Sosyal medyayı takip eden ve aynı şekilde Arap medyasının bir kısmını izleyen herkes haykırışların, hakaretler partisinin ve ihanet suçlamalarının arttığını fark edecektir. Özellikle sosyal medyadaki diyaloglarda benzeri görülmemiş bir düşüklük görecektir. Peki tüm bunlar neden?
Mesele açık ama odaklanmayı ve Washington'dan Tahran'a, Beyrut'un güney banliyölerinden Gazze, Sana, Şam ve Ankara'dan geçerek Bağdat'a kadar olayların soğukkanlılıkla okunmasını gerektiriyor.
Şu anda bizi ilgilendiren tüm olaylar gerçek bir doğum sancıları aşamasında ve sonuçları açısından pek çok şey yaşanacak. O halde Washington'dan başlayalım; Başkan Biden başkanlığa adaylığında sonuna kadar gidecek mi yoksa çekilecek mi? Eğer çekilirse yerine kim geçecek?
Biden çekilirse ya da Demokrat Parti bölünürse Gazze ateşkesinin kaderi ne olacak? Netanyahu Amerikan baskısına şimdi boyun eğer mi, yoksa bir sonraki adayı ve özellikle de giderek artan hatalarıyla birlikte Biden'ın kaderinin ne olacağını görmeyi mi bekleyecek?
David Ignatius'un Washington Post'ta yazdığına göre Biden'ın kendisi, eğer gerçekleşirse ateşkesin sağlanması başarısından faydalanabilir. Barışın sağlanmasını bir siyasi zafer deklare edip adaylıktan çekilmek ya da ateşkesi yeniden adaylığa tutunmak için bir başlangıç noktası olarak kullanabilir.
Peki ya ateşkesin kendisi? Aynı yazarın makalesinde yayınladığı bilgilerde, her iki tarafın, yani İsrail ve Hamas’ın Gazze'yi terk etmeye hazır olduğuna dair göstergeler olduğu belirtiliyor. Buna göre İsrail Gazze’den geri çekilirken, Hamas da artık Gazze’yi yönetmeyecek. Bunun için Hamas'ın hayali bir zafer deklare etmesini sağlayacak bir "çıkış yolu" gerekiyor.
Aynı yazar, Lübnan hükümetinin Nebih Berri aracılığıyla Gazze ateşkesi sonrasında Hizbullah'ın sınırların kuzeyine, Litani Nehri yakınlarına çekilmesi için bir “çerçeve” müzakere ettiğini de aktarıyor. Bu da Hizbullah'ın yine hayali bir zaferi çağrıştıran bir “çıkış yolu” bulmaya hazırlanmasını gerektiriyor.
Bütün bunlar hem müzakerelerde kendisine bir rol arayan, hem de Hamas ve Hizbullah üzerinden iki cepheyi kaybetmenin sonuçlarına katlanacak olan İran'ı meşgul edecek. Bu da, Netanyahu'nun planladığı siyasi zaferi kutlayacağı ve özellikle de Trump'ın başkanlığa gelmesi durumunda kendisini İran cephesine adayacağı anlamına geliyor.
Bu nedenle İran şimdi ABD ile Umman'da müzakereleri tamamlamanın yollarını arıyor. Bunlar sessiz müzakereler çünkü ne ABD'den hakkında herhangi bir sızıntı, ne de İran'ın bunlar hakkında net bir sözü yok. Bu müzakerelerin ayrıntıları, "hakaret partisi" ve ihanet suçlamaları seli ortasında kayboluyor.
İran’ın krizi burada bitmiyor; Husi'nin Yemen Merkez Bankası'nın kararının ardından şu anda yaptıklarının ve söylemlerindeki tırmandırmanın sonuçlarını da değerlendirmesi gerekiyor. Bunda, Riyad ile Tahran arasındaki Pekin anlaşmasına bir meydan okuma da yatıyor ve " Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” atasözü şu anda Husilere tam anlamıyla uyuyor.
Bir de Müslüman Kardeşler’in “çılgınlık partisi” var ve bu en kötüsü. Bunlar yalan söylemekten, çarpıtmaktan, iftiralarda bulunmaktan çekinmiyorlar ve bunun sebebi de her yerde peş peşe kayıplar vermeleri ve bu kayıpların sonuncusu ve en önemlisi kendilerine her türlü üreme alanı olan Türkiye'deki kayıplarıdır.
Bütün bunlar olurken gerçek başarılı model, reformu, anavatanı inşa etmeyi, ulusun kendi içinde birliğini güçlendirmeyi seçen bazı Körfez ülkeleridir ve ön safta da bölgedeki bu gerçek reform devriminin lideri Suudi Arabistan var.
Buna bağlı olarak haykırışlar artıyor, hakaretler çoğalıyor ve maceralarının arkasında bıraktığı büyük yıkımdan dikkatleri saptırmak için, bazılarının var olmayan, hayali zaferler iddia etmesine olanak sağlayan bir anlatı yaratılmaya çalışılıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.