Blonde Redhead'le tanışmam, bundan 20 yıl öncesine dayanıyor. Yani insanların halen radyo dinlediği, sahte ya da gerçek fark etmeksizin albüm satın aldığı, CD'lerin hâlâ revaçta olduğu 2004 senesindeyiz.
Yapay zeka dendiğinde aklımıza Arnold Schwarzenegger'lı Terminatör (Terminator) serisi ve Skynet'in geldiği, renkli ekranlı cep telefonlarının havalı sayıldığı, insanların birbirine sebepsizce MMS gönderdiği, internetin bu kadar elimizin altında olmadığı, duygusal filmleri sevenlerin Not Defteri'yle (The Notebook) iki gözü iki çeşme ağladığı, James Wan'ın Testere (Saw) serisini hayatımıza soktuğu, bolca VCD izlediğimiz 2004.
Melankolinin bir sesi olsa bu olurdu
Üniversite yılları... Hele ki sözkonusu güzel sanatlar fakültesi olunca sinemaya, müziğe, plastik sanatlara ve daha nicesine açız. Yeni keşifleri yalayıp yutmaya delicesine hevesliyiz.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bahar ayları olsa gerek, müdavimi olduğum Radyo Eksen'de duyduğum bir melodinin içinde kayboluyorum. "Hüznün notalara dökülmüş hali bu olsa gerek" diyorum kendi kendime. "Melankolinin bir sesi olsa bu olurdu herhalde" diye düşünüyorum.
Duyduğum bu şarkı, Blonde Redhead'in 2004'te çıkardığı Misery is a Butterfly albümüne adını veren parçadan başkası değil. İşittiğim o büyülü ses de grubun Japon volaki Kazu Makino'ya ait. Kazu'ya davul ve klavyede Simone Pace; gitar, vokal, bas gitar ve vokallerde Amedeo Pace eşlik ediyor. İtalyan, ikiz müzisyenler; Pace Kardeşler.
Tanışıklığımız böyle başlıyor, albümü yalayıp yutmamla devam ediyor. Meğer grup tee 1993'te kurulmuş, ilk albümleri de 1994'te çıkmış. Ne yapayım çocuktum, kaçırmışım.
30 yıl, 10 albüm
Aradan dolu dolu 30 sene geçti. Beraberce yaş alırken Blonde Redhead bu yıllara 10 albüm sığdırdı. En sevdiklerim hâlâ Misery is a Butterfly ve ondan üç yıl sonra 2007'de gelen 23 olarak kaldı.
Blonde Redhead ilki 2007'de olmak üzere konser vermek için Türkiye'ye defalarca geldi. Her defasında da hayranları tarafından heyecanla karşılanan bu ziyaretlerin sonuncusu, geçen hafta gerçekleşti. Blonde Redhead, 8 Haziran akşamı PSM Loves Summer By %100 Müzik kapsamında Zorlu PSM sahnesindeydi.
Açılış şarkısı, daha önce dünyanın farklı şehirlerindeki pek çok konserde de olduğu gibi Falling Man'di. Oradaymışım gibi anlattığıma bakmayın, daha önce iki kez canlı olarak izlesem de bu kez Blonde Redhead'i sahnede göremedim.
"O gün evleniyorum, konserinizi üzülerek kaçıracağım" diye açıkladığımda ikizlerden Amedeo Pace, "Kesinlikle özel bir gün" diyerek ekliyor:
Duygularını kontrol etme, bu senin günün.
Bu söz bana Blonde Redhead'in duygularımız üzerinde sahip olduğu gücü düşündürüyor. İnsanlar yıllardır Blonde Redhead şarkılarında kendi hüzün ve kederlerini buluyor, parçalara eşlik ederken kabullenmekten bile korktukları acılarıyla yüzleşiyor. Bir tür terapi gibi.
"Keşke daha fazlasını yapabilsek"
Amedeo, "Her birimiz müzikle kendi seçtiğimiz ya da elimizde olmayan bir şekilde ilişki kuruyoruz" diyor:
Özellikle bugünlerde dünyada yaşanan onca acıya rağmen biraz pozitif enerji getirebildiğimiz için mutluyum. Keşke daha fazlasını yapabilsek.
30 yıllık köklü bir grup olarak Blonde Redhead, omuzlarında bir sorumluluk hissediyor. Bu kadar uzun süre bir arada kalabilmelerinin sırrını ve yılların onlara getirdiklerini merak ediyorum.
"Zaman çok hızlı geçiyor" diyor Amedeo. Bu konuda elbette hemfikiriz.
Bu yüzden bu kadar uzun zaman geçtiğini düşünmek inanılmaz. Bunu yapmak için ne kadar zaman harcadığımızı değil, daha çok sırada ne olduğunu düşünüyoruz. Grup hepimiz için çok şey ifade ediyor ve bu hem kendimize hem de birbirimize karşı duyduğumuz bir sorumluluk. Bu aynı zamanda bir iş ve sırf sanat olduğu için uzun bir kariyere sahip olamayacağınız anlamına gelmiyor. Ama elbette şanslıydık...
Madem öyle sırada ne olduğunu soruyorum. Yanıt kesinlikle heyecan verici:
"Albümden birkaç şarkıyı ve Coda'nın bir versiyonunu çocuk korosuyla kaydediyoruz" diyor Pace. 2000 çıkışlı muhteşem şarkıları For the Damaged Coda'dan bahsediyor. Ardından an itibarıyla turnede olduklarını hatırlatarak "Bunlar eve döndüğümüzde gerçekleşecek" diye ekliyor:
Yaz ve sonbaharda daha fazla turne ve muhtemelen gelecek yıl daha fazlası... O zaman göreceğiz.
Grubun turnesinin Avrupa ayağı yeni bitti, Avustralya ve Yeni Zelanda'da dinleyicileriyle buluşmaya devam ediyorlar. Bu akşam Melbourne'de, yarınsa Sidney'de sahne alacaklar.
"Kızım beni kendime getiriyor"
60 yaşındaki Pace, "Turneden sonra eve dönmeyi seviyorum" diyor. "Zaman zaman kendini gruptan kopmuş hissettiğini" söyleyecek kadar da açıksözlü. Böyle zamanlarda ona neyin iyi geldiğini soruyorum. İtalyan müzisyen şöyle yanıtlıyor:
Sanırım kızım beni ve grubu kendine getiriyor. Gruptan kopuk hissettiğimde daha çok tükenmemem için bir koruma sağlıyor. Suçluluk duymadan dinlenmek anlamına gelen bir tatmin ve boşluk hissi var ve bu şekilde bir sonraki bölüm için yeniden şarj olmaya başlıyorum.
Solist Kazu Makino, bir keresinde üçlü için "Aramızda kimya vardı ama uyumlu değildi" demişti. Bu sözü hatırlattığımda Pace, "Müzikal olarak farklı fikirlere ve geçmişlere sahip olmanın iyi olduğunu düşünüyorum" diyor. Bunun, müziklerinin 30 yıl sonra bile heyecan verici ve taze kalmasını sağladığını vurgulayarak "Aksi takdirde müzik bayatlardı" diye ekliyor:
Bence bu kadar uzun süredir birlikte olmamız önemli noktalarda uyumlu olduğumuz anlamına geliyor.
"Kendinize karşı dürüst olursanız kalıcı şeyler yaratırsınız"
Her Blonde Redhead dinleyicisi bilir ki aradan yıllar da geçse Elephant Woman, The Dress, Falling Man, 23 veya Misery is a Butterfly gibi şarkılar asla eskimiyor. Defalarca üst üste dinlenen klasikler loop'a alınıyor, bıkmadan tekrar tekrar dinleniyor. "Sırrınız ne?" diye sormadan edemiyorum.
"Tam olarak bilmiyorum" diyor Amedeo. Kısacık açıklamasını yaparken söylediklerinin kalpten geldiğine eminim:
Ama benim hissiyatım, kendinize karşı ne kadar dürüst ve doğru olursanız, kalıcı bir şeyler yaratma konusunda o kadar başarılı olacağınız yönünde.
Blonde Redhead'in son 15 yılda çıktığı neredeyse her Avrupa turnesinde İstanbul'a da uğradığı göz önüne alındığında, merak etmeden duramıyorum. Zaman zaman aşk-nefret çıkmazında sıkıştığımız güzeller güzeli kentimiz hakkında Pace ne düşünüyor olabilir?
"Ben şahsen çok seviyorum!" diyor.
"Ezanı, denizi, gelenekleri ve yemekleriyle İstanbul bir bütün"
Sesleriyle, ezanlarıyla, deniziyle, gelenekleri ve yemekleriyle şehri bir bütün olarak görüyor.
İyi deneyimlerimiz oldu ve birçok nazik insanla tanıştık.
Bir müzisyen olarak dünyanın en iyileri arasında gösterilen İstanbul Zilleri'nden bahsetmesiyse elbette sürpriz olmuyor.
Ayrıca orada harika ses veren ziller yapmalarını da seviyorum.
Amedeo sözlerini "Sağlıcakla" diyerek bitiriyor. Ve sadık bir Blonde Redhead hayranı olan ben, bir sonraki görüşmemizi iple çekiyorum.
© The Independentturkish