmektedir.
Siyon Katır Birliği, Çanakkale Cephesi'nde Türklere karşı savaşan ilk Siyonist birliği oldu.
Siyonistler burada bir yandan tarihlerinde alışık olunmadığı şekilde sıcak çatışmayı öğrenirken bir yandan da "Haganah" adlı Siyonist terör örgütünü de Çanakkale'de Türklere karşı savaşan Yahudiler kuracaktı.
Yahudilerin, bir başka Türk kanı dökmesine neden olduğu cephe Gazze idi. Romanya Siyonist'i Aaron Aaronsohn tarafından kurulan Nili terör örgütü Türk cephesinden sızdığı önemli bilgileri İngilizlere vererek Gazze'de binlerce Türk'ün şehit düşmesine neden olacaktı.
Mısır Seferi Kuvvetleri Komutanı General Edmund Allenby'in doğrudan irtibatta olduğu Siyonist teröristlerin verdiği istihbaratla Gazze'ye saldıran İngilizler, bugün Gazze'de İsrail'e karşı mücadele eden Filistinlilerin mücadelesini aratmayan bir kahramanlık örneği ile karşı karşıya kaldı.
Müttefik Almanların Gazze'yi terk edin çağrılarına rağmen Gazze'yi bırakmayan Türkler, İngilizlere ağır kayıplar verdirerek direnmeyi başardı. İngilizler, Gazze'yi ancak ikinci bir saldırı ile alabilecekti.
Uzun sözün kısası Gazze'de binlerce Mehmetçik, Nili isimli terör örgütünün çalışmaları sonucu şehit düştü. MOSSAD bugün kendisini Nili örgütünün devamı olarak tanımlamaktadır.
Siyonist aklın Kıbrıs ile ilgili planları ne?https://t.co/0eDtHNWFoJ pic.twitter.com/lbT5hhCmFr
— Independent Turkish (@TurkishIndy) October 12, 2024
Siyonistlerin Türk kanı dökmede ne denli barbar olduklarını gösteren son ve mücessem hadise Mavi Marmara hadisesidir.
31 Mayıs 2010 yılında meydana gelen hadiselerde şehit olan vatandaşlarımızın otopsi raporları her şeyi ortaya koymaktadır.
Siyonist askerler tam 2 saat 35 dakika boyunca gemide, işkence ve katliamlar gerçekleştirmişti. Şehit olan çoğu insanımızın ölümüne neden olan mermiler yakın mesafeden kurbanlarının özellikle gözlerinin içine bakılarak sıkılmıştı.
Şehitlerimizin her birinin vücudunda ortalama 5 mermi çıkartılmış olması karşımızdaki barbarlığı net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kıbrıs ve Siyonizm
1878 yılında Kıbrıs, İngilizlerce ele geçirildiği ilk günden itibaren Siyonizm için Ortadoğu'ya geçen ilk durak durumunda olmuştu.
1914 yılında kurulan sömürge yönetimiyle Siyonizm adadaki varlığını iyiden iyiye artırmış ve görünür hale getirmişti.
Siyonizm, bölgede Filistin'e odaklanırken adaları da ihmal etmemiş Chabad isimli örgütle başta Kıbrıs olmak üzere Akdeniz'deki adalarının işgalini içeren planları ihmal etmemiştir.
Üstelik bu noktada tehdit altında bulunan tek biz değiliz, Arz-ı Mevud'a göre birçok Yunan adası da tehdit işgali ile karşı karşıyadır.
Velhasıl, İsrailli yetkililer Arap şehirlerini işgal etmeyi pervasızca üst perdeden temenni olarak dile getirirken Türk illerini saymıyor olmaları kimseyi aldatmasın.
Şu an Türkiye'nin sahip olduğu askeri ve ekonomik güçten çekinmeleri onları daha dikkatli olmaya zorluyor sadece.
Kıbrıs ve Urfa bilhassa "80 Yıl Laneti" çılgınlığı dikkate alındığında ciddi tehdit altında bulunmaktadır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish