Türkiye'nin eski Moskova Büyükelçisi, Gelecek Partisi Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım, Independent Türkçe'nin bölgedeki gelişmelerle ilgili sorularını yanıtladı.
Rusya'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Vladimir Putin yüzde 88 bir oyla zaferle çıktı. Diğer 3 adayın toplam oyu ise yüzde 12 oldu. Sizce nasıl değerlendirilmeli?
Rusya geçen hafta tarihi bir seçim dönemi daha yaşadı ve şimdiki Başkan Putin bir kez daha makamını korudu.
Başta Merkez (Moskova) - Cumhuriyetler ilişkileri bakımından tartışmalı 2020 anayasa değişiklikleri çerçevesinde; Putin yaşlılık veya şimdiden öngörülemeyecek nedenlerle ve bizzat kendisinin oluşturacağı senaryo içinde ve gönüllü olarak (iktidarın 2000'lerde gerçek bir Rusvari senaryo eşliğinde ve derin devlet mekanizmaları aracılığıyla Yeltsin'den Putin'e devri gibi) makamını terk etmediği takdirde önümüzdeki 12 yıl daha Rusya'nın bir gerçeği olacaktır.
Hem Rusya'nın kendisi hem de bugün büyük sorunlar yaşadığı uluslararası sistemle ilişkileri bakımından yakın gelecek budur.
Seçimi "tarihi" olarak değerlendirmemiz ise esasen Rusya'nın iç durumundan ziyade, ülkenin dış dünya ile ilişkilerinin geleceğinin yine Putin tarafından çizilecek olmasıyla bağlantılı.
Zira zaten seçimlerin sonucunun böyle olacağı bekleniyordu. "Şaşırdım" diyen varsa da Rus dünyasına çok uzak demektir.
Biz de seçimlerden önce yüzde 80 civarında oy alacağını (demek ki 6/7 puan yanılmışız!) söylemiş, Putin'e tebrik mesajı göndermek isteyenlerin de mesaj taslakları da zaten seçimlerden önce hazırlamış olduklarını belirtmiştik.
Rus halkının ülkenin derin siyaseti boyutunda söz sahibi olması esasen söz konusu olmadığından bir nevi pasif seçmenler olarak oylarını kullandılar ve bunlar da sadece Putin'in oy yüzdesi hesabını etkiledi.
5. kez ülkesine liderlik edecek Putin için yüzde 87 de iyi bir oran! En azından istatiksel olarak ve kâğıt üzerinde.
Rus muhalefeti ise siyasetin kitleselliğinden çok bir nevi uç noktalarını temsil ediyor ve geniş kesimlerin siyasi iradesini yansıtmıyor.
Zira ülkede muhaliflerin varlığına tahammül dahi edilemiyor. Tabii ki burada sorun bunun ölçümünün yapılamayacağı, hangi tarafın daha güçlü olduğunun siyasi ortam böyle sürdükçe asla belirlenemeyeceği ve bu da haklı bir görüş.
İktidar ve muhalefet eşit şartlarda ringe on yıllardır çıkamıyor ve sonucu belli bir maç oynanıyor. Yumruğu atan hep aynı kişi.
Hatırlanacaktır, Putin'in meşhur sözü; "Kavga kaçınılmazsa ilk yumruğu sen atmalısın." Durum böyle.
Ülkede asıl mesele ise derin yapılarda. Rus devlet yapısı da mevcut sistem içinde iktidarın süreceğini kurguladığından ve sonucundan en küçük bir şüphesi bile olmadığından ne seçimlere katılım oranların emsalsiz yüksekliği (İran da iktidarın meşruiyeti için sandığa gidiş oranlarına her zaman önem verdi) veya yüzlerce (sözde) gözlemcinin sandıklarda hazır bulunması ve seçimle ilgili görüşleri, ne de başta Ukrayna çeşitli Rus işgal bölgelerinde seçimlerin yapılmasına dış dünyadan gelen tepkiler radikal bir seçim değerlendirmesi yapılması için bir anlam ifade etmedi.
Bütün bu gerçekliklerin hepsi de zaten Kremlin'in umursamazlık duvarına çarpıp kaldılar.
Güvenlik Konseyi'nde Rusya'nın daimî üyesi /veto sahibi olduğu BM'nin Genel Sekreteri Guterres, Moskova'yı en üst perdeden kınamaktan başka ne yapsın.
Hem de en açık haliyle ve imaların/kelimelerin gölgesine gizlenmeden doğrudan doğruya.
Ama tepkilerin sınırları ancak bu kadar ve seçimlerin Moskova için üzerinde ciddi şekilde düşünülecek fazla bir yönü de artık bulunmuyor (BM'nin durumu ve daimî üyelerle yeni uluslararası sistemin aktörlerinin ilişkileri ise kapsamı itibariyle ayrı bir yazının konusu olabilir).
Hükümette yeni değişiklikler olup olmayacağı, olursa kimin başbakan olacağı gibi normal ülkelerde her seçim sonrası gündeme gelen konular bile Rusya gerçeği içinde çok fazla önem taşımıyor.
Zira Rusya'nın tek gerçeği var: Başkan Putin ve diğerleri.
Putin'in diğer (güya) rakipleri arasında geçen yıl lideri Jirinovski'yi kaybeden LDP'nin yeni lideri Leonid Slutski'nin de bulunması benim için bilhassa ilginç oldu.
Şüphesiz sembolik, hatta anlamsız adaylıktı ama 2015 yılında Duma'nın Ermeni konusundaki tutumuna karşı büyük mücadele verdiğimiz, bir çok vesileye yüz yüze gelerek gerginlikler yaşadığımız Slutski'yi izlemek bazı hatıralarımızı da canlandırmış oldu.
Özetle; seçimler ve sonuçlarıyla ilgili sayısal veriler dosyası tarihe sadece küçük birkaç cümle olarak girecektir. İş bitmiş, dosya kapanmıştır.
Sandıkların kapanmasından hemen sonra Putin'in verdiği mesajlar "güvenlik, silahlı kuvvetlerin güçlendirilmesi, topraklarımızın korunması, rakiplere karşı tavizsiz mücadele" oldu. Bu mesajları nasıl okumalı; Rusya'yı nereye götürür?
Rus seçimlerinin ülkenin iç dinamikleri, bilhassa muhalefetin etki ve güç sınırlarının durumu dikkate alındığında, ülke içinden ziyade dış dünya ile ilişkileri bakımından değerlendirilmesi gerekli olacaktır.
Zira Putin'in muhalefetin en tanınmış ismi Aleksey Navalni'nin ismini ilk kez ve seçimler vesilesiyle zikretmesi en azından bu konuda rahatladığının da bir işaretini teşkil etti.
Önemli bir muhalif ismin hapishanede ölümünü sıradanlaştıran, hapishanelerde başkalarının da öldüğünü, Amerika'da ise çok daha fazla mahkûmun hayatını kaybettiğini söyleyen bir başkan olarak son dönemde dünyada epeyce yankı bulan bir konuda görüşlerini açıklamış oldu!
Aslında haklı olduğu bir yönü var, zira Navalni'den önce de Hodorkovski'den Nemtsov ve Politovskaya'ya kadar çok sayıda ismin ne anlama geldiğini Rusya'yı izleyenler çok iyi bilmektedir.
Dolayısıyla Putin için Navalni öldü, sorunlu bir dosya daha kapandı.
Seçim sonrasında Putin'in verdiği söz konusu ilk mesajların da bu çerçevede görülmesi doğru olacaktır.
Her ne kadar ülkenin pasif seçmenlerinin ve güçsüz muhalefetinin bilhassa Ukrayna konusunda hiçbir etkisi ve söz hakkı olmasa da Putin için Ukrayna işgali üzerinden Rus milliyetçiliğini; hem tarihsel hem de bugünün siyasi gerçeklikleri perspektifiyle istismarı aslında elinde bulundurduğu çok önemli belki de tek silahtır.
Ne ekonomi ne teknoloji ne de bir başka güç unsuru bu ölçüde önem taşıyor.
Ukrayna ve Batıyla savaşı, bilhassa Batıyla ilişkilerin durumu ve gidişatı Putin için çok belirleyici bir politika alanıdır ve kendi geleceği için de çok anlamlı.
Dolayısıyla seçimden hemen sonraki mesajların, Batıyla gerginlik bağlamında olması, bu ülkelere uyarılarda bulunması, hatta üçüncü dünya savaşına atıfları buna karşı Rusya'nın bütünlüğüne vurguları, Rus halkının birlik içinde bütün sorunları aşacağını ileri sürmesi temelde bu siyasi anlayıştan kaynaklanmıştır. Güvenlik, toprakların korunması vb. hepsi birden bu mesajların odak noktalarıdır.
Mesajların içeriğini kamuoyu önünde, basında sorgulayabilecek, kimlerin bu karamsar tablodan sorumlu olduğunu sorabilecek kişilerin, kitlelerin, Navalni gibi isimlerin ülkede yaşam hakkı bulamaması ise Putin'in siyaset alanını istediği gibi ve tavizsizce şekillendirmesine de imkân veriyor.
Bu görünüm içinde Rusya'nın önümüzdeki dönemde seyri yine bu çizgide olacaktır.
Rusya'nın iç siyasetinin ve uluslararası politikasının normal akışı içinde en azından yakın zamanda radikal değişim, dönüşümler beklenmemeli.
Putin'in belki bir sonraki döneminde! (6. dönem başkanlık) bu gidişat çizgisinde birtakım oynamalar beklenebilir.
Ama bunları değerlendirmek için de uluslararası toplumun önünde uzun bir zaman var.
Bununla birlikte mevcut durumun sürmesinin Rusya için olumlu sonuçlar doğuracağı hususunda hiçbir şekilde iyimser değiliz.
Rusya ağır bir maliyetle karşı karşıyadır ve bu maliyet her geçen gün daha da ağırlaşacaktır.
Mart 2024 seçimleri ve sonuçlarının da bu gidişatı değiştirmesi ve olumluya evrilmesi yakın vadede söz konusu olmayacaktır.
Rusya-Ukrayna savaşında G7 ülkeleri Rusya'nın dondurulmuş mal varlıklarının Ukrayna lehinde kullandırılmasının metotlarını ararken Avrupa Birliği bunu beklemeden dondurulmuş varlıklardan gelen gelirleri Ukrayna'nın silahlanmasına yönlendiriyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Avrupa Birliği'nin (AB) kendisi için aradığı siyasi kimliği aslında bu savaş ile buluğu söylenebilir.
Herşeyden önce Atlantik ötesi (ABD) ile ilişkilerini derleyip toparlamış, bazı sorunlar olsa bile AB ailesi içinde Ukrayna konusunda belirli bir bütünleşmeyi sağlayabildi.
Başkaca herhangi bir dış politika başlığında böyle bir AB birlikteliğini düşünmek zor.
Sayısız tedbir aldı, yaptırım paketlerini açıkladı, Rusya'nın arkasında duranlara da en açık mesajlarını verdi.
Bugünkü uluslararası ilişkiler sisteminde Rusya emsalsiz bir yalnızlık içindeyse bu durumda en başta AB'nin öncülüğünün rolü belirgin.
Seçimlere bile en radikal tepkiler yine AB çevrelerinden geldi.
Bu tutumuyla NATO, G20, G7 gibi yapı ve formatlar üzerinde de AB şüphesiz son derece etkili oluyor.
Normal şartlarda-işgal öncesinde- kolay kolay düşünülemeyecek olan İskandinavya'ya NATO genişlemesinin motor gücünün de AB olduğunu söylemek bile mümkün.
Dolayısıyla Ukrayna işgali savaşında ABD ve NATO'yla birlikte AB rakip cephenin en önemli aktörü.
Bugüne kadar kapsamlı paketler açıkladı, 40 bin Ukraynalı askeri eğitti, silah-malzeme yardımı yaptı, 150 milyar euro civarında mali-askeri-ekonomik destek verdi.
Bunun sürdürülmesi yönünde de en azından bugün için ciddi bir kararlılık görülüyor.
Bu bakımdan yaklaşık 300 milyar ABD doları civarındaki dondurulmuş Rus varlıklarının birkaç yıl içinde oluşması beklenen 30 milyar dolar kadar getirisinin Ukrayna'ya transferi AB'nin gündeminde. Bunun bir şekilde yapılacağını da düşünüyoruz.
Bu bakımdan önem taşıyan bugün ve yarınki (21-22 Mart 2024) AB Zirvesi'nin gündeminde, Ortadoğu, mülteciler, genişleme gibi konular da olsa bile bile asıl dosya Ukrayna'dır.
Zirve sonrası açıklamaları ve alınacak kararlar buna belirginlik getirecektir.
Nitekim Zirve Bildirisi, AB'nin Ukrayna'ya askeri boyut dahil desteğini en açık haliyle ortaya koydu;
- Acil hava savunma sistemleri ve füze ihtiyacının karşılanması için gerekli adımların atılacağı belirtildi;
- Rusya'nın dondurulan varlıklarından kaynaklanan olağanüstü gelirlerin askeri destek fonu dahil, Ukrayna halkı için kullanımı yönündeki somut gelişmeler ele alındı ve bu konudaki önerilere dair çalışmaların hızlandırılması çağrısı yapıldı;
- Rusya'ya karşı 13. yaptırım paketinin onaylamasından memnuniyet duyulduğu belirtilerek, üçüncü ülkelere de (bilhassa İran) Rusya'ya maddi desteklerini ivedilikle durdurmaları çağrısında bulunuldu.
Belarus'a nükleer silah yerleştiren Rusya, öte yandan da başta Azerbaycan olmak üzere, adına "Türk Cumhuriyetleri" denen bölgeyle ilişkilerini entegrasyon düzeyine çıkarmanın peşinde. Gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rusya'nın aradan geçen 30 yılı aşkın zamana rağmen Kafkasya'dan Orta Asya'ya geniş bir SSCB halefi bölgede etki ve gücünü artırmayı uluslararası konumunun geleceği bakımından da önemli bir siyasi-iktisadi-askeri araç gördüğü açık.
Önceki sene Kazakistan'da yaşanan olayları ve sonuçlarını bu vesileyle hatırlamak yararlı olacaktır.
Daha önceki tecrübelerde ise Gürcistan örneği, ülkenin Batı'yla ilişkilerinin önüne nasıl bir set çekildiğini göstermesi bakımından belki en dikkat çekici örneklerden biri.
Moskova'nın bölgeye tehdit ve Batıya karşı bir manivela aracı görme perspektifinden bakmasını ciddi bir istikrarsızlık kaynağı olarak görmek ve endişe de etmek sağduyu gereğidir.
NATO genişlemesi Rusya'nın dikkatlerinin bu bölgeye yönelmesine de zemin hazırladı.
Bu itibarla Rusya-Belarus ilişkilerinin ve entegrasyonunun mahiyeti dikkate alındığında Moskova'nın bu ülkeye nükleer silah yerleştirilmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Bölgede adeta büyük ve küçük 2 Rusya var. İkisi arasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin mantığı entegrasyonun bile ötesinde.
Üstelik, bilhassa Ukrayna'yı işgali döneminde Putin dahil, üst düzey Rus yetkililerin zaman zaman nükleer güç konusuna atıf yaptıkları hatırlanmalı.
Bölge ülkelerinin büyük devlet hassasiyeti ve sağduyu göstererek bu bakış açısını değerlendirmeleri ve söz konusu sıkışıklıktan kendilerini kurtarma yollarının bulmaları gerekir.
Rusya'nın bölge siyasetinde oynayabileceği kartlarının her zaman elinde bulunduğu da zaten malum.
Son dönemde örneğin Moldova ve Transdinyester konusunun daha fazla konuşulur hale gelmesinin anlamının sağlıklı bir şekilde anlaşılması da şart.
Yılbaşından bu yana Rusya-Türkiye ilişkilerinde Rusya için hayati derecede önemli kırılmalar yaşanıyor. Türk bankalarının rubleyle ticaretten vazgeçmesi de bunlardan biri. Rusya ile iş yapan Türk şirketlerine yaptırım kararı almadan önce Washington'un Ankara ile istişarelerde bulunacağı sözü vermesi Rusya'yı çok sevindirdi. Bu gelişmeleri nasıl değerlendirirsiniz?
Ukrayna işgalinin ilk döneminde Türkiye'nin daha ılımlı, dengeli ve Rusya'yı pek de doğrudan hedeflemeyen bir tutum içinde olduğunu biliyoruz.
Bu ilişkiler tarzının NATO ve AB başta olmak üzere, Türkiye'nin asli müttefikleriyle ilişkilerinde ciddi sorunlar doğururken, Rusya'yı epeyce rahatlattığı da keza malum.
Son tahlilde Türkiye'ye kalan ağır bir güven krizi maliyeti söz konusu. Neredeyse ilk kuruluş dönemlerinden itibaren ortaklık yaptığı Batılı güvenlik yapılarıyla aralarında güven bunalımı doğdu.
Türkiye de bazı çevrelerin de tuhaf şekilde NATO'nun en önemli güçlerinden birinin Türkiye olduğunu, bütün kararların masa başında birlikte alındığını da unutarak "Türkiye ve NATO" gibi kutupluluk üzerine bir terminoloji geliştirmeleri de ibretamiz bir örnek oluyor.
Burada hatırlatmak istediğimiz bir diğer husus, özel anlamda Ukrayna krizi sürecinde, daha genelde ise Türkiye'nin Rusya ile ikili ilişkilerinin mahiyeti anlamında en başından beri bu durumun suni olduğunu vurguladığımızdır (Benzer yorumu kısmen Türkiye-Çin ilişkileri için de kullanmak mümkün). Bu tutumumuzu bugün de sürdürüyoruz.
Buradan hareketle Rusya ile ilişkiler bu mahiyette sürerken Batı'yla ilişkilerin soğuması, tedirginlik içine girmesi, bazı çevrelerde "şuyu şuyundan beterdir" gibi Türkiye-Batı ilişkilerinin sorgulanır hale gelmesi, bölgede doğan boşluğun bilhassa Yunanistan, Güney Kıbrıs (Gazze'ye yardımlarda önemli bir aktöre dönüştüğü hatırlanmalı) Mısır gibi aktörlerce doldurulması bu maliyetlerin bir unsuru oldu.
Ancak son dönemde bu ilişkilerin mevcut halinin bütün taraflara da ağır maliyetler yükleyebileceği gibi sağduyulu anlayışın yavaş yavaş etkili olmaya başladığını görüyor, bir derlenip toparlanma ihtiyacının doğduğunun anlaşılmaya başlandığını, bunun siyasi iradelere dönüşmesinin ise önemli bir eşik olacağını düşünüyoruz.
Şüphesiz bunlara işaret ederken Türkiye-Rusya ilişkilerinin önemi göz ardı etmiyor, dikkate almamazlık etmiyoruz.
Sadece normal şartlara dönüşmesinin gereğine işaret etmekteyiz.
Bu durumda Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerinde belki en önemli bir aktör olan ABD'yle ilişkilerinin normalleşme sürecinin de de bilhassa etkili olabileceği şüphesiz.
Tarafların İsveç'in NATO genişlemesi ve akabinde F-16 satın alımı ve modernizasyonu sürecinde attıkları politik adımlar bunların bir başlangıcı olabilecektir.
Bu itibarla iki taraf arasındaki son adımların da yine bu anlayışı yansıttığı ifade edilebilir.
Özetle, önümüzdeki dönem Türkiye-Rusya-Batı ilişkilerinin gidişatı sadece ikili ve bölgesel değil küresel ölçekte de etkili ve önemli bir mecra olacaktır. Bunları hep birlikte göreceğiz.
© The Independentturkish