Ortadoğu’daki savaşın cehennemi denklemleri

Filistinli siviller fayda-maliyet hesaplamalarının dışında kaldı

Gazze Şeridi'nde hareket eden İsrail askeri araçları, 21 Temmuz 2024 (AFP)

İsrail'in Gazze Şeridi'nde yürüttüğü savaş ne kadar uzun sürerse, çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığının da o kadar artacağı netleşti. Aslında savaş giderek yayılıyor. Belki de artık savaşın yayılmasından ziyade, yayılmanın bir gerçeklik haline gelmesi bakımından bunun şekli ve kapsamı hakkında konuşulmalı. Savaşın yayıldığının en son kanıtı, Yemen’deki Husilerin Tel Aviv'e silahlı insansız hava aracı (SİHA) ile düzenlediği saldırı ve İsrail'in buna Hudeyde Limanı’nı bombalayarak verdiği karşılıktı. İsrail ordusu komutanları bunu ‘savaşta bir dönüm noktası oluşturan niteliksel bir gelişme’ olarak değerlendirdi.

İran destekli milis güçlerin aralarındaki koordinasyonu eskisinden daha açık bir şekilde göstermeye ve bunu siyasi olarak ve medyada vurgulamaya başlamaları dikkati çekti. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Ensarullah Hareketi lideri Abdulmelik el-Husi'nin sözlerini ve başlıklarını yinelediği son konuşmasında açıkça görüldü. Ardından Hizbullah, Husilerin İsrail’e SİHA ile saldırdığı gün, yani cuma günü İsrail'in kuzeyindeki yasadışı yerleşim birimlerini hedef aldığını duyurdu.

Dolayısıyla İsrail ordusunun cumartesi günü Hudeyde Limanı ile eş zamanlı olarak Lübnan'ın güneyinde Hizbullah’a ait silah depolarını bombalaması arasındaki bağlantı göz ardı edilemez. Çünkü bu, İsrail basının dikkati çektiği ‘İran eksenli’ güçlerin aralarındaki koordinasyonu gösterme eğilimine İsrail'in verdiği yanıttı.

Ancak gerçekte bu koordinasyon sadece Husilerin savaşa daha fazla dahil olması ve bunun yüksek maliyetine katlanması anlamına geliyor. Bu durum İran merkezindeki ve Hizbullah çevrelerindeki fayda-maliyet hesaplamalarının bir sonucudur. Bu hesaplar sadece karşılıklı saldırılar bağlamında İsrail hedeflerinin seçimine değil, aynı zamanda İsrail'in bu hedeflere yönelik misillemesinin maliyetinin İran destekli milis imparatorluğunun ana kolu olan Hizbullah'a yönelik misillemenin maliyetinden daha az olması temelinde bu hedefleri bombalayan tarafa da dayanıyor.

Bu durum, Hizbullah'ın İsrail’in derinliklerini hedef alma tehdidinde bulunmasına ve bölgedeki açık cepheler sıralamasında ikinci sırada yer alarak İsrail ordusuyla doğrudan çatışmaya giren taraf olmasına rağmen Tel Aviv’i Hizbullah'ın değil de Husilerin hedef almasının nedenlerini sorgulayarak mevcut savaş sırasında İran eksenindeki iç dinamikleri okumaya itiyor.

Burada İran ekseninin Husilerin yeteneklerini ve askeri yeterliliklerini abartmaya yönelik propaganda çabalarına da atıfta bulunabiliriz. Bu durum İsrail'i korkutmanın ötesinde Ensarullah'ı cezbediyor gibi görünüyor. Öyle ki Ensarullah Hareketi lideri Abdulmelik el-Husi'nin çatışmaya ne kadar müdahil olduğunu göstermek için ‘İsrail ile doğrudan çatışmaya girmekle’ övünmeye başlaması, Yemen'deki Husilerin hesaplarının yanı sıra İran ekseninin bölgesel hesaplarıyla da ilişkili. Burada, İran ekseninin iç dinamiklerindeki bir tür ‘tabakalaşmaya’ işaret etmek için bir parantez de açılabilir. Zira Husilerin ‘kurban edilmesi’, İran ekseninin cuma günü Tel Aviv'in bombalanmasında olduğu gibi İsrail'e karşı mesajlarını sertleştirmek istediğinde, kurban edilmeye diğerlerinden daha layık olduklarına dair üstü kapalı bir düşünce olduğuna işaret ediyor. Burada bir de Husiler tarafından iddia edildiği gibi İHA’nın gerçekten Yemen'den fırlatılıp fırlatılmadığı sorusu ortaya çıkıyor.

Bu tablo, bölgedeki savaşların geçmişi ve geleceğiyle olan güçlü bağları dışında ve özellikle ABD Başkan Joe Biden'ın kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimlerinde adaylıktan çekilmesi sonrası Amerikan siyaset sahnesinde yaşanan Filistin ve İsrail dönüşümleri ve bunun savaşın geleceği üzerindeki etkisi dışında da okunamaz. Gazze Şeridi’nde ateşkes için masadaki tek önerinin Demokrat Partili Başkan Biden’a ait olduğu düşünüldüğünde bu durum daha da netleşiyor. Dolayısıyla ABD’deki bu gelişmenin savaşan tarafların, savaşın farklı hızlarda devam etmesi ve başka yerlere sıçraması üzerine kurulu olarak okunması gereken hesaplarının önemli bir parçası haline geldiğine şüphe yok.

Hamas’ın sadece İsrail'e değil Filistinlilere de daha fazla taviz vermesi gerekse bile savaşı durdurmakla ister İsrail ister çatışmaya dahil olan herhangi bir bölgesel güç olsun herkesten daha fazla ilgilenmesi gerekiyor.

Filistin bağlamında, Gazze Şeridi'ndeki en kanlı savaşın dokuzuncu ayında Hamas’ın yanıtlaması gereken önemli bir soru var. Aslında Hamas'ın İsrail'le arasındaki çatışma, Filistin Yönetimi'yle arasındaki ihtilafı ortadan kaldırmadı. Bu durumun şu an Hamas'ı Filistin Yönetimi'nden daha fazla sorguladığına şüphe yok, ancak hem tarihsel hem de ilkesel olarak her iki taraf da farklı derecelerde de olsa bu çatışmadan sorumlu tutulabilir. Şu an Filistin'deki bölünmüşlüğün devam etmesinin sorumlusu Hamas’tan başkası değil. Çünkü Gazze Şeridi'nde İsrail’le savaşan Filistinli grupların başında Hamas geliyor.

Savaşın başlangıcına, yani Hamas'ın geçtiğimiz yıl 7 Ekim'de İsrail’e düzenlediği saldırıya geri dönmek gerekiyor. İsrail'i Gazze Şeridi'ne cehennemi bir savaş başlatmaya iten bu saldırıyı başlatan Hamas'ın hedefleri, gerekçeleri ve hesapları sorusu, özellikle Filistin'deki bölünme ve Hamas'ın savaş sırasındaki siyasi tutumu gerek İsrail'le müzakereler gerekse Filistin Yönetimi'yle ilişkileri açısından bakıldığında, hala çok tartışmalı. Bu da savaşın ‘ertesi günü’ ve Hamas'ın o günkü varlığı sorusunu gündeme getiriyor. Hamas'ın ertesi günde yer alma hedefi sadece İsrail'e karşı değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi'ne karşı da bir kazanım olarak yorumlanabilir. Bu ‘Hamasçı’ hedefin insani kayıpları artmaya devam ederken sadece Hamas ya da Filistin Yönetimi'ne karşı değil, tüm Filistinlilere karşı uzun vadeli kazanımlar elde etmeyi amaçlayan İsrail'in süregelen saldırganlığı sonucunda yaklaşık 40 bin Filistinli hayatını kaybetti.

Eğer İsrail gerçekten de Filistinlilerin akan kanından sorumluysa, Hamas'ın da Filistin davasına karşı siyasi ve ahlaki sorumluluğu, onun savaşı durdurmak için siyasi çıkış yolları bulmasını, yani müzakerelerdeki hedefinin kendi bekası değil, siyasi anlamda Filistinlilerin bekası ve hayatlarını kurtarmak olmasını gerektiriyor. Bu, Hamas'ın kendini feshetmesi ve ortadan kaybolması gerek demek değil, ki böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Ancak Hamas'ın siyasi ve ahlaki sorumluluğu, 7 Ekim saldırısını başlatma ve Gazzeliler için nasıl sonuçlar doğuracağını doğru tahmin edememe nedenlerinden bahsetmeksizin savaşın ertesi gününde varlığını korumasının maliyetiyle ilişkili. Bu, savaşın sonuna kadar ertelenebilecek bir tartışma olmakla birlikte savaşın Filistinlilerin hayatları açısından muazzam insani maliyeti, üstesinden gelinebilecek geçici bir meseleymiş gibi göz ardı edilemez.

Bu aynı zamanda Hamas'ın müzakereleri engellemekten sorumlu olduğu ve İsrail'in ateşkes konusunda çaresiz olduğu anlamına da gelmiyor. Mesele şu ki Hamas, sadece İsrail'e değil Filistinlilere de daha fazla taviz vermesi gerekse bile savaşı durdurmakla ister İsrail ister çatışmaya dahil olan herhangi bir bölgesel güç olsun herkesten daha fazla ilgilenmesi gerekiyor. Böylece Filistinlilerin davalarını bölgesel ve uluslararası alanda destekleyebilmeleri için Filistinlilerin bölünmüşlüğünün ortadan kaldırılmasının ve Filistin siyasi vizyonunun birleştirilmesinin yolunu açarak Filistinlilere de fayda sağlayacaktır. Filistin'in hedefi, gerçek ve etkili bir uluslararası baskı olmadan tutumunda herhangi bir değişiklik yapmaya istekli görünmeyen İsrail'in saldırganlığı karşısında Filistin halkını korumak ve haklarını elde etmek için uluslararası garantiler sağlamak olması gerektiğinden, bu şu anda çatışmanın merkezi bir noktasıdır. Tabii bu tür garantiler öngörülebilir bir gelecekte halen sağlanabilir olursa. Ancak, bölgesel ve uluslararası mevcut güç dengeleri çerçevesinde zor olsa da Filistinliler için bundan başka bir siyasi ufuk da bulunmuyor.

İran ekseninin İsrail'in yakında yok olacağından bahsetmesi, İsrail'in dünyanın en güçlü ülkesinin desteğiyle hayatta kalmak için en büyük gücü ve şiddeti kullanabileceğini göstermesiyle aynı zamana denk geldi.

Hamas'ın her halükârda Filistin meselesine yaklaşımında bir değişiklik yapması gerekiyor. İsrail'e verilecek her türlü taviz, savaşın sona ermesine yol açsa bile, Filistin sahasında bir tavizle ya da Filistin gerçeklerinin yeni bir okumasıyla birlikte verilmediği sürece, ertesi gün varlığını koruması için İsrail'le önceki anlaşmalara benzer bir anlaşma yapmayı hedeflediği anlamına gelir. Bu da Hamas'ın gerçek bir Filistin ulusal hareketi olmaya istekli olup olmadığına dair bir sınav olacak. Ancak El Fetih ve Hamas arasında daha önceki tüm uzlaşı deneyimleri, mevcut deneyimin başarısı konusunda fazla iyimser bir hava estirmiyor. Aradaki tek fark, Çin'in bu kez diplomasisi için bir test olduğundan anlaşmanın başarısıyla ilgilenecek olması. Bu aynı zamanda özellikle mevcut İsrail zihniyeti savaştan sonra Gazze'de ne Hamas'ı ne de Filistin Yönetimi’ni istemediğinden bölgedeki savaşın cehennemi denklemlerinden biri olmaya devam ediyor.

İsrail ise aşırı sağcı partilerin esiri haline gelmiş durumda. Bu yüzden artık hem kendisi hem de bölge için daha tehlikeli. Öyle ki mevcut savaş için öne sürdüğü bekasına yönelik tüm nedenler, siyasi ve sosyal alanındaki aşırılıkçı dürtülerin bir tercümesinden ibaret. Bu da İsrail'in kendisini neden ‘sürekli savaş halinde’ gördüğünü açıklıyor. Ancak özellikle Oslo Anlaşması'ndan sonra uzlaşı ilkesini reddederek kendisini bu gerçekliğin içine iten de kendisiydi. Tel Aviv, Oslo Anlaşması’nı yok sayarak Filistinlilere karşı sadece güç mantığını kullanmaya hazır olduğunu ve uzlaşı mantığının Filistinlilerin haklarını, özellikle de tam egemen bir devleti ezme yolunda sadece bir durak olduğunu gösterdi. İsrail'in bu eğilimi, ilk andan itibaren kendilerini Filistinli taraflara ve siyasi çözümü destekleyen Arap ülkelerine alternatif ve İsrail’in saldırganlığına karşı tek seçenek olarak gösteren İran ve vekillerine büyük bir propaganda alanı ve geniş siyasi kaynaklar sağladı. Ama aynı zamanda, bu siyasi propagandadan yararlanarak, İsrail'in işine yarayan bin bir nedenle, ‘ateş çemberi’ olarak adlandırsalar bile, bölgede ülkelerini ve toplumlarını yok eden yayılmacı bir gündem uyguladılar. Bundan daha cehennemi bir denklem olabilir mi?

Son olarak İran ekseni tarafından İsrail'in yakın zamanda yok olacağına dair söylemlerinin bedeli her şeyden önce Filistinliler tarafından ödeniyor. Çünkü İsrail savaşı en başta onlara karşı yürütüyor. Canları ve mallarıyla bunun sonuçlarına katlananlar da onlar. Bu yüzden yanılsamalara ve aptalca siyasi propagandalara değil, bu çatışmanın gerçeklerinin doğru bir okumasına dayanan bir farkındalığa ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle İsrail'in yakında yok olacağından bahsedilmesi, İsrail'in, en azından şimdiye kadar, dünyanın en güçlü ülkesinin desteğiyle var olmaya devam etmek için öngörülemeyen bir süre boyunca en büyük gücü ve şiddeti kullanabileceğini göstermesiyle aynı zamana denk geldiğinden bölgedeki en tehlikeli savaş denklemi de budur.

 

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU