Sanayileşmiş ülkeler düşük nüfus artış oranlarından, işgücü piyasasına giren kişi sayısındaki gerilemeden ve devlet okullarına kayıtlardaki azalmadan şikâyet ediyor.
Bu sorunlar Almanya, Japonya, Çin, Güney Kore ve İtalya gibi ülkelerde öne çıkıyor.
Bu ülkelerin birçoğu aynı zamanda yoksul veya düşük gelirli ülkelerden gelen göçmenlere karşı katı politikalar benimsiyor.
Son yıllarda yavaşlayan ya da azalan nüfus artışıyla mücadele eden ABD, son yıllarda muhafazakâr ve katı göç politikaları uyguladı.
Eski Başkan Donald Trump, 2020 yılında sona eren başkanlık dönemi sırasında Meksika sınırına büyük bir duvar inşa etmeye çalıştı.
Demografik değişiklikler
Bu sanayileşmiş ya da yüksek gelirli ülkelerdeki demografik değişikliklerin, sosyal ve konut dönüşümlerine yol açan ve kentleşmeyi teşvik eden ekonomik koşulların bir getirisi olduğuna şüphe yok.
Çünkü şehirlerin ve kentsel alanların nüfusu, kırsal alanların ya da büyük şehirlerden çok uzakta bulunan küçük kasabaların nüfusundan çok daha yüksek hale geldi.
Dünyadaki nüfus artış hızı yıllık yüzde 0,88. Bu oran 1955 yılında yüzde 2,01 iken son 70 yılda istikrarlı bir düşüş gösterdi.
Şehirde yaşamanın, teknik ya da endüstriyel nitelikteki iş ve meslekleri takip etmenin ve teknolojik değişimlerden etkilenmenin, bireysel ya da özel hayatın öneminin yanı sıra eğitimin önemi ve sınırlı sayıdaki çocukların yararlandığı en iyi eğitimin verilmesi gerektiği vurgulanan toplumsal değerlerin benimsenmesine yol açacağı yönünde genel bir kanı söz konusu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Gerileyen nüfus artış ve doğurganlık oranları
Birleşmiş Milletler'in (BM) yayımladığı en son raporlardan (2022) aktardığı verilere göre, dünya nüfusunun 7,9 milyara ulaştığını doğurganlık oranının (üreme çağındaki kadınların ortalama çocuk sayısı) ise sadece 2,7 olduğunu gösteriyor.
Nüfus artış hızı Çin'de yüzde 0, İran'da yüzde 0,7 ve Rusya'da yüzde 0,1 olarak seyrederken, gelişmekte olan ülkeler en yüksek nüfus artış hızına sahip olmaya devam ediyor.
Dünyadaki nüfus artış hızı yıllık yüzde 0,88. Bu oran 1955 yılında yüzde 2,01 iken son 70 yılda istikrarlı bir düşüş gösterdi.
Demografi uzmanları, geçen 70 yıl boyunca nüfus patlamasından şikayet ettiler.
Başta üçüncü dünya ülkeleri olmak üzere birçok ülkede nüfus artışını durdurmak için ortak küresel çabalar gösterilmesi çağrısında bulundular.
Söz konusu ülkelerde aile planlaması programlarının benimsenmesinin önemine işaret ettiler.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), kılavuzlar ve aile planlaması programları sağlamaya, doğum kontrol yöntemlerine erişimi kolaylaştırmaya ve kadınları hamilelik ve doğumun tehlikelerinden korumaya katkıda bulunan çalışmalar yaptı.
Ancak bu programlar ve tıbbi destek, kırsal bölgelerde ve düşük gelirli mahallelerde yüksek doğum oranlarından mustarip tüm gelişmekte olan ülkelerde başarıyla sonuçlanmadı.
Bunun yanında ekonomik ve sosyal açıdan sanayileşmiş toplumlardaki gelişmeler, erken yaşta evlenme, çocuk doğurmayı erteleme ve çocuk sayısını sınırlama gibi olguların benimsenmesine yol açtı.
Çin, Hindistan'ın nüfus oranında fark atmasının ardından geriledi
Dünya Bankası'nın 2022 yılı verilerine göre Hindistan, 1,42 milyarlık nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi konumunda.
Hindistan'ın nüfus artış hızı yıllık yüzde 0,7 olarak tahmin ediliyor.
Ülkenin nüfus artış hızı 1972 yılında yüzde 2,3 idi. Hindistan bu sayede 1,41 milyar nüfuslu Çin'i geride bıraktı.
Çin'in gerileyen nüfus artış hızı, yetkilileri politikalarını yeniden gözden geçirmeye itti. Her ailenin 2 çocuk sahibi olmasına izin veren Çinli yetkililer, ülkenin işgücü piyasasındaki sayının gerileyeceğinin anlaşılmasının ardından çocuk sayısının artmasına izin verdiler.
Çin'in her ailenin en fazla bir çocuk yapmasını öngören bir politika uyguluyordu.
Bu politika 1979 yılından 2015 yılına kadar uygulandı. Çin'in nüfus artışındaki düşüş, yetkilileri bu politikayı yeniden gözden geçirmeye ve her ailenin iki çocuk sahibi olmasına izin vermeye itti.
Yetkililer, bu kararı ülkenin işgücü piyasasına katılabilecek insan sayısında bir gerilemeye tanık olacağının anlaşılması ve 2023 yılında 65 yaş üstü insanların oranının yüzde 16,3'e ulaşmasıyla Çin toplumunun yaşlanması sonrası aldı.
Demografi ve ekonomi döngüsü
Bu demografik gelişmenin, temel mallara ve konuta olan talebin azalması ve çalışma çağındaki, yani 15 ile 64 yaş arasındaki insanların oranındaki düşüş nedeniyle ekonomik büyüme için önemli bir zorluk oluşturduğuna şüphe yok.
Demografik koşullardaki bu değişiklikler, Çin'deki ve aynı krizle karşı karşıya olan diğer ülkelerdeki yetkilileri üremeyi ve evliliği teşvik eden çeşitli politikalar benimsemeye itiyor.
Peki bu politikalar toplum tarafından kabul edilebilir mi?
Çin, Japonya, Almanya ve diğer gelişmiş ülkelerdeki toplumlar, evlilik ve üreme ile ilgili sosyal kalıplar kent kültüründe yerleşik hale geldiğinden ve ekonomik ve teknolojik dönüşümler çerçevesinde değiştirilemeyecek bir değer sistemini temsil ettiğinden artık hükümetlerin çocuk sayısını artırmaya ya da erken yaşta evlenmeye yönelik çağrılarını dikkate almıyor.
Güney Kore'de 2023 yılında doğurganlık oranı üreme çağındaki kadınlar için 0,72 olurken ülkede kısa bir süre önce aile ve üreme işleri üzerine bir bakanlık kurulması çağrısında bulunuldu.
Ancak uzmanlar düşük doğum oranlarının ve dolayısıyla doğal nüfus artışının katı iş ortamı, yetersiz maaşlar ve ücretler ile yüksek hayat pahalılığından kaynaklandığına dikkati çekiyor.
Bu gerçekler genç kuşakların evliliği ve çocuk doğurmayı ertelemesine yol açıyor.
Latin Amerika ülkelerinden Brezilya'da doğurganlık oranı üreme çağındaki kadın başına 1,64 çocuk ile düşük seyrediyor.
Kanada'nın doğurganlık oranı kadın başına 1,46 çocuğa düştü. Ekonomik sorunlarla ve aşırı nüfusla mücadele eden gelişmekte olan ülkelerde de doğurganlık oranlarında düşüş görüldü.
Cezayir, Mısır ve birçok Arap ve Afrika ülkesinde doğum oranları yüksek seyretmeye devam etse de ekonomik baskılar ve sosyal dönüşümler, bu oranlarda düşüş olabileceğine işaret ediyor.
Örneğin, 1971 yılında kadın başına 7,6 çocuk gibi bir doğurganlık oranına sahip olan Cezayir'in istatistiklerine göre bu oran 2021 yılında kadın başına 2,89 çocuğa gerilerken benzer şekilde, Mısır'ın doğurganlık oranı 1971 yılında kadın başına 6,03 çocuktan 2021 yılında kadın başına 2,92 çocuğa düştü.
Cezayir, Mısır ve birçok Arap ve Afrika ülkesinde oranlar hala yüksek seyretse de ekonomik baskılar ve sosyal dönüşümler, bu oranlarda düşüş olabileceğine işaret ediyor.
Geleceğin toplumlarının yaşlanması
Yukarıda bahsedilen yüksek hayat pahalılığı ve iş olanaklarının azalması gibi baskı araçları başta olmak üzere ailenin karşı karşıya olduğu birtakım zorluklar söz konusu.
Ancak aile fertleri arasında uyum ve karşılıklı bağlılık ikilemleri ve yüksek boşanma oranları da var.
Dünya genelinde giderek artan bu sorunların, nüfus artış oranlarını etkilemesi kaçınılmaz.
Bunun yanında savaşlar ve iç çatışmalar insanları ülkelerini terk etmeye ve dünyanın diğer bölgelerine, özellikle de Avrupa ülkelerine ya da ABD, Kanada ve Avustralya'ya gitmeye zorluyor.
Ülkelerini terk edenler, gittikleri ülkelerdeki göçmenlik yasalarıyla başa çıkma, işgücü piyasasına girme ve yaşam maliyetine katlanma gibi engellerle karşı karşıya kalırken ev sahibi ülkelerde istikrarlı aileler kurabilmeleri ve toplumsal değerlerle başa çıkabilmeleri nasıl beklenebilir?
Öyleyse gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde 2050 yılına kadar yeni doğurganlık göstergeleri bekleyebilir miyiz?
20'nci yüzyılda dünyanın çeşitli ülkelerindeki nüfus artış oranlarının astronomik olduğunu ve önümüzdeki yıllarda tekrarlanmayacağını söylemeye gerek yok.
Önümüzdeki yıllarda, kadınların doğurganlık oranı düşük olabilir, bu da çeşitli sanayileşmiş ya da gelişmiş ülkelerde toplumların yaşlanmasına yol açabilir ve gelişmekte olan ülkeler de durum aynı şekilde seyredebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu makale Independent Türkçe Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.